31.3.10
"Sazak'ın Dikenleri" yayında... / "Thistles of Sazak" is online...
Sazak'ın Dikenleri / Thistles of Sazak from hakan akcura on Vimeo.
Thistles of Sazak / Sazak'ın Dikenleri
A documentary of the art performance / Bir performansın belgeseli
Producer / Yapımcı: Open Flux
Director / Yönetmen: Hakan Akçura
Music / Müzik: Dror Feiler
Camera / Kamera: Hakan Akçura, Dror Feiler, Leyla Ferngren, Gunilla Sköld-Feiler
Edit / Kurgu: Hakan Akçura
41.31 min. / dak.
2010
Stockholm, Sweden / İsveç(Türkçe metin ingilizce metnin altında)Sazak is a mountain village located in Karaburun, Izmir on the Aegean coast of Turkey and is just one of many Greek villages forcibly evacuated in 1922.
The Greek residents of this and surrounding villages, who once grew rosica grapes in their vineyards and produced delicious wines and molasses, were considered together with the Greek army that invaded Izmir. The Greek residents were driven to the sea at the coves around Karaburun, killed and deported and the villages they left behind were plundered, although they actually had the same rights in these lands as those who remained.
Since those times, for 87 years, Sazak remained desolate, solitary and unprotected on the steep slop facing toward the islands of Lesvos and Chios, where there are still stone houses and unique silhouettes.
In August 2009, about 50 citizens from Patras, Greece, came to Karaburun, Izmir in Turkey. They were the grandchildren of those who were forced to leave the lands which they would visit after 87 years as part of the 2nd Karaburun Peninsula Greek-Turkish Friendship Days.
As they were going to the Kucukbahce village for the first dinner to meet with the local people on the evening of August 6, their bus stopped and they got out. They looked at the village of Sazak, or Sazaki as they call it, lying far away in the falling darkness of the evening.
The second dinner would be at the village of Sarpincik on the next day.
I wanted to salute them by making an art performance at the village of Sazak on August 7, i.e. on the same day as that last dinner. I posted the performance announcement on walls in the town and the surrounding villages days before:
Thistles of Sazak
I will try to clear the village of Sazak from thistles, which covers its heavy emptiness like a heartrending veil, from dawn to dusk on the Seventh of August, 2009.
Your participation is welcome at my performance.
Hakan Akçura
For me, trying to clear the covering of thistles at Sazak is a symbolic cleansing meant to open the way for rescuing the village from the lonely, derelict, unprotected state in which it has been left together with its painful past for 87 years. Also to transform it to one of the symbols of Greek-Turkish friendship, which I believe will develop ever more with each passing day.
I asked for permission, in a way, from the earlier owners of each house, who are no longer there, before clearing the thistles.
Yes, my performance was open to participation. I spread my call not only in and around Karaburun, but I also informed all the guests, Greek and Turkish alike, who met at the first dinner. Only two persons came to the performance in addition to my team; a retired philosophy teacher and his daughter from Bergama, who were spending their summer holidays in Kucukbahce.
They shared their water and fruit with me.
I would like to thank them.
Hakan Akçura
...................................................................
Geçen yaz Karaburun, Sazak köyünde yaptığım "Sazak'ın Dikenleri" isimli 14 saat süren performansımın aynı isimli 42 dakika süren belgeseli 21. Ankara Uluslararası Film Festivali kapsamında düzenlenen "Video: Bellekmekan" başlıklı sergide ilk kez gösterildi. Sergi yoğun ilgi nedeniyle bir hafta uzatıldı ve geçtiğimiz pazar günü sona erdi. 7 Ağustos 2009 tarihinde yaptığım performansa, dostum, İsrail doğumlu İsveçli sanatçı, politik aktivist, kompozitör Dror Feiler müziğiyle katılmıştı. "Sazak, Türkiye'nin Ege kıyılarında İzmir şehrinin Karaburun ilçesinde yeralan 1922 yılında diğerleriyle birlikte zorla boşaltılan bir Rum dağ köyü.
Zamanında bağlarında lezzetli şaraplar ve pekmezler üretmek için rizaki üzümleri yetiştiren bu köyün ve çevre köylerin Rum sakinleri, aslında en az geride kalanlar kadar bu toprakların sahibi olsalar da, İzmir’i işgal eden Yunan ordusuyla bir sayıldılar, Karaburun koylarından denize dökülüp, öldürülüp, sürüldüler; arkalarından köyleri talan edildi.
O günden bu yana, yani tam 87 yıldır, yeraldığı sarp yamaçta, güçlü rüzgarlara, Midilli ve Sakız adalarına yüzü dönük, hala ayakta kalan taş evleri ve eşsiz siluetiyle ıssız, yalnız ve korumasız bekler Sazak.
2009 yılının Ağustos ayında 50 kadar Yunanistan vatandaşı Patras yakınlarından Türkiye'nin İzmir ilinin Karaburun ilçesine geldiler. Onlar 2. düzenlenen Karaburun Yarımadası Türk-Yunan Dostluk Günleri kapsamında, tam 87 yıl sonra dedelerinin terketmek zorunda kaldığı toprakları ziyaret edecek olan torunlardı.
6 Ağustos akşamı, yöre sakinleriyle ilk buluşma yemeğine katılmak üzere Küçükbahçe köyüne giderken, otobüsleri durdu ve yola indiler. Basan akşam karanlığında, uzaktaki Sazak köyüne ya da onların deyişiyle Sazaki'ye baktılar.
İkinci buluşma yemeği ertesi gün Sarpıncık köyünde yapılacaktı.
Bense, o son yemekle aynı gün yani 7 Ağustos'ta Sazak köyünde bir sanat performansı gerçekleştirerek onlara “merhaba” demek istiyordum. Günler öncesinden kasabanın duvarlarına astığım ve çevre köylere dağıttığım performans duyurum şöyleydi:
Sazak'ın dikenleri
Yedi Ağustos 2009'da, gündoğumundan günbatımına kadar,
Sazak köyünü, onun ağır boşluğunuyürek dağlayan bir örtü gibi kaplayan
devedikenlerinden temizlemeye çalışacağım.
Bu performansım katılıma açıktır.
Hakan Akçura
Sazak'ı boylu boyunca kaplayan dikenlerden temizlemeye kalkmak, bu simgesel temizlik, benim için, köyü 87 yıldır acılı geçmişiyle birlikte terkedildiği yalnızlıktan, sahipsizlikten, korumasızlıktan kurtarmaya çalışmanın, onu her geçen gün daha da gelişeceğine inandığım Türk-Yunan dostluğunun simgelerinden biri haline getirmenin yolunu açmaya kalkışmaktı.
Dikenlerini temizleyeceğim her evden, o evin orada artık olmayan sahiplerinden kendimce izin istedim.
Evet performansım katılıma açıktı. Çağrımı sadece Karaburun ve çevresine yaygınlaştırmamış, aynı zamanda ilk buluşma yemeğinin Türkiyeli ve Yunanlı tüm konuklarına da duyurmuştum. Performansa ekibim dışında sadece iki kişi geldi. Küçükbahçe yazlıkçılarından Bergamalı emekli bir felsefe öğretmeni ile kızı. Sularını ve meyvelerini paylaştılar benimle.
Onlara teşekkür ediyorum.
