7.11.19

İstanbul, TÜYAP, Artist 2019 "Faust" etkinliğine dışardan katkım...


"Hasanoğlan Öğretmen Okulu Kütüphanesi'nde yeralan Faust kitabının iç kapağı, 
buluntu fotograf, Hakan Akçura, 2019"

İstanbul, TÜYAP, Artist 2019 "Faust" etkinliğine dışardan katkımdır.

Eylül ayında Ankara’da yıllardan sonra buluştuğum kadim dostum ATO Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Arif Müezzinoğlu, katılmak istediğim ve önerecek bir iş oluşturmaya çalıştığım İstanbul TÜYAP Artist 2019 "Faust" etkinliğinden sözaçtığımda, tam bir yıl önce Ankara Tabip Odası Kültür ve Sanat Komisyonu’nun düzenlediği Hasanoğlan Köy Enstitüsü gezisinden bahsetti. Gezide yeralan bir eski mezun onlara bir fotograf göstermişti. Fotograf Hasanoğlan Öğretmen Okulu Kütüphanesi'nde yeralan ve sayısı 26 bini aşan kitaptan biri olan Goethe'nin Faust kitabının iç kapağını gösteriyordu. İbrahim Kaypakkaya'nın iki kez, 28 Aralık 1964 ve 8 Ekim 1965 tarihlerinde geri vermek üzere, kitabı ödünç alıp okuduğunu belgeleyen etiketi de içeren...

Bunu duyar duymaz, zihnimden akan tüm diğer ihtimalleri bir kenara koyarak, fotografın peşine düştüm. Daha doğrusu, sevgili Arif’i işe koştum. Fotografı bulsun diye... İstanbul TÜYAP Artist 2019 "Faust" etkinliğinde sergilenmesi için bir buluntu fotograf işi olarak önermek üzere.

Ne yazık ki yetişmedi, ulaşamadı fotografa Arif etkinliğe başvurabileceğim süre içinde ve ben de koca bir "yazık oldu" cümlesi kurdum haliyle, kendi kendime.

Sonra, artık ümidi kesmişken bugün edinebildim o fotografı. Arif, -ATO Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Vedat Bulut'un şükran duyduğum ek çabasıyla- nihayet bulup, bana yollayabilmişti. Ben de, İstanbul TÜYAP Artist 2019 "Faust" etkinliği henüz sürerken, son üç günü öncesinde sizlerle paylaşmak istedim.

Biliyorsunuzdur, Hasanoğlan Öğretmen Okulu, Hasanoğlan Köy Enstitüsü mezunlarının yıllarca görev aldığı ve köy enstitüleri geleneğini ellerinden geldiği kadarıyla sürdürmeye çalıştıkları bir okul. 1949 yılında Çorum'un Sungurlu ilçesinin Karakaya Köyü'nde doğan İbrahim Kaypakkaya da, ilkokulu bitirdikten sonra Hasanoğlan Öğretmen Okulu'na devam etti. Kaypakkaya'nın aynı kütüphaneden ödünç aldığını bildiğimiz diğer kitaplar ve geri teslim tarihleri ise şöyle.

Norman L. Munn'un "Psikoloji" kitabı, 10 Kasım 1964
Tezer Ağaoğlu'nun Lise 3. sınıf için "Mantık" kitabı, 7 Aralık 1964
Hasan Âli Yücel'in "Hürriyet, gene hürriyet" kitabı (1960, İş Bankası Yayınları), 30 Mart 1965




Fotografın ve diğer bilgilerin kaynağı, aynı okulda Kaypakkaya'nın sınıf arkadaşı olarak okuyan öğretmen Ali Kınacı.

Baktığınız buluntu fotograf küçük bir Türkiye tarihi yani.
Görebilmeniz dileğiyle...

9.7.19

Mübadeleleştirdiklerimizden misiniz? [Sazak(i) için zorunlu bir hatırlatma yazısı]

Sazak'ın bugünkü RES gölgesindeki genel görünümü. 

İzlemişsinizdir, yeni bir müzik videosu dolaşıyor sosyal ağlarda. Ahura Ritim Topluluğu'nun İzmir Karaburun ilçesi yakınlarındaki eski rum köyü Sazak'ın (Sazaki) yıkıntılarının etkileyici atmosferinde çektiği "Gafil gezme şaşkın" türküsü yorumu. Ardı ardına paylaşılan, altına yazılan yorumları okudukça, birçoğu için bilinmeyen, etkileyici -egzotik (?)- görüntüsüyle merak edilen, sorulan, alınan cevaplarla birlikte yeniden paylaşılan, şu ana kadar yaklaşık 60 bin kez görüntülenmiş bir video. (Sağolsun, bir grup üyesinin, "Sazak köyünü araştırırken sizin hazırlamış olduğunuz "Sazak'ın Dikenleri" isimli performansınızı izledim. Biz de geçtiğimiz Mayıs ayında Ahura Ritim Topluluğu ile Sazak köyünde bir klip çekimi yaptık, ilginizi çekeceğini düşündüm. Saygılar" diyerek bana ayrıca haber vermek inceliğinde bulunduğu...) 

