27.9.15

Orada olacağım / I will be there

SPHINX
2015
the hidden Thebes festival

INTERNATIONAL ART EXHIBITION

from 4-10-2015 to 4-11-2015
CONFERENCE CENTER OF THEBES, WORKSHOP OF ART AND CREATIVITY
Opening: 04.10.2015 at 7.00 pm at the Conference Center of Thebes.


In the midst of a persistent state of crisis,
Hidden Thebes erupts out of itself
opening again the legendary question mark
holding the secret of our essence.
Artists from all fields, from all over the world
attempt to reveal this primordial seed hidden deep inside themselves
The first Festival of Hidden Thebes welcomes you in this internatiοnal event
centered on the Riddle of the Sphinx of Thebes
which revives the ontological importance of our mythical city:
«Τί ἐστιν ὅ μίαν ἔχον φωνὴν, τετράπουν καὶ δίπουν καὶ τρίπουν γίνεται;»
General curation: Konstantinos Angelou, Polyxene Kasda
Special curation: Dores Sacquegna
Under the auspices of the Greek Ministry of Culture and the collaboration of the Athens School of Fine Arts.
Δελτίο τύπου
SPHINX
2015
International Festival of Hidden Thebes
INTERNATIONAL ART EXHIBITION
from 04/10/2015 to 04/11/2015
διεθνές φεστιβάλ των Κρυμμένων Θηβών
ΔΙΕΘΝΗΣ ΕΙΚΑΣΤΙΚΗ ΕΚΘΕΣΗ
από 4-10-2015 έως 4-11-2015
ΣΥΝΕΔΡIΑΚΟ ΚΕΝΤΡΟ ΘΗΒΑΣ, ΕΡΓΑΣΤΗΡΙΟ ΤΕΧΝΩΝ ΚΑΙ ΕΙΚΑΣΤΙΚΗΣ ΔΗΜΙΟΥΡΓΙΑΣ
Εγκαίνια στις 4-10-2015, στις 7.00 μ.μ. στο Συνεδριακό Κέντρο Θήβας.
Στη μέση μιας επίμονης κρίσης
η Κρυμμένη Θήβα ξεσπά μέσα από τον εαυτό της
ανοίγοντας ξανά το θρυλικό ερωτηματικό
που κρατάει το λόγο της ουσίας μας.
Καλλιτέχνες από όλα τα πεδία, από όλον τον κόσμο
επιχειρούν να αποκαλύψουν αυτόν τον πρωταρχικό σπόρο
που κρύβεται μέσα στον ίδιο τους τον εαυτό,
Αυτό που μας κάνει Ανθρώπους.
Το πρώτο Φεστιβάλ των Κρυμμένων Θηβών σας καλωσορίζει
σε αυτήν την διεθνή εκδήλωση που,
επικεντρωμένη στο Αίνιγμα της Σφίγγας,
επαναφέρει την οντολογική αξία της μυθικής μας πόλης:
«Τί ἐστιν ὅ μίαν ἔχον φωνὴν, τετράπουν καὶ δίπουν καὶ τρίπουν γίνεται;»
Γενική επιμέλεια: Κωνσταντίνος Αγγέλου, Πολυξένη Κασδά
Ειδική επιμέλεια: Dores Sacquegna
Υπό την Αιγίδα του Υπουργείου Πολιτισμού και την συνεργασία της Ανωτάτης Σχολής Καλών Τεχνών Αθήνας.

13.9.15

Thebes, Sphinx 2015 etkinliklerinde, geçmişin hayaletleriyle geleceğin Avrupası'na doğru...



Ekim başında bir haftalığına Yunanistan'da, Atina'nın kuzeybatısındaki ünlü antik kent Thivas / Thebias'da (Thebes) sürmekte olan SPHINX 2015 (Sfenks 2015) etkinliklerine davetliyim.