Hakan Akçura"
22.3.10
"İki nokta arasında" ben ve yaratımım: Bir radyo programı
Aşağıda yayınladığım radyo programı, Ankara TRT Avrupa FM stüdyolarında 15 Mart 2010 günü yayınlandı. Konuk olduğum programın adı "İki nokta arasında" ve beni programına davet eden, kayıtlarda benle birlikte sesini duyup, cümlelerini dinleyeceğiniz başarılı yapımcısının adı da Pınar Şenel. Sağolsun Pınar, bana söz verdiği üzere program kaydını yollarken sizleri düşünmüş ve her ara sohbetimizin ardından yayınlanan şarkıları kaldırmış. Tabii ki biri hariç, programın sonunda çocuklarıma armağan ettiği...
Ben her ara sohbetin genel başlığını yazdığım gibi, sözkonusu konulara dair kimi linkleri de ekledim aşağıda. İlgiliyseniz dinleyesiniz, merak ederseniz ardını araştırasınız diye...
Ankara, Festival, sergimiz ve "Sazak'ın Dikenleri"ne dair...
Sazak'ın dikenleri
Performans duyurusu
Performansa dair
İlk gösterim
"Video: BellekMekan" sergisine dair
Bana, sanata, open flux kavramına, biraz da günah çıkarmaya dair...
Göçmen olmaya ve bunu İsveç'te yaşantılamaya dair...
"İsveç Göçmen Dairesi'ne Açık Mektup"a dair...
İsveç Göçmen Dairesi'ne Açık Mektup
Basın Bülteni
Videoperformans
Hakkında basında yazılanlar
İsveç'te Türkiyeli göçmen olmak, olamamak ve "öteki"ye dair...
"Yeni göçmen" olarak bir ülkeye "Günaydın" demeyi seçmeye dair...
İsveç'e "Günaydın" demeye devam edip "köpek olmaya" dair...
"Günaydın"
Videoperformans
Hakkında yayınlanan bir röportaj
Matadorlara, hayvan öldürmeye ve kurban kılmaya dair...
Adalet, eşitlik ve koca bir kıtanın katline dair...
Irkçılığın barbi versiyonu ve ebeveynlere dair... (Çocuklarıma adanan şarkı.)
Son 57 saniye: Hoşçakalımız...
Ben her ara sohbetin genel başlığını yazdığım gibi, sözkonusu konulara dair kimi linkleri de ekledim aşağıda. İlgiliyseniz dinleyesiniz, merak ederseniz ardını araştırasınız diye...
Ankara, Festival, sergimiz ve "Sazak'ın Dikenleri"ne dair...
Sazak'ın dikenleri
Performans duyurusu
Performansa dair
İlk gösterim
"Video: BellekMekan" sergisine dair
Bana, sanata, open flux kavramına, biraz da günah çıkarmaya dair...
Göçmen olmaya ve bunu İsveç'te yaşantılamaya dair...
"İsveç Göçmen Dairesi'ne Açık Mektup"a dair...
İsveç Göçmen Dairesi'ne Açık Mektup
Basın Bülteni
Videoperformans
Hakkında basında yazılanlar
İsveç'te Türkiyeli göçmen olmak, olamamak ve "öteki"ye dair...
"Yeni göçmen" olarak bir ülkeye "Günaydın" demeyi seçmeye dair...
İsveç'e "Günaydın" demeye devam edip "köpek olmaya" dair...
"Günaydın"
Videoperformans
Hakkında yayınlanan bir röportaj
Matadorlara, hayvan öldürmeye ve kurban kılmaya dair...
Adalet, eşitlik ve koca bir kıtanın katline dair...
Irkçılığın barbi versiyonu ve ebeveynlere dair... (Çocuklarıma adanan şarkı.)
Son 57 saniye: Hoşçakalımız...
21.3.10
Ankara'da sanat adına çok önemli şeyler olur ve pek haberiniz olmaz
"Ankara'da sanat adına çok önemli şeyler olur..."
Geçen hafta Ankara Uluslararası Film Festivali kapsamında Goethe Institute'de düzenlenen ve benim de "Sazak'ın Dikenleri" ile katıldığım "Video: BellekMekan" sergim nedeniyle uzundur gitmediğim bir kente ve çoğunu tanımadığım insanlara konuktum.
Öncelikle "Video: BellekMekan" sergisinin, kavramını oluşturuş biçimi, seçimleri ve sergileniş biçimiyle çok uzun zamandır katıldığım, içinde olmaktan haz duyduğum en nitelikli sergi olduğunu rahatlıkla yazabilirim. Sergi, çoğu aynı mekanda yapılan Festilab etkinlikleriyle eğitim ve etkileşimli üretimi de kapsayan bir zenginliğe büründü, ışıdı.
En azından Farocki, Muntadas ve eski arkadaşım Genco (Gülan) ile aynı sergide yeralmanın keyfiyle dönerim diye beklentilerimi asgaride tuttuğum yolculuğumda ne kadar çok şey öğrendiğime, ne kadar özel insanlarla tanıştığıma hala şaşkınım.
Öncelikle -artık diyebilirim ki- sevgili Ege (Berensel), engin bilgisi, inanılmaz çalışkanlığı ve olanca alçakgönüllüğü ile tam da onun yaşgününde yazdığım bu blogda adını ilk anmam gereken insan. O ve sayesinde tanıdığım arkadaşları, sinemaya, video sanatına, sanat kuramına gönül veriş biçimleriyle, İstanbul başta, dünyanın bilebildiğim tüm büyük şehirlerinde, tüm sanat çevrelerinin -aslında- hem en çok ihtiyacını duyduğu, hem de bu ihtiyacın niteliği ile yüzleşemediği için yoksayabileceği benzerine zor rastlanır bir yetkin varoluşun özneleriydi.
Sevgili Özge (Çelikaslan), FestiLAB etkinliklerinin hemen her birinin, meraklarına, bilgilerine, sayılarına hep şaşırarak baktığım katılımcılar açısından da, bizler açısından da çok verimli, çok heyecan verici geçmesini Ege'yle birlikte sağlayan bir başka benzersiz insandı benim için.
İki sıradışı insan daha tanıdım; ikisi de Alman vatandaşı, ikisini de çok kısa zamanda arkadaşım bildiğim... Zor rastlanır açıklık ve samimilikte bir kültür diplomatı olan Goethe Institute Müdürü Dr. Thomas Lier ve sergimizin ikinci küratörü, Bilkent Universitesi İletişim ve Tasarım Bölümü öğretim üyesi, sanatçı Andreas Treske. Güzel türkçeleri, aynı alçakgönüllü, neşeli, tüm karmaşası ile bu ülkeyi tanıyan, bilen varoluşları ve yanlarındaki etkileyici yolarkadaşları, eşleriyle şaşkınlık verici resimler sunup durdular bana. Hemen senli benli olduk, çok destek verdiler sergimize... Sağolsunlar.
Festival yöneticileri, Vakıf Başkanı İnci Demirkol ve Festival Başkanı Can Özgün, daha açılış gecesinde yaptığı ortak konuşmadan başlayarak festivalin bu özel video bölümünü çok önemsediklerini her an vurguladılar. Sergiye ve koşut süren etkinliklere ilişkin meraklarını hissettirdiler. Umarım, okuduğumda şaşırdığım "Adında “film” geçen herhangi bir festivalde kendine yer bulması teamüller dahilinde olmamasına rağmen geçtiğimiz yıl başlatılan “video sanatı” bölümü varlığını bu sene de sürdürmeye devam ediyor," (*) türünden yakınmaların en azından cahillik sonucu yazılabileceğinin ve çoğu uluslararası film festivali gibi, asıl bu gibi bölümleri geliştirerek, zenginleştirerek Ankara Uluslararası Film Festival'ini daha da etkin, etkileşimli, verimli, şaşırtıcı bir ilgi odağı haline getirebileceğinin de farkındadırlar.