Videonun tanıtımında köy şöyle tanıtılıyor: "...20. yy'da terk-i diyar edilen halkın[ın] hüzünlü tarihi ve esintileriyle Sazak Köyü..." Sazak köyü halkının, isteği dışında diyarını terk ettiğini vurguluyor sanırım o "edilen" kelimesi. Doğru. Peki nasıl?


Ahura Ritim Topluluğu'nun videosundan


İnternette kısa bir aramada varacağınız, bu köye dair soranlara, bildiğini sanıp, "bilip" ya da "öğrenip" de cevap verenlerin cümlelerinde de yeraldığı gibi şu türden sonuçlar:

Mesela, Atlas Dergisi özel koleksiyonunda yayınlanan "Ege'de Yürüyüş Atlası"nda, uğraklardan biri olan Sazak köyü için şu bilgi veriliyor: 

"...Bir zamanlar şarap ve zeytinyağı üretilen, bağcılık yapılan köy, 1924 yılındaki mübadele sonrası terk edildi..."

2013 yılının 19 Haziran'ında YouTube'a Özer Akdemir'in yüklediği ve belli ki Hayat TV için çektiği şu ana kadar yaklaşık 15 bin kişinin görüntülediği belgesel "Karaburun da [Karaburun'da] terkedilmiş Rum köyü: Sazak"ta, "...burası eski bir rum köyü. 1922-23 yılları arasında, mübadele döneminde, boşaltılan bir rum köyü..." diye tanıtılıyor. 

Videoda babalarından, dedelerinden duyduklarını anlatan yerli halk, genellikle eskiden nasıl türk ve rumların aynı köylerde barış içinde yaşadığını vurguluyor ama o rumların nasıl terk-i diyar ettiğini anlatmamayı seçiyor. Cumhuriyet yıllarında nasıl rum kiliselerinin yıkılarak yerlerine okul yapıldığını ya da onların taşlarıyla hükümet binası inşa edildiğini anlatıyor ve buna dair "zamanında yapılan en büyük yanlış" diyorlar. Yine videoda konuşulan o zamanki Karaburun Belediye Başkanı -ve ilkgençlik arkadaşım- Parlak (Boynak) köyleri rumlarının "1922 yılındaki mübadeleyle beraber Türkiye'den gitmek zorunda kaldığını" belirtiyor. 

(Video, ayrıca,  Karaburun Kent Konseyi'nin blog sitesinde de yeralıyor. Aynı blogda, "Yaylaköy ile eski Sazak köyü çevresi" tahribatlar örnek gösterilerek bölgede yoğunlukla sürdürülmek istenen RES projelerine karşı çeşitli başvurular, etkinlikler, protestolar yapıldığını öğreniyoruz. Bu RES konusundan aşağıdaki alıntıda da bahsedilecek.)



Türkiye Mimarlar Odası tarafından 1963 yılından beri yayımlanan, '90'lı yıllarda aylarca görsel yönetmenliğini de yaptığım, Mimarlık dergisinin 2014 yılı Mart-Nisan aylarında yayınlanan 376. sayısında, mimar Banu Odabaşı, "...[Yeni]limana giderken rastladığı" Sazak köyü üzerine araştırıp yazdığı "Yamacın Ardındaki Köy: Sazak" başlıklı yazısında şunları vurguluyor:

"...6 ay öncesine kadar Osmanlı kayıtlarında adı Sazak olarak geçen bu köye ancak anayola aracınızı park edip iki kilometre patikalardan yürüyerek gidebilirdiniz, ancak bugün rüzgar tribünlerinin inşası için açılmış bir yol bulunuyor..."

"... Karaburun’un belediye kayıtlarında bugün kayıtlı olan 13 köyünden biri değil bu büyük harabe köy. 19. yüzyılın sonu, 20. yüzyılın başında kayıtlı olan 33 köyden biri olsa gerek..."

"... 19. yüzyıl kayıtlarında yarımadanın nüfusunun hemen hemen yarısının Türk, yarısının da Rum olduğu anlaşılıyor. Ancak mübadele, bölge nüfusunda değişikliğe yol açarken [abç], kaynaklarda Gayrimüslim köyü olarak geçen Sazak’ın da ölü bir yerleşim haline gelmesine yol açıyor..."