Etkinlikler kapsamında 1 Ekim'de açılacak sergide "2011 yılında Avrupa'da çok küçük bir ada ya da çok yakında bütün Avrupa" adlı resmim sergilenecek. Ayrıca aynı hafta antik kentte yeralan iki ayrı meydanda iki ayrı etkinliğim sahne alıyor.


İlki 4 Ekim pazar günü düzenleyeceğim -umarım- çok katılımlı bir performans. İsmi ingilizce ve çevrilmesi mümkün değil: The inter(s)a(n)ction of third individuations. Angela Merkel'in 2010 yılının Ekim ayında sarfettiği ve Avrupa'da yeni bir çağı başlattığını düşündüğüm cümlelere 5 yılın ardından vermeyi düşündüğüm bir cevap.

Şöyle demişti Merkel, Postdam'da Hıristiyan Demokratik Birlik (CDU) gençlik kolu toplantısında yaptığı konuşmada: ''Kuşkusuz, yan yana yaşayacak, çokkültürlü bir toplum inşa etme yaklaşımı başarısız oldu, tek kelimeyle başarısız''. 

Ben Merkel'in bu cümlelerini, her bitirdiğinde yeniden başa alarak, arka arkaya ekledim. Her yeniden ekleyişimde yavaşlattım. Yeni bir ses dosyasına 14 dakika boyunca yaydım. Artık o ses iniltiye, çok sevdiğim bir arkadaşımın benzetmesiyle "Tepegöz Polyphemus'un, mağarasında, Odysseus'a haykırışına" dönüşünceye kadar... 

Performansa şimdiden elimdeki tüm olanaklarla davet ettiğim Atina ve Thivas'lılardan, oralara varınca bulacağımı düşündüğüm diğerlerinden istediğim ise, Thebes'in "Ag. Georgios" (yani Aya Yorgi, Saint George ya da Cercis Aleyhisselam) Meydanı'nda, Merkel'in dönüştürülmüş sesi güçlü hoparlörlerden boşanırken, o hoparlörlerin karşısında, kendi seçtikleri şarkıları kulaklıklarından dinleyerek dansetmeleri. Danslarının sonunda da kendi ve dansetmek için seçtikleri o şarkıların isimlerini bana iletmeleri... 

Performansın hazırlığından başlayarak, sürecini, kendisini belgelerken, onların isimleri ve şarkı listelerini de yayınlayacağım bir web sitesi ise hedefim, sonraki işim. Daha öte hedefim ise bu "sessiz" dansları tüm Avrupa'ya yayabilmek. Bakalım... Daha Thebes'te kaç katılımcıyla yola başlayacağımı bile bilmiyorum.


5 Ekim'de ise Thebes'in Sinikismos Meydanı'nda ise "Sazak'ın Dikenleri" ilk kez Yunanistan'da, açık havada, perdede gösterilecek. Sinikismos, 1922 yılında Anadolu, Küçük Asya'daki kırımdan kaçan, topraklarından sürülen sığınmacıların yerleştikleri meydan. Sanırım bu videomun gösterimi için iyi bir yer seçimi.

Aşağıda peformans çağrımı temellendirdiğim, tanımladığım ingilizce proje metnimi bulacaksınız. Etkinliğin Facebook sayfasını, açık çağrımı, Yunanistan'daki dostlarınızla paylaşır ve onların da yaygınlaştırmasını isterseniz sevinirim:

The inter(s)a(n)ction of third individuations

“At the external level, the immigrant has to rediscover the acceptable limits of interpersonal space. The extent of physical contact, spatial proximity and psychological intimacy becomes a matter of renewed psychosocial negotiation and practice. More important, the immigrant finds himself “too far” from his country of origin, a distance that he, like the practicing phase toddler, might greatly enjoy for some time. Sooner or later, however, the anxiety of having exceeded the symbiotic orbit surfaces. The immigrant's ego loses the support it had drawn from the familiar environment, climate, and landscape—all unconsciously perceived as extensions of the mother. “Attempts at restoration of such ego support may lead the immigrant to seek a climate and ethnic surrounding much like his original, and may become involved in a lifelong attempt at symbolic restitution of his motherland”.
(Salman Akhtar (1995), “A Third Individuation: Immigration, Identity, And The Psychoanalytic Process”, Journal of the American Psychoanalytic Association 43:1051-1084)