Festilab kapsamında yaptığım sunumuma katılan ve sonrasında günler boyunca sergiye merakını ve ilgisini sürdüren katılımcılara teşekkür ederim.Sevgili Miray Atacanlı, konaklamamızın tüm sorunlarına anında çözüm bulabilmek için sık sık aç kaldı. Goethe Institute çalışanlarından Seyhan Belgin her derdimize deva buldu. Festival gönüllüleri çalışkan ve ilgiliydi; Ozan Çapraz ve arkadaşlarına teşekkür ederim.
Dün gece öğrendim ki, benden sonraki günleri Genco Gülan, Dominic Morisette, Berat İlk, Harun Farocki, Pierre Bismuth, Sandy Liberson ve Gerard Labady ile renklenen "Video: BellekMekan" sergimiz ve FestiLAB etkinliklerine Ankaralıların ilgi ve katılımının yoğunluğu sergimizin bir hafta daha uzatılmasına neden olmuş. Yeni kapanış tarihimiz 27 Mart...
"...ve pek haberiniz olamaz."
Bu Ankara yolculuğu ve gözlemi bana gösterdi ki, benzeri İstanbul'da olsa kimbilir kaç gazetecinin, basında bir "yeri" olan sanat eleştirmeninin ziyaret edeceği ve kimbilir kaç dergi ve gazetede hakkında sadece tanıtan değil, yorumlayan, tartışan yazıların da çıkabileceği bu sergi ve etkinlikler toplamına dair bu kadar sessiz ve yazısız bir medyayla karşılaşmış olmamızın nedeni, her şeyin Ankara'da olması.
Sadece bu yetiyor bu sessizliğe. Ne yazık! Ne aydınlatıcı!
Bu olumsuzluğu ve kör-sağır varoluşu aşmanın ise bence tek yolu var. Tam da izleyenlerinin, katılımcılarının ilgisinde de karşılığını bulan Ankara Uluslararası Film Festivali'nin bu nitelik farkını, değerini daha da yükseltmek. Belki de hiç hedef küçültmeden Türkiye'nin ilk uluslararası video ve performans festivalinin, etkileşimli yan etkinliklerinin kentinin de Ankara olmasını sağlamak.
Kendi adıma bu kadro ile bu hedefin de altından kalkacağına inanırım Ankara'nın. Ben hem İstanbul'da yaşayan, üreten, hem de tüm dünyaya yayılan arkadaşlarımı, tanışlarımı, tüm öneri ve katkılarımı bu süreçte Ege'nin, Özge'nin, Andreas'ın, işin dışında kalacağını sanmadığım Serhat'ın (Yalçınkaya), Thomas'ın ve aynı düşü paylaştığımıza inanmak istediğim İnci Demirkol'un, Can Özgün'ün emek ve çabaları ile ortaklaştırabilirim.(*) Özgür Şeyben: “Ankara daha iyi bir festivali hak ediyor!”, tersninja.com, 16 Mart 2010
17.3.10
13.3.10
VİDEO: BELLEKMEKAN açılış gecesi / VIDEO: SPACES OF MEMORY opening night
ve sergi mekanı / and event space
3.3.10
21st Ankara International Film Festivals video screening with my last video: Thistles of Sazak
VIDEO: SPACES OF MEMORY
Video is an art of an ability of returning the images to their givers. (Ulus Baker)
Can a link be established between the video and the art of remembering, “ars memorativa” which was pervasive in the Ancient world and during the Middle Ages then left to the oblivion as the development of press by the 18th century? It was necessary to form “an artificial memory” as the paper was a rare and expensive product in the Middle Ages (I want to remind that Spinoza had only 180 books when he died). Ars memorativa, in other words, mnemotekhne was a mandatory cultural facility in order to improve the capacity of natural memory.
The supremacy of the oral culture was penetrating through the petit techniques of the narrators. Imagine that you are illiterate or you do not have a paper and a pen during an important proceeding. The only way is to organize or reorganize your thoughts and memories in an effective way. In this respect, the performers of Ars memorativa developed a discipline in the Middle Ages which they called as “Methods of Places and Images”.
This method – roughly and succinctly – was based on this: you were constructing a building in your mind – for instance a house and you were dispersing the images that you would like to remember later on in each room of this house. By this means, even the dispersion order of the images was ensuring the associating the images. Remembering was a virtual visit to this imaginary house. Let’s call to mind an evocation of Cicero “Anomalistic locations must be defined in an idea; you have to set up the images of the things that you want to hold; than locate these images to several places. Thereat, the order of locations will follow up the order of the things, they crystallize. ‘Cos their images will directly remind the associated objects…”
We are not able to find an answer to the question that to what extent such a method can be successful in our times in which the things to be remembered surpass extremely the cognitive skills of an average person. However, it is self-evident that people in the Ancient times and the Middle Ages had problems in remembering and were obliged to lead an intellectual life in which “taking notes” were almost impossible.
Does video address less to a modern – postmodern person compare to former people? Could its feature of being a high-tech product alienate it from the world of “memory techniques”? Or could it be reinstated in order to respond to a formula of “remembering the remembrance and re-remembering”?
It is argued that video is Memory Box (Chris Marker), a Memory-Space (Muntadas, Farocki) or that video is related to a remembering gaze even it imitates the functioning of memory. Marker would say that if remembering is providing a psychic domicile to a wound free from the object, this means remembering the memories of other people is getting injured by their wounds.
Curators: Ege Berensel-Andreas Treske
Eyes of Memory: HARUN FAROCKI
FabriArbeiter verlassen die Fabrik, 36’, color and b/w, 1995
Bilder der Welt und Inschrift des Krieges, color, 75’, 1988
Erkennen und verfolgen, 58’, color and b/w, 2003.
Nicht löschbares Feuer, 25’, b/w, 1969.
In Comparision, 61’, color, 2009.
Videogramme einer Revolution, 106’, color and b/w, 1992
Wie man sieht, 72’, color and b/w, 1986.
Immersion, 20’, 2 screens video installation,
Übertragung, 43’, 1 screen video installation, color and b/w, 2008.
Aufstellung, 1 screen video installation, 16’, color and b/w, 2005.
Stilleben, 56’, color, 1997
Nicht Ohne Risiko, 50’, color, 2004
Collective Memory: ANTONI MUNTADAS
Political Advertisement , 75’, 1 screen video installation, Renkli ve siyah/beyaz, 2008.