"...Bölgede hızla yayılan rüzgar tribünlerinin yaydığı titreşimle kendini zor ayakta tutan bu kültür mirası ayrıca, 'yeniden yaparak turizme açma' anlayışının hakim olduğu restorasyon uygulamalarının da tehdidiyle karşı karşıya. Dolayısıyla Sazak Köyü, belki de çok yakın bir zamanda bu yazıda anlatılandan çok farklı bir şekilde çıkacak karşımıza. İşte bu yüzdendir ki bölgede yapılan akademik çalışmalar artmalı ve doğasıyla, kültürüyle, terk edilmiş köyleriyle Karaburun’a sahip çıkılmalıdır..."

Bu çok iyiniyetli yazıdan "öğrendiklerimiz", köyün, eski bir gayrimüslim köyü olduğu, mübadeleyle boşaldığı, yakınlarına yerleştirilen rüzgar tribünleriyle birlikte ulaşılmasını kolaylaştıran bir "yeni yola" sahip olduğu ve "tribünlerin... yaydığı titreşimle kendini zor ayakta tutan bu kültür mirası[nın]", "yeniden yaparak turizme açma” adıyla başlatılacak "restorasyon uygulamalarının ... tehdidiyle karşı karşıya" olduğu... Önemli bir uyarı. Nedeni ne mi bu uyarının?

2013 yılında, yine, o yılların belediye başkanı olan Serdar Yasa'ya ithafen bir haber yayınlanıyor: "...Sazak köyünün bir turizm değeri haline getirilmesi için AB/Unicef aracılığı ile Sazak Köyü Projesi hazırladıklarını ve projenin İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu'na teslim edildiğini söyledi. Birkaç yıl önce Sazak köyünde yaşayan Rumlar'ın torunlarından bazılarını Yunanistan'ın Vartelemeos (Bartelemeos?) kentinde bulduklarını ve konuştuklarını belirten Başkan Yasa şöyle dedi: 'Yıkık evlerden kendilerine ait olanlarını restore ettirip değerlendirmelerini istedik. Eğer Büyükşehir Belediyesi de harekete geçerse Sazak köyü, deniz manzarası, tertemiz havası ile yeniden canlı günlerine dönecek.'"

En son olarak da, Habertürk'ün ve Sabah'ın haberlerine göre, 2018'in Eylül ayında köyün koruma altına alınmasını isteyen bir açıklama yapan Karaburun Kent Konseyi Başkanı Goncagül Karaağaç Ekici: "İzmir'in Karaburun ilçesine bağlı Sazak köyünde yaşayan Rumlar, 1923 yılında Türkiye ile Yunanistan arasında imzalanan mübadele anlaşmasıyla bölgeden ayrılıp, Sakız Adası'na yerleşti. Köy, Rumların buradan ayrılmasıyla boş kaldı..." demiş.

Yeterince bilgilendik... mi?


Fotograf: Gunilla Sköld-Feiler

Hayır.

Aslında, gerçek başka. Sazak(i) ve çevresindeki köylerin rum sakinleri, 1922, 1923 ya da 1924 yılındaki bir mübadeleyle terk-i diyar etmediler. (Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübâdelesi'nin asıl tarihi tabii ki 1923.) Benim 2009'da yaptığım "Sazak'ın Dikenleri" sanat performansımın 2010'da yayınlanan videosunda da belirtildiği üzere: 

"Sazak(i), Türkiye'nin Ege kıyılarında İzmir şehrinin Karaburun ilçesinde yeralan 1922 yılında diğerleriyle birlikte zorla boşaltılan bir Rum dağ köyü.

Zamanında bağlarında lezzetli şaraplar ve pekmezler üretmek için rizaki üzümleri yetiştiren bu köyün ve çevre köylerin Rum sakinleri, aslında en az geride kalanlar kadar bu toprakların sahibi olsalar da, İzmir’i işgal eden Yunan ordusuyla bir sayıldılar, Karaburun koylarından denize dökülüp, öldürülüp, sürüldüler; arkalarından köyleri talan edildi..."



