A documentary of the art performance / Bir performansın belgeseli
Producer / Yapımcı: Open Flux Director / Yönetmen: Hakan Akçura Music / Müzik: Dror Feiler Camera / Kamera: Hakan Akçura, Dror Feiler, Leyla Ferngren, Gunilla Sköld-Feiler Edit / Kurgu: Hakan Akçura 41.31 min. / dak. 2010 Stockholm, Sweden / İsveç(Türkçe metin ingilizce metnin altında)Sazak is a mountain village located in Karaburun, Izmir on the Aegean coast of Turkey and is just one of many Greek villages forcibly evacuated in 1922.
The Greek residents of this and surrounding villages, who once grew rosica grapes in their vineyards and produced delicious wines and molasses, were considered together with the Greek army that invaded Izmir. The Greek residents were driven to the sea at the coves around Karaburun, killed and deported and the villages they left behind were plundered, although they actually had the same rights in these lands as those who remained.
Since those times, for 87 years, Sazak remained desolate, solitary and unprotected on the steep slop facing toward the islands of Lesvos and Chios, where there are still stone houses and unique silhouettes.
In August 2009, about 50 citizens from Patras, Greece, came to Karaburun, Izmir in Turkey. They were the grandchildren of those who were forced to leave the lands which they would visit after 87 years as part of the 2nd Karaburun Peninsula Greek-Turkish Friendship Days.
As they were going to the Kucukbahce village for the first dinner to meet with the local people on the evening of August 6, their bus stopped and they got out. They looked at the village of Sazak, or Sazaki as they call it, lying far away in the falling darkness of the evening.
The second dinner would be at the village of Sarpincik on the next day.
I wanted to salute them by making an art performance at the village of Sazak on August 7, i.e. on the same day as that last dinner. I posted the performance announcement on walls in the town and the surrounding villages days before:
Thistles of Sazak
I will try to clear the village of Sazak from thistles, which covers its heavy emptiness like a heartrending veil, from dawn to dusk on the Seventh of August, 2009. Your participation is welcome at my performance.
Hakan Akçura
For me, trying to clear the covering of thistles at Sazak is a symbolic cleansing meant to open the way for rescuing the village from the lonely, derelict, unprotected state in which it has been left together with its painful past for 87 years. Also to transform it to one of the symbols of Greek-Turkish friendship, which I believe will develop ever more with each passing day.
I asked for permission, in a way, from the earlier owners of each house, who are no longer there, before clearing the thistles.
Yes, my performance was open to participation. I spread my call not only in and around Karaburun, but I also informed all the guests, Greek and Turkish alike, who met at the first dinner. Only two persons came to the performance in addition to my team; a retired philosophy teacher and his daughter from Bergama, who were spending their summer holidays in Kucukbahce.
Zamanında bağlarında lezzetli şaraplar ve pekmezler üretmek için rizaki üzümleri yetiştiren bu köyün ve çevre köylerin Rum sakinleri, aslında en az geride kalanlar kadar bu toprakların sahibi olsalar da, İzmir’i işgal eden Yunan ordusuyla bir sayıldılar, Karaburun koylarından denize dökülüp, öldürülüp, sürüldüler; arkalarından köyleri talan edildi.
O günden bu yana, yani tam 87 yıldır, yeraldığı sarp yamaçta, güçlü rüzgarlara, Midilli ve Sakız adalarına yüzü dönük, hala ayakta kalan taş evleri ve eşsiz siluetiyle ıssız, yalnız ve korumasız bekler Sazak.
2009 yılının Ağustos ayında 50 kadar Yunanistan vatandaşı Patras yakınlarından Türkiye'nin İzmir ilinin Karaburun ilçesine geldiler. Onlar 2. düzenlenen Karaburun Yarımadası Türk-Yunan Dostluk Günleri kapsamında, tam 87 yıl sonra dedelerinin terketmek zorunda kaldığı toprakları ziyaret edecek olan torunlardı.
6 Ağustos akşamı, yöre sakinleriyle ilk buluşma yemeğine katılmak üzere Küçükbahçe köyüne giderken, otobüsleri durdu ve yola indiler. Basan akşam karanlığında, uzaktaki Sazak köyüne ya da onların deyişiyle Sazaki'ye baktılar.
İkinci buluşma yemeği ertesi gün Sarpıncık köyünde yapılacaktı.