Translation: Fear/Miedo, 30’ 27’’ 1 screen video installation, Renkli ve siyah/beyaz, 2008
On Translation: Miedo/Jauf, 53’54’’, 1 screen video installation, Renkli ve siyah/beyaz, 2007
Memory of Water: GENCO GÜLAN
Tele-Rugby, 10’23’’, 1 screen video installation, color, 2003
Shopping Water, 10’06’’, 1 screen video installation, color, 2006
Suboya, 28’ 38’’, 1 screen video performance, color, 2006
Re-Moses, 60’’, 1 screen video performance, color, 2006
Denizboya, 11’ , 1 screen video performance, color, 2005
Ojingoi Hoi, 11’ 31’’, 1 screen video performance, color, 2006
Places of Memory: HAKAN AKÇURA
Thistles of Sazak, 41’ 31’’, 1 screen video installation, color, 2010
Goethe-Institut Ankara
Atatürk Bulvarı No 131
06640 Bakanlıklar - Ankara, Turkey
phone: + 90 312 4195283
fax + 90 312 4180847
info@ankara.goethe.org
Thistles of Sazak
A documentary of the art performance
Producer: Open Flux
Director: Hakan Akçura
Music: Dror Feiler
Camera: Hakan Akçura, Dror Feiler, Leyla Ferngren, Gunilla Sköld-Feiler
Edit: Hakan Akçura
41.31 min.
2010
Stockholm, Sweden
"Sazak is a mountain village located in Karaburun, Izmir on the Aegean coast of Turkey and is just one of many Greek villages forcibly evacuated in 1922.
The Greek residents of this and surrounding villages, who once grew rosica grapes in their vineyards and produced delicious wines and molasses, were considered together with the Greek army that invaded Izmir. The Greek residents were driven to the sea at the coves around Karaburun, killed and deported and the villages they left behind were plundered, although they actually had the same rights in these lands as those who remained.
Since those times, for 87 years, Sazak remained desolate, solitary and unprotected on the steep slop facing toward the islands of Lesvos and Chios, where there are still stone houses and unique silhouettes.
In August 2008, about 50 citizens from Patras, Greece, came to Karaburun, Izmir in Turkey. They were the grandchildren of those who were forced to leave the lands which they would visit after 87 years as part of the 2nd Karaburun Peninsula Greek-Turkish Friendship Days.
As they were going to the Kucukbahce village for the first dinner to meet with the local people on the evening of August 6, their bus stopped and they got out. They looked at the village of Sazak, or Sazaki as they call it, lying far away in the falling darkness of the evening.
The second dinner would be at the village of Sarpincik on the next day.
I wanted to salute them by making an art performance at the village of Sazak on August 7, i.e. on the same day as that last dinner. I posted the performance announcement on walls in the town and the surrounding villages days before:
Thistles of Sazak
I will try to clear the village of Sazak from thistles, which covers its heavy emptiness like a heartrending veil, from dawn to dusk on the Seventh of August, 2009.
Your participation is welcome at my performance.
Hakan Akçura
For me, trying to clear the covering of thistles at Sazak is a symbolic cleansing meant to open the way for rescuing the village from the lonely, derelict, unprotected state in which it has been left together with its painful past for 87 years. Also to transform it to one of the symbols of Greek-Turkish friendship, which I believe will develop ever more with each passing day.
I asked for permission, in a way, from the earlier owners of each house, who are no longer there, before clearing the thistles.
Yes, my performance was open to participation. I spread my call not only in and around Karaburun, but I also informed all the guests, Greek and Turkish alike, who met at the first dinner. Only two persons came to the performance in addition to my team; a retired philosophy teacher and his daughter from Bergama, who were spending their summer holidays in Kucukbahce.
They shared their water and fruit with me.
I would like to thank them."
Old Karaburun people / Andreas Baltas' Archive
Video is an art of an ability of returning the images to their givers. (Ulus Baker)
Can a link be established between the video and the art of remembering, “ars memorativa” which was pervasive in the Ancient world and during the Middle Ages then left to the oblivion as the development of press by the 18th century? It was necessary to form “an artificial memory” as the paper was a rare and expensive product in the Middle Ages (I want to remind that Spinoza had only 180 books when he died). Ars memorativa, in other words, mnemotekhne was a mandatory cultural facility in order to improve the capacity of natural memory.
The supremacy of the oral culture was penetrating through the petit techniques of the narrators. Imagine that you are illiterate or you do not have a paper and a pen during an important proceeding. The only way is to organize or reorganize your thoughts and memories in an effective way. In this respect, the performers of Ars memorativa developed a discipline in the Middle Ages which they called as “Methods of Places and Images”.
This method – roughly and succinctly – was based on this: you were constructing a building in your mind – for instance a house and you were dispersing the images that you would like to remember later on in each room of this house. By this means, even the dispersion order of the images was ensuring the associating the images. Remembering was a virtual visit to this imaginary house. Let’s call to mind an evocation of Cicero “Anomalistic locations must be defined in an idea; you have to set up the images of the things that you want to hold; than locate these images to several places. Thereat, the order of locations will follow up the order of the things, they crystallize. ‘Cos their images will directly remind the associated objects…”
We are not able to find an answer to the question that to what extent such a method can be successful in our times in which the things to be remembered surpass extremely the cognitive skills of an average person. However, it is self-evident that people in the Ancient times and the Middle Ages had problems in remembering and were obliged to lead an intellectual life in which “taking notes” were almost impossible.
Does video address less to a modern – postmodern person compare to former people? Could its feature of being a high-tech product alienate it from the world of “memory techniques”? Or could it be reinstated in order to respond to a formula of “remembering the remembrance and re-remembering”?
It is argued that video is Memory Box (Chris Marker), a Memory-Space (Muntadas, Farocki) or that video is related to a remembering gaze even it imitates the functioning of memory. Marker would say that if remembering is providing a psychic domicile to a wound free from the object, this means remembering the memories of other people is getting injured by their wounds.
Curators: Ege Berensel-Andreas Treske
Eyes of Memory: HARUN FAROCKI
FabriArbeiter verlassen die Fabrik, 36’, color and b/w, 1995
Bilder der Welt und Inschrift des Krieges, color, 75’, 1988
Erkennen und verfolgen, 58’, color and b/w, 2003.
Nicht löschbares Feuer, 25’, b/w, 1969.
In Comparision, 61’, color, 2009.
Videogramme einer Revolution, 106’, color and b/w, 1992
Wie man sieht, 72’, color and b/w, 1986.
Immersion, 20’, 2 screens video installation,
Übertragung, 43’, 1 screen video installation, color and b/w, 2008.
Aufstellung, 1 screen video installation, 16’, color and b/w, 2005.
Stilleben, 56’, color, 1997
Nicht Ohne Risiko, 50’, color, 2004
Collective Memory: ANTONI MUNTADAS
Political Advertisement , 75’, 1 screen video installation, Renkli ve siyah/beyaz, 2008.
Translation: Fear/Miedo, 30’ 27’’ 1 screen video installation, Renkli ve siyah/beyaz, 2008
On Translation: Miedo/Jauf, 53’54’’, 1 screen video installation, Renkli ve siyah/beyaz, 2007
Memory of Water: GENCO GÜLAN
Tele-Rugby, 10’23’’, 1 screen video installation, color, 2003
Shopping Water, 10’06’’, 1 screen video installation, color, 2006
Suboya, 28’ 38’’, 1 screen video performance, color, 2006
Re-Moses, 60’’, 1 screen video performance, color, 2006
Denizboya, 11’ , 1 screen video performance, color, 2005
Ojingoi Hoi, 11’ 31’’, 1 screen video performance, color, 2006
Places of Memory: HAKAN AKÇURA
Thistles of Sazak, 41’ 31’’, 1 screen video installation, color, 2010
Goethe-Institut Ankara
Atatürk Bulvarı No 131
06640 Bakanlıklar - Ankara, Turkey
phone: + 90 312 4195283
fax + 90 312 4180847
info@ankara.goethe.org
Thistles of Sazak
A documentary of the art performance
Producer: Open Flux
Director: Hakan Akçura
Music: Dror Feiler
Camera: Hakan Akçura, Dror Feiler, Leyla Ferngren, Gunilla Sköld-Feiler
Edit: Hakan Akçura
41.31 min.
