Showing posts with label atatürk. Show all posts
Showing posts with label atatürk. Show all posts

4.3.13

"Ben bu haritayı yenilemeyeceğim. Aslında “Bitti!” demekten kaçıyorum."


Halil Emrah Macit, Mühim Hadiseler Enstitüsü

Hakan Akçura, Stockholm, İstanbul ve Ankara’daki birçok karşı-sanat çalışmalarında yer almış, bu çalışmaları takip eden ve politik olarak her mühim hadiseye karşı tepkisini koyan çok yönlü ve renkli biri. Kendisini ilk tanımaya başladığım yıllardan bu yana çalışmalarını ve etkinliklerini takip ettiğim ve özel bir bağ kurduğum biri. İsveç’te yaşıyor, ara sıra Türkiye’ye de geliyor. Hatırı sayılır bir çevresi var Ankara ve İstanbul’da. Kendisiyle geçmiş çalışmalarından günümüze uzanan güzel bir sohbet gerçekleştirdik.
Sizi ilk defa “Allah korkusu” sergisi ve bir çalışmanız tarafından savcılığa çağrılmanız ile tanıdık. Daha sonra bunu Ulus Baker ve arkadaşlarının kurduğu topluluk olan Körotonomedya’daki “Şahmeran: Ceylan’dan bize kalan” adlı çalışmanız takip etti.

“Allah korkusu” sergi süreci, bugünden baktığımda, Türkiye’de pek dokunulası olmayan bir tabuya istediğimce müdahale edebilmemi sağlayan süreçtir.Murat Belge’nin kullandığı “Kemalizm bir ibadet biçimidir” cümlesi ile İslam’ın peygamberin suretini silen geleneğini Mustafa Kemal’in en bilinen imgesine taşımaktı yaptığım. Belki de hızla yapıp Radikal’de yayınlatabildiğim savunmamla püskürttüğüm, sonuçlanmayan bir soruşturmanın açılmasına da neden oldu; savcılığa çağrılmadım yani… Ardından, yaşantımda hiç almadığım kadar nefret ve tehdit mektubu aldım, öte yandan. Hemen hepsi de kemalistlerden.Aynı işi daha sonra Stockholm’de sergiledim ve bu kez yanı sıra, adında, içeriğinde “Atatürk” kelimesi geçen tüm yasa, tüzük ve yönetmelikleri de İsveççe’ye çevirtip sergiledim. Sadece “varlığım Türk varlığına armağan olsun” cümlesinin yarattığı algılanma, anlaşılma, kavranma zorluğu bile belgelenmeye değerdi.

Şahmeran ile Ceylan arasındaki ilişkiyi biraz açabilir miyiz? Taraf’ta mı yayınlanmıştı?



Hayır, hiçbir gazetede yayınlanmadı. -Taraf, yazarları eliyle, başta “Gerçekler Bilinsin Yeter” olmak üzere benimle işlerim hakkında sıkça yazışan ama neredeyse “bana dair tek kelime yayınlamama yemini” olan bir gazete. Şeytanın bacağını sanırım yakında kıracağız.- Ama o işim Ceylan’ın katlini izleyen birçok gösteride döviz olarak kullanıldı. Basılıp duvarlara asıldı.

Başta şahmeran ile Ceylan Önkol bağlantısını anlamak zor oluyor. Nasıl bir bağlantı kurdunuz?

Şahmeran Efsanesi’nden. Çok versiyonu olmasına rağmen temelde bir güven ve şifa efsanesidir. Metaforik olarak Ceylan’ı Şahmeran kılmak, en önce gözleri sayesinde çok hızla karar verdiğim bir şey oldu. Kendi ölümünün -savaşın ve getirdiklerinin- takipçisi olduğu kadar, şifanın -barışın- da yolunu açan, yüzyılların güçlü imgesi olarak taşımak istedim yarına Ceylan’ı. “Bize güvenip güvenemeyeceğini hiç bilemeyeceği” bir Şahmeran’dı aslında ardından kalan.Efsanelerinde güven ve şifa sarmalı nasıl yolalır, onu merak eden öğrenecek tabii bu arada.