Bense, o son yemekle aynı gün yani 7 Ağustos'ta Sazak köyünde bir sanat performansı gerçekleştirerek onlara “merhaba” demek istiyordum. Günler öncesinden kasabanın duvarlarına astığım ve çevre köylere dağıttığım performans duyurum şöyleydi:
Sazak'ın dikenleri
Yedi Ağustos 2009'da, gündoğumundan günbatımına kadar, Sazak köyünü, onun ağır boşluğunuyürek dağlayan bir örtü gibi kaplayan devedikenlerinden temizlemeye çalışacağım. Bu performansım katılıma açıktır.
Hakan Akçura
Sazak'ı boylu boyunca kaplayan dikenlerden temizlemeye kalkmak, bu simgesel temizlik, benim için, köyü 87 yıldır acılı geçmişiyle birlikte terkedildiği yalnızlıktan, sahipsizlikten, korumasızlıktan kurtarmaya çalışmanın, onu her geçen gün daha da gelişeceğine inandığım Türk-Yunan dostluğunun simgelerinden biri haline getirmenin yolunu açmaya kalkışmaktı.
Dikenlerini temizleyeceğim her evden, o evin orada artık olmayan sahiplerinden kendimce izin istedim.
Evet performansım katılıma açıktı. Çağrımı sadece Karaburun ve çevresine yaygınlaştırmamış, aynı zamanda ilk buluşma yemeğinin Türkiyeli ve Yunanlı tüm konuklarına da duyurmuştum. Performansa ekibim dışında sadece iki kişi geldi. Küçükbahçe yazlıkçılarından Bergamalı emekli bir felsefe öğretmeni ile kızı. Sularını ve meyvelerini paylaştılar benimle.
Aşağıda yayınladığım radyo programı, Ankara TRT Avrupa FM stüdyolarında 15 Mart 2010 günü yayınlandı. Konuk olduğum programın adı "İki nokta arasında" ve beni programına davet eden, kayıtlarda benle birlikte sesini duyup, cümlelerini dinleyeceğiniz başarılı yapımcısının adı da Pınar Şenel. Sağolsun Pınar, bana söz verdiği üzere program kaydını yollarken sizleri düşünmüş ve her ara sohbetimizin ardından yayınlanan şarkıları kaldırmış. Tabii ki biri hariç, programın sonunda çocuklarıma armağan ettiği...
Ben her ara sohbetin genel başlığını yazdığım gibi, sözkonusu konulara dair kimi linkleri de ekledim aşağıda. İlgiliyseniz dinleyesiniz, merak ederseniz ardını araştırasınız diye...
"Ankara'da sanat adına çok önemli şeyler olur..." Geçen hafta Ankara Uluslararası Film Festivali kapsamında Goethe Institute'de düzenlenen ve benim de "Sazak'ın Dikenleri" ile katıldığım "Video: BellekMekan" sergim nedeniyle uzundur gitmediğim bir kente ve çoğunu tanımadığım insanlara konuktum.
Öncelikle "Video: BellekMekan" sergisinin, kavramını oluşturuş biçimi, seçimleri ve sergileniş biçimiyle çok uzun zamandır katıldığım, içinde olmaktan haz duyduğum en nitelikli sergi olduğunu rahatlıkla yazabilirim. Sergi, çoğu aynı mekanda yapılan Festilab etkinlikleriyle eğitim ve etkileşimli üretimi de kapsayan bir zenginliğe büründü, ışıdı.
En azından Farocki, Muntadas ve eski arkadaşım Genco (Gülan) ile aynı sergide yeralmanın keyfiyle dönerim diye beklentilerimi asgaride tuttuğum yolculuğumda ne kadar çok şey öğrendiğime, ne kadar özel insanlarla tanıştığıma hala şaşkınım.
Öncelikle -artık diyebilirim ki- sevgili Ege (Berensel), engin bilgisi, inanılmaz çalışkanlığı ve olanca alçakgönüllüğü ile tam da onun yaşgününde yazdığım bu blogda adını ilk anmam gereken insan. O ve sayesinde tanıdığım arkadaşları, sinemaya, video sanatına, sanat kuramına gönül veriş biçimleriyle, İstanbul başta, dünyanın bilebildiğim tüm büyük şehirlerinde, tüm sanat çevrelerinin -aslında- hem en çok ihtiyacını duyduğu, hem de bu ihtiyacın niteliği ile yüzleşemediği için yoksayabileceği benzerine zor rastlanır bir yetkin varoluşun özneleriydi.
Sevgili Özge (Çelikaslan), FestiLAB etkinliklerinin hemen her birinin, meraklarına, bilgilerine, sayılarına hep şaşırarak baktığım katılımcılar açısından da, bizler açısından da çok verimli, çok heyecan verici geçmesini Ege'yle birlikte sağlayan bir başka benzersiz insandı benim için.