“This is why Lacan’s formula for overcoming an ideological impossibility is not ‘everything is possible’, but ‘the impossible happens’. The Lacanian impossible-real is not an a priori limitation, which needs to be realistically taken into account, but the domain of action. An act is more than an intervention into the domain of the possible—an act changes the very coordinates of what is possible and thus retroactively creates its own conditions of possibility.” 
(Slavoj Žižek, “A Permanent Economic Emergency”, New Left Review 64, July - Aug 2010, page 85) 


I think the words of German president Merkel "And of course, the approach [to build] a multicultural [society] and to live side-by-side and to enjoy each other... has failed, utterly failed" is the beginning of the new era that is a foresight future of Europe. 

“The inter(s)a(n)ction of third individuations” is a work within a city-wide participatory art-research project using the digital, physical and human infrastructure of a festival, including Merkel’s manipulated speech in background and a “silent” dance event and a declaration of a possible different foresight.

The project aims for a “silent” dance event with 100 - 1000 volunteer participants with own free chosen playlist during 13:14 minutes, intends even for exhibit of those participants own reflections upon Merkel’s speech and their detailed playlist on website.

Process:

To find participants in Thebes through help and open calls from voluntary groups that works within anti racism, for future multi cultural European societies. The call will inform about the project; “silent” dance event, recording of own reflections and publishing playlists.

A comprehensive lab-working with individual recordings of the participants reflections of Merkel’s manipulated speech, and the playlists that participants will choose to listen with their own mp3/4 player with headphones while they dance in “silent” event.

The actual process will occur in a crowded square of city on the dates of the festival. Merkel’s manipulated speech will be on speakers, running gradually slowing, while the participants dance “silent”. The participants will be close-up recorded by moving cameras and the square will be recorded by multiple stable cameras during those 13:14 minutes. 

The interactive presentation of the project on its own website will be available close after the date of performance. The website gives all visitors possibility to enter the different pages to check all participants reflections and playlists with their own cursors.

7.9.15

Gelelim fasulyenin faydalarına...



Biliyorsunuz geçende Demirtaş Stockholm'e geldi ve çoğunlukla yandaşlarının doldurduğu bir salona konuştu. Ben de o konuşmayı kaydettim ve yayınladım, çoğunuz çok memnun oldu ve bazılarınız o’nun şimdiye kadarki en iyi konuşmalarından saydı ve ayrıca teşekkür etti. Sağolsunlar.

O kaydın sonunda hatırlarsanız, benim Demirtaş'ın resmi ve gayrı resmi korumalarının ardından seyirtip de girdiğim sahne arkası bir koridorda, ona yönelttiğim soru ve cevap da yeralmıştı.

(Sorum şuydu: İlhami Işık'ın (Balıkçı) dünkü demecini okudunuz mu? Işık, demecinde barış görüşmelerinin PKK'yle dolaylı ama bir taraftan da Öcalan'la doğrudan hala sürdüğünü, hatta önümüzdeki süreçte diğer Kürdistanî partiler ve Hüda-Par'ın bu sürece dahil edilmesi ihtimalinin olduğunu söylüyor. Bu konuda söyleyebileceğiniz bir şey var mı?

Cevabı: Spekülatif gibime geliyor. Hiçbirini teyid edebilecek durumda değilim. Görüşmelerin sürdüğüne dair somut hiçbir bilgi gelmiş değil bana.)