Aslında “militarizm” öncelikli olmak üzere her türlü mühim hadiseye karşı bir sanatçı olarak tepkinizi ortaya koyuyorsunuz takip ettiğimiz kadarıyla. Güncel sanat algısını da düşünerek soruyorum, maddi bir karşılığı olmayan bu karşı-sanat çalışmalarıyla da günümüz sanat algısının çok dışında işler yapmak çok az sayıda kişinin gündemini oluşturuyor. Bir ayağınız Stockholm’de, bir ayağınız İstanbul ve Ankara’da… Hem politik aktivizm hem bu karşı-sanat çalışmaları bir arada çok zor olmuyor mu?



Oluyor da olmazsa da olmuyor.

 (Gülücük)

Mesela bir haftadır dördüncü kez yenilemek için seçtiğim zamanlamayı kaçırmamak için koştura koştura kısa ismiyle “Türkiye linç haritası”nı üretir ve yaygınlaştırırken, yanı sıra yaptığım ve yapmak zorunda olduğum günlük işlerimi saysam bana inanamazsın.

Geçim derdi çoğumuzun derdi. Uzundur, bunun yolunu zaten sanat dışında aramak ve bulmaya alıştım. Ama özellikle İsveç’te geçen son sekiz yılım, ne kadar “oralı” ne kadar “buralı” olduğumu uzun süre ister istemez sorun kıldığım yıllardı. Gözlerimin Türkiye’ye, İsveç’ten çok daha açık olduğu uzun bir dönem geçirdim. Türkiye’de bir hafta içinde yaşanabilen sosyal, politik çalkalanma İsveç’in bir yılına yeter. Bu yoğunluk, hem çok müdahale edilesi, hem de müdahalenin olumlu bir sonucunu hiç kolay alamayacağın bir yoğunluk. Bu durum ise insanı, daha arı, net, güçlü, özgün işler üretmeye doğru zorluyor. Bu iç hesaplaşma ve nitelik derdi ile neredeyse ilk gençlik yıllarımın tezcanlılığının iç içe geçtiği sıkışmış zamanları seviyorum.

Ola ki yaptıklarımdan geri dönüş söz konusuysa, mesela birileri hakkında ya da bana yazarsa, birileri yaptığımı döviz olarak kullanır ve ben de bunun videosuna rastlarsam keyfim bayağı yerine geliyor.

Ben birkaç üretim sürecinde çok zehirlenmekten kurtulamadım. Kendimi koruyamadım. Sonuçsuz kalan “Nefret tünelinde aşk” çağrım, “Türk Irkçılığı ile Yüzleşme Yazıtı” ve “Türkiye linç yapılmış ya da linçe kalkışılmış mülki idare bölümleri haritası”, böylesi çalışmalar.



Evet, 2010’da BirGün Gazetesi için üretmiştiniz bu haritayı. Türkiye Linç Haritası… Medyada buna ilgi gösteren isimler oldu ve o zamanlar sosyal medyada da epey paylaşıldığını hatırlıyorum. Sanırım sürekli güncellediğiniz bir “utanç haritası” da aynı zamanda. Biraz ondan bahsedelim istiyorum. Nasıl başladı ve nasıl devam etti?

Haritalar için tıklayınız…

Birgün Gazetesi, Ali Şimşek aracılığıyla onlara üretmemi istediğinde, kabul edip ardı ardına dört iş ürettim. İlki bu haritaydı. Coşkuyla karşıladılar, haritayı merkeze, kapağa taşıdıkları bir “Linç özel sayısı” yapmalarının nedeni oldum.

Bu harita ve ikinci sanat işim “Hrant: Üç çift gözbebeği”nin ardından gelen iki işimi ise sansürleyip yayınlamadılar: “Albayrak” ve “Günümüz anti-demokrat kemalist evlerini bu kadar farklı ve bu kadar baştan çıkarıcı yapan nedir?”.