2010
Stockholm, Sweden
"Sazak is a mountain village located in Karaburun, Izmir on the Aegean coast of Turkey and is just one of many Greek villages forcibly evacuated in 1922.
The Greek residents of this and surrounding villages, who once grew rosica grapes in their vineyards and produced delicious wines and molasses, were considered together with the Greek army that invaded Izmir. The Greek residents were driven to the sea at the coves around Karaburun, killed and deported and the villages they left behind were plundered, although they actually had the same rights in these lands as those who remained.
Since those times, for 87 years, Sazak remained desolate, solitary and unprotected on the steep slop facing toward the islands of Lesvos and Chios, where there are still stone houses and unique silhouettes.
In August 2008, about 50 citizens from Patras, Greece, came to Karaburun, Izmir in Turkey. They were the grandchildren of those who were forced to leave the lands which they would visit after 87 years as part of the 2nd Karaburun Peninsula Greek-Turkish Friendship Days.
As they were going to the Kucukbahce village for the first dinner to meet with the local people on the evening of August 6, their bus stopped and they got out. They looked at the village of Sazak, or Sazaki as they call it, lying far away in the falling darkness of the evening.
The second dinner would be at the village of Sarpincik on the next day.
I wanted to salute them by making an art performance at the village of Sazak on August 7, i.e. on the same day as that last dinner. I posted the performance announcement on walls in the town and the surrounding villages days before:
Thistles of Sazak
I will try to clear the village of Sazak from thistles, which covers its heavy emptiness like a heartrending veil, from dawn to dusk on the Seventh of August, 2009.
Your participation is welcome at my performance.
Hakan Akçura
For me, trying to clear the covering of thistles at Sazak is a symbolic cleansing meant to open the way for rescuing the village from the lonely, derelict, unprotected state in which it has been left together with its painful past for 87 years. Also to transform it to one of the symbols of Greek-Turkish friendship, which I believe will develop ever more with each passing day.
I asked for permission, in a way, from the earlier owners of each house, who are no longer there, before clearing the thistles.
Yes, my performance was open to participation. I spread my call not only in and around Karaburun, but I also informed all the guests, Greek and Turkish alike, who met at the first dinner. Only two persons came to the performance in addition to my team; a retired philosophy teacher and his daughter from Bergama, who were spending their summer holidays in Kucukbahce.
They shared their water and fruit with me.
I would like to thank them."
Old Karaburun people / Andreas Baltas' Archive
2.3.10
Sazak'ın Dikenleri'nin ilk gösterimi 21. Ankara Uluslararası Film Festivali'nde...
Geçen yaz Karaburun, Sazak köyünde yaptığım "Sazak'ın Dikenleri" isimli 14 saat süren performansımın aynı isimli 42 dakika süren belgeseli 21. Ankara Uluslararası Film Festivali kapsamında düzenlenen "Video: Bellekmekan" başlıklı sergide ilk kez gösterilecek. 7 Ağustos 2009 tarihinde yaptığım performansa, dostum, İsrail doğumlu İsveçli sanatçı, politik aktivist, kompozitör Dror Feiler müziğiyle katılmıştı.
11-21 Mart tarihleri arasında Alman Kültür Merkezi'nde (Goethe-Institut Ankara) sürecek sergiye videolarıyla benim dışımda Harun Farocki, Antoni Muntadas ve Genco Gülan katılacak.
Serginin küratörleri Ege Berensel ve Andreas Treske.
Yine festival kapsamında düzenlenen "Festilab" başlıklı atölye etkinlikleri kapsamında 12 Mart günü saat 17:00-20:00 arası yine Alman Kültür Merkezi'nde (Goethe-Institut Ankara) kapsamlı bir sunum yaparak, katılımcıların sorularını cevaplayacağım. Katılım serbest.
Ayrıntılı bilgileri aşağıda bulacaksınız... Beklerim.
VİDEO: BELLEKMEKAN (VIDEO: SPACES OF MEMORY)
"Video, imajları onları verenlere iade edebilmenin sanatıdır."
Ulus Baker
Videonun Antik Dünya'da ve Ortaçağ'da çok yaygın olan ve 18. Yüzyıldan itibaren basın-yayının gelişmesiyle birlikte unutuluşa terkedilen "ars memorativa", yani "hatırlama zanaatıyla" bir ilişkisi yeniden oluşturulabilir mi? Kâğıdın ender bulunan, pahalı bir ürün olduğu Ortaçağlarda (Spinoza'nın ölümünde kitaplığında 180 kadar kitaptan fazlasının bulunmadığını hatırlatmak gerekir sanırım) "suni bir hafıza" oluşturmanın önemi büyüktü. Ars memorativa, başka bir deyişle mnemotekhne, doğal hafızanın güçlerini arttırmaya yönelik zorunlu bir kültür faaliyetiydi.
Sözel kültürün egemenliği hikâye-anlatıcılarının icat ettikleri, kullandıkları bu küçük tekniklerle işliyordu. Okuryazar olmadığınızı, ya da çok önemli bir takibat sırasında elinizde kalem-kâğıt bile bulunmadığını farzedin. Tek yol düşüncelerinizi ya da anılarınızı "efektif" bir şekilde her an organize ve reorganize etmenizdir. Ars memorativa uygulayıcıları bunun için Ortaçağda "Yerler ve İmajlar Metodları" adını verdikleri bir disiplin geliştirmişler.
Bu metod -kabaca ve özetleyerek anlatmak gerekirse- şuna dayanıyordu: zihninizde herhangi bir bina kuruyordunuz -mesela bir ev- ve odaların herbirine sonradan anımsamak istediğiniz imajları serpiştiriyordunuz. Bu sayede imajların serpiştirilme sırası bile birbirlerini çağrıştırmalarına olanak sağlıyordu. Hatırlamak ise hayaldeki bu binanın, bu evin sanal olarak ziyaret edilmesiydi. Cicero'nun bir hatırlatmasını analım: "Düşüncenin içinde ayrıksı yerleşimlerin tespit edilmesi gerekir; elde tutmak istediğiniz şeylerin imajlarını kurmanız gerekir; ardından bu imajları çeşitli yerlere koymak gerekir. O zaman yerlerin sırası şeylerin sırasını takip edecek, belirginleştirecektir. Çünkü imajları doğrudan şeyleri hatırlatacaktır..."
Böyle bir metod hatırlanması gereken şeylerin ortalama bir insanın zihni yeteneklerini fersah fersah aştığı günümüz dünyasında ne ölçüde başarılı olabilir, bu soruya şu anda bir cevabım bulamayız. Ancak Antikçağ ve Ortaçağ insanlarının hatırlamayla ilgili bir problemleri olduğu, "not almanın" neredeyse imkânsız olduğu bir entelektüel yaşam sürdürmek zorunda oldukları açık.
Video modern-postmodern insanla eski insana oranla daha mı az buluşuyor? Son derecede modern bir teknik olması onu "hatırlama tekniklerinin" dünyasından çoktandır uzaklaştırmış olabilir mi? Yoksa video "hatırlamanın hatırlanması ve yeniden hatırlanması" gibisinden bir formüle cevap verebilecek bir aygıt olarak yeniden kurulabilir mi?