O kayıtta yeralmayan şeyler de olmuştu o koridorda, ardından, binanın dışında, sokakta. Günlerdir içimde kaldı, aktarayım istedim. Ardından da sözüme devam edeyim:

Demirtaş sorumu cevapladıktan ve ben onun ”birkaç sorum için bana ayırabileceği bir zamanı olmadığını” öğrendikten sonra, teşekkür ettim, başarılar diledim. Ben susar susmaz solumdan bir kadın sesi yükseldi:

”Sayın Demirtaş, ben de bir şey sormak istiyorum. Benim türkçem iyi değildir. Ben kürdüm, kürt doğdum, kürt öleceğim. HDP’li değilim ama buraya geldim, sizi dinledim. Uzun uzun partinizin propagandasını yaptınız ama savaştan bahsetmediniz. Orada bir savaş var. Bir kürt kadınının iki gün önce, çırılçıplak, işkence edilmiş, tecavüz edilmiş cansız bedeninin sokağa bırakıldığı bir savaş. Siz o kadına dair tek bir cümle kurmadınız. Siz savaşa dair tek bir cümle kurmadınız. Neden?!”

Hatırladığımca dedikleri bunlardı ve ben başından sonuna onu kayda aldığıma emindim. Kameramı cevap vereceğini sandığım Demirtaş’a çevirdiğimde, onun korumaları eşliğinde çoktan kapıdan çıkmış olduğunu ancak farkettim. Geriye kalanlar ise kadına doğru bağırıyordu, ayrı ayrı, tek tek: ”Çıkarın şunu buradan!”, ”O bu konularda hep konuşuyor! Şimdi bir şey demesine gerek yoktu!”, ”Seni buraya gelmene bunları diyesin diye izin vermedik! Defol!” ve anlayamadığım birçok kürtçe azar daha…

Sonra dışarı çıktım. Kapı önünde, ayakta düşünürken bir kadın yaklaştı yanıma, kısa boylu, kumral, sert ifadeli, bir yerlerden tanıdık. İsveççe: ”Kayıt yaptın mı?” diye sordu. ”Evet!” dedim, ”her şeyi kaydettim.” ”Umarım yayınlamayacaksın!” diye ekledi. Şaşkın döndüm: ”Anlamadım,” dedim, anlamaya başladım: ”Son, o kadının sorusunu mu kastediyorsun? Elbette yayınlayacağım.” dedim. O yine, bu sefer tane tane yineledi: ”U-marım… yayınlama-yı… düşünmüyorsun!” Dik dik baktı gözlerime. Biraz şaşkındım herhalde, bir yandan hala elimde olan kameramın objektif kapağını kapatıp, bir an önce onu çantama sokmaya çalışırken, içimden kendime: ”Hakan, uzundur tehdit edilmemiştin, reflekslerini yitirdin be yavrum!” dedim. Döndüm uzaklaştım oradan.

Sonra aynı akşam evde, çektiklerimi bilgisayara aktarırken farkettim ki, en son kaydım kendi soruma, aldığım cevaba ilişkin. Oğlumun kamerasıyla gitmiştim çekime ve acemilikle yanlış yerine, düğmesine basmıştım benden sonrasını, o kadını çekerken herhalde. Tehdit eden sevinecek diye düşündüm, akşam paylaştığım videoyu izlerken. Yeterince, gereğince korkmuş olacaktım gözünde.

Biliyor musunuz, aynı tehditçi kadın ya da o koridordaki bir başka azarcı PKK’linin, ondan bir gün önce ya da bir gün sonra, Stockholm’un merkezinde ”işgalci TC’nin Kürdistan’a saldırısı”nı protesto eden sürekli protestoculardan biri olduğuna adım gibi eminim. Üstelik elinde de, ”çırılçıplak, işkence edilmiş, tecavüz edilmiş cansız bedeni Varto’da sokağa bırakılan gerilla Kevser Eltürk’ün (Ekin Wan)” fotografını taşıyarak… Ne? Orada o fotografı taşıyan, neden mi koridorda Demirtaş’a sorulan o soruya, o sorulan sorunun kaydına itiraz eder, o kaydı ”yaptım” diye beni tehdit eder?