İki sıradışı insan daha tanıdım; ikisi de Alman vatandaşı, ikisini de çok kısa zamanda arkadaşım bildiğim... Zor rastlanır açıklık ve samimilikte bir kültür diplomatı olan Goethe Institute Müdürü Dr. Thomas Lier ve sergimizin ikinci küratörü, Bilkent Universitesi İletişim ve Tasarım Bölümü öğretim üyesi, sanatçı Andreas Treske. Güzel türkçeleri, aynı alçakgönüllü, neşeli, tüm karmaşası ile bu ülkeyi tanıyan, bilen varoluşları ve yanlarındaki etkileyici yolarkadaşları, eşleriyle şaşkınlık verici resimler sunup durdular bana. Hemen senli benli olduk, çok destek verdiler sergimize... Sağolsunlar.
Festival yöneticileri, Vakıf Başkanı İnci Demirkol ve Festival Başkanı Can Özgün, daha açılış gecesinde yaptığı ortak konuşmadan başlayarak festivalin bu özel video bölümünü çok önemsediklerini her an vurguladılar. Sergiye ve koşut süren etkinliklere ilişkin meraklarını hissettirdiler. Umarım, okuduğumda şaşırdığım "Adında “film” geçen herhangi bir festivalde kendine yer bulması teamüller dahilinde olmamasına rağmen geçtiğimiz yıl başlatılan “video sanatı” bölümü varlığını bu sene de sürdürmeye devam ediyor," (*) türünden yakınmaların en azından cahillik sonucu yazılabileceğinin ve çoğu uluslararası film festivali gibi, asıl bu gibi bölümleri geliştirerek, zenginleştirerek Ankara Uluslararası Film Festival'ini daha da etkin, etkileşimli, verimli, şaşırtıcı bir ilgi odağı haline getirebileceğinin de farkındadırlar.
Festilab kapsamında yaptığım sunumuma katılan ve sonrasında günler boyunca sergiye merakını ve ilgisini sürdüren katılımcılara teşekkür ederim.Sevgili Miray Atacanlı, konaklamamızın tüm sorunlarına anında çözüm bulabilmek için sık sık aç kaldı. Goethe Institute çalışanlarından Seyhan Belgin her derdimize deva buldu. Festival gönüllüleri çalışkan ve ilgiliydi; Ozan Çapraz ve arkadaşlarına teşekkür ederim.
Dün gece öğrendim ki, benden sonraki günleri Genco Gülan, Dominic Morisette, Berat İlk, Harun Farocki, Pierre Bismuth, Sandy Liberson ve Gerard Labady ile renklenen "Video: BellekMekan" sergimiz ve FestiLAB etkinliklerine Ankaralıların ilgi ve katılımının yoğunluğu sergimizin bir hafta daha uzatılmasına neden olmuş. Yeni kapanış tarihimiz 27 Mart...
"...ve pek haberiniz olamaz." Bu Ankara yolculuğu ve gözlemi bana gösterdi ki, benzeri İstanbul'da olsa kimbilir kaç gazetecinin, basında bir "yeri" olan sanat eleştirmeninin ziyaret edeceği ve kimbilir kaç dergi ve gazetede hakkında sadece tanıtan değil, yorumlayan, tartışan yazıların da çıkabileceği bu sergi ve etkinlikler toplamına dair bu kadar sessiz ve yazısız bir medyayla karşılaşmış olmamızın nedeni, her şeyin Ankara'da olması.
Sadece bu yetiyor bu sessizliğe. Ne yazık! Ne aydınlatıcı!
Bu olumsuzluğu ve kör-sağır varoluşu aşmanın ise bence tek yolu var. Tam da izleyenlerinin, katılımcılarının ilgisinde de karşılığını bulan Ankara Uluslararası Film Festivali'nin bu nitelik farkını, değerini daha da yükseltmek. Belki de hiç hedef küçültmeden Türkiye'nin ilk uluslararası video ve performans festivalinin, etkileşimli yan etkinliklerinin kentinin de Ankara olmasını sağlamak.
Kendi adıma bu kadro ile bu hedefin de altından kalkacağına inanırım Ankara'nın. Ben hem İstanbul'da yaşayan, üreten, hem de tüm dünyaya yayılan arkadaşlarımı, tanışlarımı, tüm öneri ve katkılarımı bu süreçte Ege'nin, Özge'nin, Andreas'ın, işin dışında kalacağını sanmadığım Serhat'ın (Yalçınkaya), Thomas'ın ve aynı düşü paylaştığımıza inanmak istediğim İnci Demirkol'un, Can Özgün'ün emek ve çabaları ile ortaklaştırabilirim.(*) Özgür Şeyben: “Ankara daha iyi bir festivali hak ediyor!”, tersninja.com, 16 Mart 2010
Video is an art of an ability of returning the images to their givers. (Ulus Baker)
Can a link be established between the video and the art of remembering, “ars memorativa” which was pervasive in the Ancient world and during the Middle Ages then left to the oblivion as the development of press by the 18th century? It was necessary to form “an artificial memory” as the paper was a rare and expensive product in the Middle Ages (I want to remind that Spinoza had only 180 books when he died). Ars memorativa, in other words, mnemotekhne was a mandatory cultural facility in order to improve the capacity of natural memory.