Videonun bir bellekkutusu [Chris Marker] bir bellekmekan [Muntadas, Farocki] olduğu anımsayan bir bakışla ilişkili olduğu hatta belleğin işleyişini taklit ettiği söylendi. Marker, anımsamak, cisimden kurtulmuş yaraya psişik bir mesken sağlamaksa, o zaman öteki insanların anılarını anımsamak onların yaralarıyla yaralanmaktır diyecektir.
Küratörler: Ege Berensel-Andreas Treske
GÖZBELLEK (Eyes of Memory): HARUN FAROCKI
İşçilerin Paydosu (FabriArbeiter verlassen die Fabrik), 36’, Renkli ve siyah/beyaz, 1995
Dünya İmajı ve Savaşın Yazısı (Bilder der Welt und Inschrift des Krieges), Renkli, 75’, 1988 Uzaktaki Savaş (Erkennen und verfolgen), 58’, Renkli ve siyah/beyaz, 2003.
Söndürülemez Ateş (Nicht löschbares Feuer), 25’, siyah/beyaz, 1969.
Karşılaştırma (In Comparision), 61’, Renkli, 2009.
Bir Devrimin Videogramı (Videogramme einer Revolution), 106’, Renkli ve siyah/beyaz, 1992
Gördüğünüz Gibi (Wie man sieht), 72’, Renkli ve siyah/beyaz, 1986.
Tutulma (Immersion), 20’, 2 Ekranlı Video Düzenleme,
Nakil (Übertragung), 43’, 1 Ekranlı Video Düzenleme, Renkli ve siyah/beyaz, 2008.
Montaj (Aufstellung), 1 Ekranlı Video Düzenleme, 16’, Renkli ve siyah/beyaz, 2005.
Ölüdoğa (Stilleben), 56’, Renkli, 1997
Risksiz Olmaz (Nicht Ohne Risiko), 50’, Renkli, 2004
TEKBELLEK (Collective Memory): ANTONI MUNTADAS
Politik Reklam, (Political Advertisement) , 75’, 1 Ekranlı Video Düzenleme, Renkli ve siyah/beyaz, 2008.
Tercüme Üzerine: (Korkunun Tercümesi): Fear/Miedo (Translation: Fear/Miedo), 30’ 27’’ 1 Ekranlı Video Düzenleme, Renkli ve siyah/beyaz, 2008
Tercüme Üzerine: (Korkunun Tercümesi), Miedo/Jauf, (On Translation: Miedo/Jauf), 53’54’’, 1 Ekranlı Video Düzenleme, Renkli ve siyah/beyaz, 2007
SUBELLEK (Memory of Water): GENCO GÜLAN (Su Serisi)
Tele-Rugby, 10’23’’, Tek Ekranlı Video Düzenleme, Renkli, 2003
Shopping Water, 10’06’’, Tek Ekranlı Video Düzenleme, Renkli, 2006
Suboya, 28’ 38’’, Tek Ekranlı Video Performans, Renkli, 2006
Re-Moses, 60’’, Tek Ekranlı Video Performans, Renkli, 2006
Denizboya, 11’ , Tek Ekranlı Video Performans, Renkli, 2005
Ojingoi Hoi, 11’ 31’’, Tek Ekranlı Video Performans, Renkli, 2006
YERBELLEK (Places of Memory): HAKAN AKÇURA
Sazak’ın Dikenleri, 41’ 31’’, Tek Ekranlı Video Düzenleme, Renkli, 2010
FESTİLAB (FESTİVAL LABORATUVARI) ÇAĞRI METNİ
Festilab bir Video/Film Üretim Laboratuarı girişimidir. 21. Festival’den başlayarak Ankara’da yıl boyunca ses ve görüntü üretimi konusunda yurtiçinden ve yurtdışından gelecek konukların katılımıyla düzenlenecek bir dizi laboratuar-atölye çalışmasının, bir üretim bürosunun çatı-ismidir. Üretilen işleri periyodik olarak yayınlanacak bir Videozine yoluyla bağımsız dolaşımının sağlanacağı, bir dahaki festivalde gösteriminin yapılacağı bir dağıtım-gösterim ağı projesidir. Festivaller artık gösterim işlevlerinin ötesinde kendi izleyicisini yetiştirme, onu bir üreticiye dönüştürme noktasına sıçramak zorundadır. Sanatsal üretim genel olarak ayrıcalıklı bir sınıf tarafından düşünülmüş ve kurulmuş olan bir üretimi, yani ayrıcalıklı sınıf tarafından çoğunluk için düşünülmüşü sürdürmek istiyor. Festilab bunun tersine herkes tarafından herkes için yapılan bir Video/Film üretiminden yanadır ve burada sinemacı çevrenini saran kutsallaştırılmış şeylerden sıyrılırken, seyirci de artık Video/Film karşısındaki edilgen konumundan kendini kurtaracak, Video/Filmin ortak yaratıcısı, ortak sorumlusu olacaktır.
11–21 Mart 2010 tarihlerinde gerçekleştirilecek 21. Ankara Uluslararası Film Festivali çerçevesinde toplam on atölye çalışması düzenlenecektir. Pierre Bismuth, Sandy Lieberson ve Gerard Labady atölyelerine katılım sınırlıdır. Bu üç atölyeye katılmak isteyenlerin festilab@filmfestankara.org.tr e-posta adresine kısa biyografileri ile birlikte atölyelere katılım niyetlerini anlatan kısa metni 10 Mart 2010 Çarşamba gününe kadar göndermeleri gerekmektedir. Diğer yedi atölyeye katılım açık olacaktır. Bu atölyelere katılmak isteyenlerin aynı e-posta adresine isimlerini ve katılmak istedikleri atölyeyi belirtmelerini bekliyoruz.
Atölyeler Goethe Institut-Ankara’da yapılacaktır. Katılımcılara Festival sonunda sertifika verilecektir.
ATÖLYELER
HAKAN AKÇURA / OPEN FLUX ATÖLYE ÇALIŞMASI
12 Mart Cuma 17.00 – 20.00
Son beş yıldır İsveç'te yaşayan Hakan Akçura kendini şu cümlelerle tanıtıyor: "Ben bir open flux sanatçısıyım. Kaygı ve sorumlulukla yaratmaktan geri duramayan günümüz sanatçılarının sahip olmaları gerektiğine inandığım şu nitelikler, benim yaratımımın da hedefidir: 'Zamanın ruhu'na (zeitgeist) bir kez daha tanıklık etmek yani giderek daha boka batan bu yerkürede daha muhalif ve radikal olmak. Yaratımlarının mülkiyet sorunlarından daha çok, yaygın dolaşım ve paylaşımını önemsemek. Bağımsız olmak. Yol gösterici, zihin açıcı, sorunlara yeni tanımlar önerebilen bir sanatçı olmanın yanı sıra, her türlü etkileşim ve iletişime açık, gerektikçe oyun kurucu olmayı becerebilen bir sanatçı da olabilmek. Elitizm batağına da, popülizme de düşmeyen bir cesareti, özgünlüğü ve niteliği var etmeye, ötesi hep korumaya çalışmak." Atölye, yeni medyanın olanaklarını hemen her yaratımında kullanmaya çalışan sanatçının toplu sunumunu ve katılımcılarla sohbetini içerecek.