Dedim ya, gelelim fasulyenin faydalarına…

Demirtaş bana zaman ayırabilseydi soracağım sorular aşağıda. En başta, eski dostum yeni HDP milletvekili Filiz Kerestecioğlu olmak üzere, o’na yakın, sözü geçen birileri Demirtaş’a iletirse, o da cevaplarsa, o cevapları olduğu gibi yayınlarım:

Giriş:

HDP, uluslararası arenada, bildiğimiz, kendi sömürge halklarının ulusal bağımsızlık ve demokrasi mücadelesini yürüten silahli mücadele örgütlerinin yanı sıra ya da onların siyasal kanadı olarak yarı-yasal ya da yasal faaliyetini sürdüren birçok oluşumdan farklı bir amacın partisi: Ortak vatan partisi olmak amacı, Türkiyelileşmek. Bir an için İrlanda’da Sinn Féin’in, yani adının çevirisi zaten ”Biz, kendimiz” olan bir hareketin ”Britanyalılaşma” temelli bir politikayı benimsediğini tasavvur etseniz, farkın boyutu daha gözle görülür hale gelebilir. ”Aslında, fark değil, saçmalık bu,” diyen de hiç az olmaz.

Kürt ulusal demokrasi hareketinin ezici bir ağırlıkla öncülüğünü üstlendiği, politikasını belirlediği, tümü oldukça küçük boyutta Türkiyeli ”sol” örgütlenmeyle yapılan bir koalisyonla varlık bulan HDP bir başka ”biz”i seçim propagandasının sloganı haline getirdi: ”Biz’ler Meclis’e”. 80 milletvekili ile Parlamento’ya girdi. O milletvekilleri, yine uluslararası arenada benzer herhangi bir ezilen ulus siyasal örgütlenmesinin kalkışmayı aklından geçiremeyeceği biçimde ”Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağı(n)a; hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağı(n)a; toplumun huzur ve refahı, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasa'ya sadakatten ayrılmayacağı(n)a; [egemen] büyük Türk milleti önünde namusu ve şerefi üzerine” ant içti.
Açıkçası ben bu andı içmem. Bunu demem için de bir kürt olmam gerekmiyor. Neyse…

HDP’nin bu, her adımı Türkiye gerçekliğine özgü bir yararcılıkla beslendiği aşikar politikasına değilse de, seçimlerde ulaşmaya çalıştığı hedefine, kendi tabanı dışında birçok kürt, ben dahil birçok kürt olmayan vatandaş destek verdi. Kuşkularla, yeni umutlarla, acaba’yla, dizginsiz bir AKP düşmanlığıyla, başka bir yararcılık mantığıyla vs. Şu ya da bu nedenle…

Ben sömürge devletin vatandaşı bir entelektüel olarak, on yıllardır oyumu hep kürt ulusal demokrasi hareketinin temsilcilerine destek vermek için kullanmıştım. İlk kez çok zorlandım. Bu ”Türkiyelileşme” politikası nedeniyle.

Mızrak başından beri aslında çuvala sığmıyordu. PKK gerçekliğinden ve bu gerçekliğin gücünden bağımsız bir HDP’nin varlığını kabul etmeniz, çok iyiniyetli bir saf değilseniz, bu topraklarda mümkün değil. Eminim, bana aslında hak verirsiniz. Bu demek ki, o tümü oldukça küçük boyutta Türkiyeli ”sol” örgütlenmelerin HDP politikasını, PKK’nin iradesinden bağımsız değiştirebilmesi, eğer bu ”sözde değişim” PKK’nin işine gelmiyorsa olanaksız. Özde, HDP, PKK’den bağımsız bir siyasal örgüt olabilme olanağına ve aslında bence isteğine sahip bir örgütlenme değil. Her aklı başında insan, PKK’nin siyasal alanda ”bu kez” nasıl bir yasal politika öngördüğünü anlamak, kavramak için baktı bundan önceki tüm, çoğu sonradan kapatılan yasal siyasal örgütlenmelere. HDP’ye, ”Türkiyelileşme” yeni hedefi ya da iç koalisyonu yüzünden böyle bakmamak birçoğu için mümkünse de, benim için hala değil.