The supremacy of the oral culture was penetrating through the petit techniques of the narrators. Imagine that you are illiterate or you do not have a paper and a pen during an important proceeding. The only way is to organize or reorganize your thoughts and memories in an effective way. In this respect, the performers of Ars memorativa developed a discipline in the Middle Ages which they called as “Methods of Places and Images”.
This method – roughly and succinctly – was based on this: you were constructing a building in your mind – for instance a house and you were dispersing the images that you would like to remember later on in each room of this house. By this means, even the dispersion order of the images was ensuring the associating the images. Remembering was a virtual visit to this imaginary house. Let’s call to mind an evocation of Cicero “Anomalistic locations must be defined in an idea; you have to set up the images of the things that you want to hold; than locate these images to several places. Thereat, the order of locations will follow up the order of the things, they crystallize. ‘Cos their images will directly remind the associated objects…”
We are not able to find an answer to the question that to what extent such a method can be successful in our times in which the things to be remembered surpass extremely the cognitive skills of an average person. However, it is self-evident that people in the Ancient times and the Middle Ages had problems in remembering and were obliged to lead an intellectual life in which “taking notes” were almost impossible.
Does video address less to a modern – postmodern person compare to former people? Could its feature of being a high-tech product alienate it from the world of “memory techniques”? Or could it be reinstated in order to respond to a formula of “remembering the remembrance and re-remembering”?
It is argued that video is Memory Box (Chris Marker), a Memory-Space (Muntadas, Farocki) or that video is related to a remembering gaze even it imitates the functioning of memory. Marker would say that if remembering is providing a psychic domicile to a wound free from the object, this means remembering the memories of other people is getting injured by their wounds.
Curators: Ege Berensel-Andreas Treske
Eyes of Memory: HARUN FAROCKI
FabriArbeiter verlassen die Fabrik, 36’, color and b/w, 1995 Bilder der Welt und Inschrift des Krieges, color, 75’, 1988 Erkennen und verfolgen, 58’, colorand b/w, 2003. Nicht löschbares Feuer, 25’, b/w, 1969. In Comparision, 61’, color, 2009. Videogramme einer Revolution, 106’, colorand b/w, 1992 Wie man sieht, 72’, colorand b/w, 1986. Immersion, 20’, 2 screens video installation, Übertragung, 43’, 1 screen video installation, colorand b/w, 2008. Aufstellung, 1 screen video installation, 16’, colorand b/w, 2005. Stilleben, 56’, color, 1997 Nicht Ohne Risiko, 50’, color, 2004
Collective Memory: ANTONI MUNTADAS
Political Advertisement , 75’, 1 screen video installation, Renkli ve siyah/beyaz, 2008. Translation: Fear/Miedo, 30’ 27’’ 1 screen video installation, Renkli ve siyah/beyaz, 2008 On Translation: Miedo/Jauf, 53’54’’, 1 screen video installation, Renkli ve siyah/beyaz, 2007 Memory of Water:GENCO GÜLAN
Tele-Rugby, 10’23’’, 1 screen video installation, color, 2003 Shopping Water, 10’06’’, 1 screen video installation, color, 2006 Suboya, 28’ 38’’, 1 screen video performance, color, 2006 Re-Moses, 60’’, 1 screen video performance, color, 2006 Denizboya, 11’ , 1 screen video performance, color, 2005 Ojingoi Hoi, 11’ 31’’, 1 screen video performance, color, 2006
Places of Memory: HAKAN AKÇURA
Thistles of Sazak, 41’ 31’’, 1 screen video installation, color, 2010 Goethe-Institut Ankara Atatürk Bulvarı No 131 06640 Bakanlıklar - Ankara, Turkey phone: + 90 312 4195283 fax + 90 312 4180847 info@ankara.goethe.org
Thistles of Sazak
A documentary of the art performance
Producer: Open Flux Director: Hakan Akçura Music: Dror Feiler Camera: Hakan Akçura, Dror Feiler, Leyla Ferngren, Gunilla Sköld-Feiler Edit: Hakan Akçura 41.31 min. 2010 Stockholm, Sweden