“FESTİVALLER İÇİN BEYİN JİMNASTİĞİ”
HAKAN AYTEKİN ATÖLYE ÇALIŞMASI
13 Mart 2010 / 12.00 – 14.00
Her belgesel film ve her film festivali ölçülemeyecek kadar çok iyi niyet ve özveri; ama ölçülebilecek kadar da zaaf ya da hata barındırır. Ölçülemediği için iyi niyet ve özverilerin farkına varılmazken zaaf ya da hatalar ölçülebildiği için göze batar... Ne yazık ki, belleklerde de “ölçülebilenler” kalır. Filmler ve festivaller, eski deyişle birbirinin “lâzım-ı gayr-i müfârık”ıdır… Yani biri olmadan, diğeri olmaz… Gelin görün ki, bu vazgeçilmez ikili, çoğu zaman iyi niyet ve özverinin ötesinde, zaaflarıyla anılır… Belgesel film yönetmenleri ve festival düzenleyicileri olarak bu olumsuz tabloyu aşmanın yollarını zorlayamaz mıyız? Karşılıklı olarak tartışarak, uzlaşarak, asgari ölçülerde de olsa, bir standarda ulaşamaz mıyız?
SİNEMADA SES VE MÜZİK ATÖLYESİ
UFUK ÖNEN
13 Mart 2010 / 13.30 – 16.30
Etkinliğin amacı, sinema ve görsel medyada ses ve müziğin önemine dikkat çekmek, bu konuda farkındalık yaratmak ve sinemada ses ve müzik kullanımı ile ilgili temel bilgiler vermektedir. Etkinliğin hedef kitlesi, başta yönetmenlik, yapımcılık senaristlik ve ses tasarımcılığı olmak üzere, film yapım alanında çeşitli pozisyonlarda çalışan veya çalışmayı amaçlayan profesyoneller, öğrenciler ve amatör olarak film yapımı ve çekimi ile ilgilenenlerdir. Sunum kısmında sesin ve müziğin sinema için önemine ve bunlara ek olarak ses ve müziğin kategorilerine, hikaye içi ve dışı seslere, çekim sırasında ve çekim sonrasında uygulanan kayıt ve prodüksiyon tekniklerine, müzik yazım ve yapım aşamalarına değinilecektir. Ayrıca gösterilecek film bölümleri üzerinde tartışmalar yapılacak, son olarak da katılımcıların soruları cevaplanacaktır. Etkinlik süresi (iki bölüm olmak üzere) toplam 150 dakikadır.
“HİÇ KİMSEYE ANLATAMADIĞINIZ BİR SIRRINIZ VAR MI?”
GENCO GÜLAN ATÖLYE ÇALIŞMASI
15 Mart 2010 / 14.00 – 16.00
Kavramsal sanatçı Genco Gülan "Hiç Kimseye Anlatmadığınız bir Sırrınız var mı?" sorusunu sorarak atölyesine başlayacak. Buradan yola çıkarak katılımcılar ile sanata ve hayata ilişkin görüşlerini paylaşacak, disiplinlerarası yaklaşımını aktaracak, seyircileri dinleyecek. İki bölümden oluşacak atölyede sabah yapılacak tanışmadan sonra öğleden sonra çekimlere başlanacak. Atölye katılımcıları tercihlerine göre kameraların önünde ve/veya arkasında yer alacaklar. Çekilen videolardan seçilenler, 14 Mayıs–10 Haziran, 2010 tarihleri arasında İKSV'nin düzenlediği 17. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında Genco Gülan'ın "Cadaquez" isimli video performans projesinde kullanılacak.
DOMINIC MORISETTE İLE AFGANİSTAN GÜNLÜKLERİ
15 Mart 2010 / 16.30 – 18.30
Dominic Morisette fotoğrafçılık eğitimi aldı ve 1990’ların başında film yönetmenliğine âşık oldu. Etnologların dünya kültürlerine duyduğu saygıdan esinlenen bu müzmin sinematografçı dünyanın dört bir yanına seyahat eder ve belgeseller yapar. 2003 yılında Catherine Pappas ile beraber yönettiği, Nova Scotia balıkçıları hakkındaki “Petit Havre’ın Son Tutkunları / Les Derniers Chassuers du Petit Havre” filmi ile Jutra En İyi Belgesel Ödülü’nü aldı.
Daha sonra video ve fotoğraf atölyeleri düzenlediği ve 2004 Başkanlık seçimlerinde adaylar için basın kampanyası koordine ettiği Afganistan’da uzun yıllar kaldı. Çevre sorunlarına dair ilgisi ve seyahatleri onu Pakistan, Indus Deltası’na yöneltti. 2005 yılında ise Yemen’de atölye çalışmaları düzenledi. 2005 yılı yapımı belgesel filmi “Afganistan Günlükleri” üzerine konuşacak. Film, iki dergi (Killid ve Mursal) ve bir radyo istasyonuna sahip olan Killid Medya adlı basın grubunu konu edinmektedir. Belgesel, medya olgusunun nasıl işlediğini gözler önüne seriyor ve bunu yaparken daha iyi bir gelecek rüyası kuran bir ülkenin yeniden yapılışını betimliyor. Bu yeniden doğan toplumun başa çıkmak zorunda olduğu hayati meseleleri gösteriyor.
PIERRE BISMUTH ATÖLYE ÇALIŞMASI
16–17–18 Mart 2010 / 11.00 – 14.00
Brüksel asıllı ünlü Fransız görsel sanatçı. Kültürel ürünleri yapıbozuma uğratarak çoğu zaman "esprili" bir şekilde tekrar inşa etmesiyle tanınır. 2005'te senaristliğini yaptığı Eternal Sunshine of the Spotless Mind (Sil Baştan) filmiyle Michel Gondry ve Charlie Kaufman ile birlikte Oscar kazanmıştır. Bismuth, atölye çalışmasında yeniden kurguladığı Hollywood filmlerini, bazı video işlerini ve Eternal Sunshine of the Spotless Mind üzerine çektiği bir kısa filmi göstererek, kurgu üzerine konuşacak.
SANDY LIEBERSON ATÖLYE ÇALIŞMASI
17 Mart 2010 / 15.00 – 18.00
Amerikalı ünlü yapımcı. Yapımcısı olduğu filmler arasında; Jabberwocky (Terry Gilliam), Performance (Nicolas Roeg), The Rolling Stones Rock and Roll Circus (Michael Lindsay-Hogg) gibi filmler vardır. Ayrıca Bertolucci'nin 1900, Ridley Scott'ın Alien, Werner Herzog'un Nosferatu, Nicolas Roeg'in Bad Timing, George Lucas'ın Star Wars ve The Empire Strikes Back gibi filmlerine danışmanlık yapmıştır. Halen Londra Film Okulu ve İspanya'daki ulusal film okullarında dersler vermekte ve Berlin Film Festivali Talent Campus ile Londra Film Okulu'nda danışmanlık yapmaktadır. Sandy Lieberson film yapımı üzerine bir atölye çalışması yapacak.