PKK, önderlik kurumunu, ideolojsini ve politikasını karanlık ve özgürlük düşmanı bulduğum bir yapıyken, en temelde haklı istemlerle yola çıksa da, kendi asal istemlerini bile bir kenara bırakan, bölgede harita çizebilme gücüne sahip aktör olabilmeyi öne almış, savaş boyunca binlerce sistem muhalifinin cinayetini işlemiş, çok kirlenmiş bir ”savaşın öte tarafı”yken, ben ve ben gibiler neden HDP’ye oy verir? Bu, öncelikle benim cevaplamam gereken bir soru.

Şundan: Kürt ulusal demokrasi hareketinin kazanımları, on yıllardır yerel yönetimlerde politika üreten siviller, Parlamento’da çok yoğun saldırı altında varlığını süren milletvekilleri, genel olarak yasal siyasal örgütlenmenin yaygın gücü olmasaydı, Türkiye Cumhuriyeti’nin barış ve demokrasi adına -sonuç verici olmasa da- attığı adımları atabilmesi olanaksızdı. Bu kazanımları PKK’nin savaşı değil, sivil politikanın dönüştürücü gücü sağladı. Zaten PKK de bu süreçte devletin gözünde ister istemez masaya oturulabilir bir savaş örgütü haline geldi. Ben ve sayılarının hiç de azımsanası olmadığını düşündüğüm diğerleri, on yıllardır sivil siyaset -de- yürüten kürt ulusal demokratlarının kendi özgürlük mücadelesinin niteliğini, önderliğini, yapısını da değiştirebilecek bir güce ulaşıp ulaşmadığını umut, merak ettik. Bu umudum ve merakım HDP ile de kısmen sürdü ve destekledim. Kısmen diyorum, çünkü Batı’dan da daha önce hiç istenmeyen oyları isteyen, gücüne güç katmayı hedefleyen, Gezi sonrası şekillendiğine emin olduğum ”Türkiyelileşme” politikasını, siyasal olarak kürdi bağımsızlık mücadelesinin sona erişi ve çiğ bir yararcılık olarak görüyorum. Tam da ülkesel düzeyde bağımsızlık, demokrasi, sosyalizm mücadelesinin güçlü önderliğinin olmaması gerçekliğinden kendine alan bulan… Öte yandan gözlemliyorum ki, birçok Türkiyeli ”sol” entelektüel ve aktivistin aynı boşluktan dolayı beslenemeyen duygularına, coşkusuna, renkli kalabalıkları, etkin mücadelesiyle merhem olan kürt ulusal demokrasi mücadelesi, o başından teşne, eleştirmez, tapar, esrimiş insanları, ne yazık ki, bir yandan istediğince kullanıyor, bir yandan da onlara göstermekten kaçındığı bir küçümsemeyi taşıyor.

Eğer HDP, bu seçimlerde, kürt ulusal demokrasi mücadelesinin bağımsızlık eksenini yitirmeyen, ondan vazgeçmeyen yüzbinlerinden de destek aldıysa, ki aldığını biliyorum, ben en çok onlara benzerim. ”Bizlerin” desteği sizler için en kaygan destektir diye kabul edebilirsiniz, aslında bilirsiniz. Umurunuzdaysa bu destek, çevirin yüzünüzü bize ve cevaplayın isterim.