2009 yılında performansım öncesinde yayınladığım çağrı afişimi komşu köylere asarken karşılaşıp konuştuğum yöre sakinlerinin, herhalde bu gerçek bugünkü kadar "mübadeleleştirilmediği" için, anlattıkları da farklıydı. Şöyle anlatıyorum o günlerde yine bu blogda:
...ben, yaklaşık 250 afişle donattığım Karaburun ilçesi ve yakınlarına, ona daha uzak, Sazak’a daha yakın köyleri de eklemiş, Parlak köyü, Badembükü’nde köylülerle buluşmuş, bir sonraki gün yapacağım performansımla ilgili onları bilgilendirmiş ve anlattıklarını dinlemiştim. Özellikle, 1925 doğumlu, Parlak köylü Softa Mustafa’nın kaygılarını dile getirişi, anlattıkları, annesinden dinlediği ya da şahsen yaşadığı öyküler unutulacak gibi değildi:
”Peki ne olacak onlar yeniden gelince? Topraklarını geri isterlerse? İstemiyorlar mı? O zaman tamam… Dostluk iyi bir şey…” 
”Anneannem, Sazak’taki on türk evinden birinde yaşardı. Orada onların camileri de vardı. Evlerin tümü köyün güney cephesinde sırayla yeralır. Caminin çeperleri yuvarlaktır, bulursun dikkat edersen…” 
“Aslında gavurların gitmesini türkler istemiyordu ama savaştan iki yıl önce onlar sık sık Sakız’a gidip gelmeye ve döndüklerinde de türklere kötü davranmaya başladılar.” 
“Annem anlatırdı, Denizgiren’deki jandarma karakolu gavur karakoluymuş ama komutanı çok adaletliymiş. Gavurlar, bir türk ailenin koyununu çocuklarının elinden zorla çalmış. Karakol komutanı tüm köylüleri huzuruna çağırıp çocuğa sormuş ’hangisi?’ diye. Çocuk çalanları gösterince de önce bir temiz dövmüşler hırsızları, sonra bir koyunlarını aileye verip, üzerine de değerince para ödettirmişler." 
“Kaçabilen gavur kaçabilmiş Sazak’tan ve diğer köylerden. Yine de ordu peşine düşüp denize varmadan ya da denizde yakaladıklarını öldürmüş. Şu koylarda, Denizgiren’de… Kaçan Sakız’a kaçmış.” 
“Sazak’ta 20, bizim Parlak köyünde 20 gavur kalmış. Gençmiş komutanı bizim ordunun. Yollamış askerleri Sazak’a, toplatmış hepsini, getirtmiş köye... Arkada kuyular vardır bizim köyde. Yanyana... Onların başında, kimini öldürüp atmışlar kuyulara, kimisi de kendi atlamış. Taşla kapatmışlar üzerlerini.” 
Aslında bu kadar yazacaklarım.

İzlemek isteyenler için performansın video belgeseli de aşağıda. 

Yüzleşme zor iş. Bunu bilirdim. Yüzleşmeye talip olmanın belki de daha zor bir iş olduğunu ise bana süreç öğretti. 

İsteyenlerin yukardaki linklerde okuyup, seyredip de öğreneceği "Sazak'ın Dikenleri" performansımın kendi sürecinde -performansı onlara yönelik, bir arınma, hatırlama, yüzleşme eylemi olarak yaptığım, "hoşgeldin" demek için çağırdığım, eski Sazak(i) sakinlerinin torunlarının bile gelmemesi, onun yerine İzmir'de AVM alışverişine gitmeleri gibi düşkırıklıklarım- başıma gelenlerden dolayı değil, daha sonra yaşantıladıklarım yüzünden de öğrendim:

2010'da 7. Karaburun Şenliği'nde21. Uluslararası Ankara Film Festivali'nde, aynı yıl İngiltere'de Distance etkinliğinde sergilenmesinin ve Portekiz Temps D'Images Festivali'nin ödüllü "Sanat Filmleri" bölümüne seçilmesinin ardından çok uğraşsam da İzmir'de, videomun gösterimi ve yanı sıra hep açmayı seçtiğim fotograflarımın sergisi için tek bir yer bile bulamadığıma şaşırdım önce.

Ama en büyük şaşkınlığım 2015 yılının Ekim ayında Yunanistan'ın Thebai / Thebes antik kenti ya da diğer, yeni ismiyle Thiva'da katıldığım Sphinx 2015 Festivali'ne dair aklımda kalanlar...