“GENÇ YÖNETMENLERLE CANLANDIRMA SİNEMASI”
BERAT İLK ATÖLYE ÇALIŞMASI
18 Mart 2010 / 12.00 – 16.00
"Canlandıranlar" başlıklı projelerin üreticisi ve yöneticisi olan Berat İlk, İstanbul Bilgi Üniversitesi Görsel İletişim Tasarımı Bölümü’nde 2006 yılından bu yana animasyon dersleri veriyor. Türkiye’deki canlandırma sinemasının ihtiyaçlarını ve mevcut üretim ortamını göz önüne alarak, 2008 yılında "Canlandıranlar" isimli projeler geliştirmeye başlayan İlk, bunun ilk adımı olarak Bilgi Üniversitesi’nde, "Canlandıranlar Film Atölyeleri" düzenlemeye başladı. 2009 ve 2010’da İstanbul Avrupa Kültür Başkenti Ajansı etkinlikleri çerçevesinde, İstanbul Bilgi Üniversitesi VCD Bölümü ortaklığıyla "Canlandıranlar Yetenek Kampı" projesini hayata geçiriyor. 2003 ve 2004 yıllarında Kanada’da yaşayan Berat İlk, çalışmalarını Santralistanbul’daki atölyesinde sürdürüyor.
İMAJLARLA DÜŞÜNMEK: HARUN FAROCKİ'YLE ATÖLYE ÇALIŞMASI
19 Mart 2010 / 11.00 – 14.00
Harun Farocki'nin işleri bizi temsilin politikaları ve tarihiyle olan ilişkilerimizi yeniden düşünmeye kışkırtıyor. Belgeselden makale-filme, video düzenlemelerden yazıya kadar yaygınlık gösteren işlerinin gövdesi, politik bir girişim olan imaj üretimini görev edinmeyi düşünmeye bir çağrı. Bu atölye çalışması, filmcileri, sanatçıları, yazarları, felsefecileri, siyaset kuramcılarını, tarihçileri ve aktivistleri Farocki'nin işleriyle tartışmaya davet ediyor. Atölye çalışması Harun Farocki'nin katılımıyla bir günlük yoğun film izleme ve sohbetle ve Andreas Treske'nin moderatörlüğü ve sunumuyla gerçekleşecek.
GERARD LABADY ATÖLYE ÇALIŞMASI
20 Mart 2010 / 11.00 – 14.00
Fransız besteci ve ses tasarımcısı. Yüksek Müzik Konservatuar’ında (CNSM) aldığı bestecilik eğitiminin ardından araştırmalarına devam etti ve nihayetinde Müzik Araştırmaları ve Tanıtma (Connaissance et recherche musicale) merkezini kurdu ve yöneticiliğini yaptı. Ünlü yapımcılar ile yakın temas içinde geçen mesleki kariyeri gitgide “görüntü/ses” ilişkisi çevresinde yoğunlaşmaya başladı. Bunu takiben bilgisayar müziğinin yanı sıra ses ile ilgili tekniklerin öğrenilmesi ve edinilmesi gerektiğine inandı. A2, Fr3, Canal+, BBC, Gallimard, Philips, la Fabrique, Praxinos, Procidis, Antefims, les Armateurs, Folimage gibi kurumlarda ses tasarımcısı olarak çalıştı. Labady, sinemada ses kullanımı üzerine bir atölye gerçekleştirecek. Çalışma 2,5 – 3,5 saat arasında sürecek.
Goethe-Institut Ankara
Atatürk Bulvarı No 131
06640 Bakanlıklar - Ankara, Turkey
phone: + 90 312 4195283
fax + 90 312 4180847
info@ankara.goethe.org
Sazak’ın Dikenleri
Bir performansın belgeseli
Yapım: Open Flux
Yönetmen: Hakan Akçura
Müzik: Dror Feiler
Kamera: Hakan Akçura, Dror Feiler, Leyla Ferngren, Gunilla Sköld-Feiler
Kurgu: Hakan Akçura
41.31 dak.
2010
Stockholm, İsveç
Sazak, Türkiye'nin Ege kıyılarında İzmir şehrinin Karaburun ilçesinde yeralan 1922 yılında diğerleriyle birlikte zorla boşaltılan bir Rum dağ köyü.
Zamanında bağlarında lezzetli şaraplar ve pekmezler üretmek için rizaki üzümleri yetiştiren bu köyün ve çevre köylerin Rum sakinleri, aslında en az geride kalanlar kadar bu toprakların sahibi olsalar da, İzmir’i işgal eden Yunan ordusuyla bir sayıldılar, Karaburun koylarından denize dökülüp, öldürülüp, sürüldüler; arkalarından köyleri talan edildi.
O günden bu yana, yani tam 87 yıldır, yeraldığı sarp yamaçta, güçlü rüzgarlara, Midilli ve Sakız adalarına yüzü dönük, hala ayakta kalan taş evleri ve eşsiz siluetiyle ıssız, yalnız ve korumasız bekler Sazak.
2009 yılının Ağustos ayında 50 kadar Yunanistan vatandaşı Patras yakınlarından Türkiye'nin İzmir ilinin Karaburun ilçesine geldiler. Onlar 2. düzenlenen Karaburun Yarımadası Türk-Yunan Dostluk Günleri kapsamında, tam 87 yıl sonra dedelerinin terketmek zorunda kaldığı toprakları ziyaret edecek olan torunlardı.
6 Ağustos akşamı, yöre sakinleriyle ilk buluşma yemeğine katılmak üzere Küçükbahçe köyüne giderken, otobüsleri durdu ve yola indiler. Basan akşam karanlığında, uzaktaki Sazak köyüne ya da onların deyişiyle Sazaki'ye baktılar.
İkinci buluşma yemeği ertesi gün Sarpıncık köyünde yapılacaktı.
Bense, o son yemekle aynı gün yani 7 Ağustos'ta Sazak köyünde bir sanat performansı gerçekleştirerek onlara “merhaba” demek istiyordum. Günler öncesinden kasabanın duvarlarına astığım ve çevre köylere dağıttığım performans duyurum şöyleydi:
“Sazak'ın dikenleri
Yedi Ağustos 2009'da, gündoğumundan günbatımına kadar,
Sazak köyünü, onun ağır boşluğunuyürek dağlayan bir örtü gibi kaplayan
devedikenlerinden temizlemeye çalışacağım.
Bu performansım katılıma açıktır.
Hakan Akçura”
Sazak'ı boylu boyunca kaplayan dikenlerden temizlemeye kalkmak, bu simgesel temizlik, benim için, köyü 87 yıldır acılı geçmişiyle birlikte terkedildiği yalnızlıktan, sahipsizlikten, korumasızlıktan kurtarmaya çalışmanın, onu her geçen gün daha da gelişeceğine inandığım Türk-Yunan dostluğunun simgelerinden biri haline getirmenin yolunu açmaya kalkışmaktı.
Dikenlerini temizleyeceğim her evden, o evin orada artık olmayan sahiplerinden kendimce izin istedim.
Evet performansım katılıma açıktı. Çağrımı sadece Karaburun ve çevresine yaygınlaştırmamış, aynı zamanda ilk buluşma yemeğinin Türkiyeli ve Yunanlı tüm konuklarına da duyurmuştum. Performansa ekibim dışında sadece iki kişi geldi. Küçükbahçe yazlıkçılarından Bergamalı emekli bir felsefe öğretmeni ile kızı. Sularını ve meyvelerini paylaştılar benimle. Onlara teşekkür ediyorum.
Hakan Akçura
Karaburun'un eski sakinleri / Andreas Baltas Arşivi
Subscribe to:
Posts (Atom)