Sorularım:

1. PKK’nin önderlik kurumu, ideolojisi, süren savaşın geçmişinde işlediği insanlık suçları, uluslararası arenadaki kirli ittifakları konusunda, geçiştirmeyen, kapsamlı eleştirileriniz ve altını çizeceğiniz, ’bağımsızlığınızı tescilleyecek’ siyasal farklılıklarınız nelerdir? Verili politikanız gereği, sonucu, sizin ”sürmesini istemediğiniz” bir savaşı sürdüren iki taraftan biri olarak PKK’ye, kendi önderliğinin, Abdullah Öcalan’ın son siyasal söylemini, ”silahlı mücadelenin sona erdiği gerçeğini” hatırlatmaktan, tek taraflı ateşkese, tüm birliklerini ülke dışına çekmeye çağırmaktan sizi alıkoyan ne? Aslında ”baştan beri bağımsız olmamanız” ise nedeni, bunun itirafını yapıp özgürleşmeyi düşünmüyor musunuz?

2. 80 milletvekili ile, savaşın karşısında şehir şehir, yükselen bir yaygın barış mücadelesini örmekten sizi alıkoyan ne? Belki de isminizi ve bayraklarınızı gömüp, milyonlarca barış yanlısı insanla birlikte, devlete de, PKK’ye de ”Yeter / Edi Bese! Barış / Aşîtî!” diye bağırıp yürümekten sizi alıkoyan ne? Devletin gücünün test edilemeyeceğini düşünen savaş yanlılarıyla ”PKK devleti isterse tükürüğüyle boğar” diyen HDP’li Abdullah Zeydan arasında bir fark görmeyen beni, duymadığım farklı cümlelerle, eylemlerle ikna etmek umurunuzda mı?

3. Düne kadar, AKP hükümetine ve PKK'ye çağrı yapmaktan başka bu savaşı durduracak hiçbir şey yapmayan HDP, "Size savaş yaptırmayacağız," dediği AKP savaş hükümetinde iki bakanlık karşılığında yeralırken, kendini, hükümete çağrı yapamaz hale getirdiğini farketmiyor mu? Teknik olarak savaşın, üstelik de devlet tarafında olduğunuzu düşünmüyor musunuz? Size verilen bunca desteğin, oyun karşılığında teknik olarak, siyasal olarak, artık akan kanın sorumlusu da olan bir zeminde, savaş hükümetinde yeralmak sizler için neden bu kadar önemliydi? Politikanızı ulaşmakta epey zorlanacağınızı sandığım yeni bir seçim başarısına, dolayısıyla seçimlere bir an önce  varmaya yönelik kuruyor olmanız, sizi olağanüstü atıl ve hesapçı ve giderek akan kana ortak olan bir siyasal hareket haline getirmiyor mu?

4. Yükselen savaşla birlikte PKK ve yanlısı tüm örgütlerin Barzani’ye yönelik etkin bir karalama kampanyası başlattığının da farkındasınızdır. Bu kampanyaya dair PKK’nin dediğinden farklı dedikleriniz var mı? Olabilir mi?

5. Ortadoğu ve Suriye’de yeni haritaların çizildiği, PKK’nin de birçok uluslararası ya da bölgesel gücün zaten sahip olduğu güçlere artık sahip olmaya başladığı ”aktif, güçlü aktörlük” konumunun, TC’ye karşı savaşı yeniden yükseltmesinin de nedeni olması, sizce mümkün mü? Süreci böyle okumanın mümkün olduğunu düşünseniz, PKK’ye karşı tavır almanızı sağlar mıydı? Bunu sağlayabilecek örgüt içi işleyişinizin varolduğunu iddia edebilir misiniz?

6. Geçende sorduğum soruya ve cevabınıza geri dönersek, eğer devlet ile Öcalan arasında doğrudan, PKK arasında dolaylı bir görüşme masasının kurulu olduğunu "bilseniz" bu bilgiyi bizle gerçekten paylaşır mıydınız?

7. O gün bana yönelen o örtülü tehditin içeriğine dair sizin diyebilecekleriniz ne?