Mübadele öncesi ya da mübadeleyle Ege'nin her yerinden zorla sürülen rumların ilk mülteci kampının olduğu, hala kökleri o göçen insanlara dayanan yoğun bir nüfusu barındıran, zorunlu göçün değişik etkinliklerle her yıl anıldığı, o kentte, tam da o kampın olduğu yerde, tam da mübadele etkinliği günlerinde yaptığım gösterim ve sergiye, gösterim öncesinde dağıttığım yüzlerce çağrı bildirisini, kendi mahallelerinde ellerine bıraktıklarımın hiçbiri, ama hiçbiri gelmedi. Gelen o bir avuç, etkinlik yöneticisi, gönüllüsü arkadaşım, neredeyse açıklamaya utandıkları bir gerçeği duyururcasına bana: "Hakan, yüzleşmek, senin yüzleşmeni izlemek, acı verici bir şeyleri hatırlamak istemiyorlarmış. İstedikleri, her şeye rağmen eğlenmek, gülmek, bu mübadele etkinliğinin o sokaklara kurulan ortak masalarında yemek, içmekmiş. Onlar adına özür dileriz."


Sphinx 2015 Festivali'nde "Sazak'ın Dikenleri" video gösterimi ve fotograf sergisi
Fotograflar, Angelos Marinis (Άγγελος Μαρίνης)

Evet bu kadar zor!

Ya da ben ve örneğin İzmir kentinde yıllardır bir avuç insan dışında kalabalıklara hiçbir zaman ulaşamayan Yüzleşme Atölyesi gibi oluşumlar "yanlış yolda". 

Ne bileyim!

Türk-Yunan dostluğundan sözeden  obir dizi oluşumun yürütücüsü, o en solcusu bile kemalist olmaktan vazgeçmeyen insanların zihnindeki söylem, aslında resmi söylem hakim her yere belki de: 

Bir zamanlar bir şeyler oldu. (Aslında olması gerekendi. Nasıl döktük denize işgalci yunanı, işbirlikçi, "İzmir'i yakıp giden" rumu!) Şimdi unutalım. (Hatırlayacaksak da, iki yakaya da eşit sorumluluk yükleyen "mübadele" gerçeğinden hatırlayalım.) Şimdi yanyana gelmemiz, ortak türkülerimiz (kim demiş o zamanın hemen tüm Ege türkülerinin özgünü rumca! O türkülerin bizim keyifli kelimelere dönüştürdüğümüz her cümlesi, acı, hüzün dolu aslında! Kim demiş!) Söyleyelim o türküleri, dansedelim, içelim uzoyu, rakıyı, silelim bu geçmişi. Barış böyle bir şey!

Var ya! Geleceğe baktığımda az da olsa umudumun olduğu bir gün, bir başka blogumda yazdığım şu -olası- düş, artık sadece "düş"! Siz kazandınız. 

Ama Sazak(i) halkı köyünü mübadeleyle terketmedi. Vallahi de, billahi de!: 


Benim bir düşüm var...
Bir gün, resmi tarihin tüm yalanlarına rağmen İzmir yangını gerçeğiyle yüzleşebilen bir olgunluğa geldiğinde İzmir kentinin seçilmiş temsilcileri bir bildiri yayınlar: 
"Biz, İzmir kentinin seçilmiş temsilcileri, 1922 yılının Eylül ayında kentimizde yaşanan büyük yangının, o yangın nedeniyle ölen, yaralanan ya da kentimizden göçetmek zorunda kalan hıristiyan kökenli İzmirliler ile ortak bir trajedimiz olduğunu çok geç de olsa kabul eder ve tüm kurbanlarından, kim olurlarsa olsun artık yargılayamayacağımız suçluları adına hiç yüksünmeden özür dileriz. 

Gerçekleşmesi artık olanaksız da olsa, o talihsiz yangının hiç yaşanmadığı, hiçbir hıristiyan kökenli sakininin terketmek zorunda kalmadığı , o güne kadar süren çok kültürlü zenginliğini bugüne kadar da taşıyacak olan bir İzmir'in, en azından düşünü sizlerle samimiyetle paylaştığımızın ve ortak tarihimizin ve kültürümüzün, önyargısızca araştırılıp, tartışılıp, paylaşılacağı her türlü girişime içtenlikle isteğimiz, katkımız ve çabamızın olacağının bilinmesini çok isteriz. 

Bizi hala birleştiren aramızdaki bu denizin barış ve dostluk denizi olması dileğiyle, başta Pire ve Selanik kentleri olmak üzere, Ulusal Kurtuluş Savaşımız boyunca ve ardından zorunlu ya da anlaşmalı göçlerle kendi evini, toprağını, komşularını, köy ve kasabalarını ve nihayetinde kentini kaybeden tüm eski İzmirlilerin yerleştiği her Yunanistan kenti, kasabası ve köyünü kardeşimiz kabul ederiz." 

Gerçekleşmesi ne denli zor, yazılabilmesi bile ne kadar gecikmiş ve birçok İzmirli ve Türkiyeli gözünde ne kadar korkulası, saldırılası bir düş değil mi?! 
Dedim ya bir düş!