Hrant’ın katli öncesinde başlayan ırkçı, milliyetçi günlük nefret söylemindeki artış kadar bu haritayı üretmezden önceki aylarda sayısı, sıklığı hızla artan linç kalkışmaları da kaygıyla izlediğim, umurum olan konulardı. Araştırmaya başladım internet üzerinden, linçleri ve kalkışmaları… Ortaya çıkan resim çok ürkütücüydü. Bu kez benzeri taramaların, araştırmaların yapılıp yapılmadığına göz attım. Pek bir şey bulamadım. Elimdeki bütünü “bir şey”e dönüştürmek istediğimde, linç girişimleri sıklığında açık arayla önde olan İstanbul, Sakarya, Trabzon ve İzmir’in ardından gelen illeri sıralamaya, sınıflandırmaya başladım ve harita fikri doğdu. TSK Harita Genel Komutanlığı’nın’ın ürettiği “Mülki idare birimleri haritası”nı buldum, bayrağımız zaten akan, akıtılmak istenen kanın rengindeydi, başladım boyamaya…

Baştaki etkisi, bana geri dönüşü ummadığım kadar iyiydi. Sonraları, aslında bu kalkışmaların ardındaki Ergenekon ve diğer derin devlet yapılanmalarının rolü ortaya çıktıkça, hiç kanıksanmayası bir şeyler, azalsa da devam eden bu linç kalkışmaları sanki kanıksanıyor gibi geldi bana ve bunu hissettiğim her uğrakta yeniledim haritaları.

Peki, haritanın geldiği son durum nedir ve bize neyi gösteriyor? Mesela son Sinop ve Samsun olayları da dahil edildi mi?

Edildi tabii. O iki kalkışma aslında son yenilememin nedeniydi de…Her haritayı diğerinin üzerine ekleyip üretirken, hırsızlık, taciz zanlılarına yönelik saldırıların da hızla arttığını gördüm mesela. Irkçı, milliyetçi, etnik ve homofobik nefret kökenli girişimlere onları eklemek konusunda ikircimim olmadı. Linç psikolojisinin kaynağının çok birbirine dönüşür nitelikte olduğunu düşünüyorum. Kendi ahlaksal önyargılarıyla ya da suça yönelik kalkışmaları gerçekleştirenler, rahatlıkla sonraki gün etnik, ya da siyasi mesela Kürtlere ya da binalarına yönelik kalkışmaları da gerçekleştirebilecek insanlar… Masum ya da nedeni birbirine dönüşemeyecek bir linç kültürü olduğuna inanmıyorum bu ülkede. Ki zaten ırkçı, milliyetçi, etnik ve homofobik nefret kökenli girişimler sıklığını hiç bir zaman yitirmedi de…Sinop ve Samsun kalkışmaları yeni bir dalganın, üstelik korkulası bir nitelikte kabardığını gösteriyordu.Hiçbirimiz, eski günlerin karanlık linç kitle önderlerinin ne kadarının hala görevi başında olduğunu bilemiyoruz. Özel Harp Dairesi’nin kirli çarşafları -ne iyi ve şaşırtıcı ki Genelkurmay sayesinde- bugünlerde ortalığa dökülürken, korkutucu yaygınlıkta bir yapıdan bahsedebileceğimizi de öğrendik.Bence HDK vekillerinin bu yolculuğa çıkma zamanlaması yanlıştı. Herhalde iyi niyetlidirler. Herhalde olası gelişmelerle barış yolunda atılacak adımlarda daha çok söz ve karar sahibi olmak istemek gibi kendi canları pahasına istedikleri küçük hesapları yoktu. Ama Trabzon’a gitmediklerine çok sevindim.


Bu linç kültürünün en büyük örneği bir utanç lekesi olarak duruyor ortada, Sivas, Madımak olayları… Bu linç kültürünü din, kültür veya milliyetçilik gibi kalıplara sokmak mümkün olmadığı gibi nereden beslendiğini de belirlemek zor. Sosyolojik araştırma konusu da olan bu linç kültürü nereden besleniyor?


İnsan -hayvan- doğasının en derin, en ilkel güdülerinden, erkek egemen kültürün köle ruhlu şiddetinden, o güdüleri aşamayan cahillikten, bir cahillik ve kolaycılık ibadeti olan milliyetçilik ve ırkçılıktan, bazen de yanısıra dinsel bağnazlıktan besleniyor.”Sosyolojik araştırma konusu da olan” dedin de aklıma geldi: En şaşırdığım tepkiyi bir akademisyenden aldım ben.

Kim?



“İnsan Hakları Hukuku Problemi olarak Hukuk-Dışı bir Yargılama: Linç ve Türkiye’de Etkileri” adlı hukuk-sosyoloji tezi sahibi bir akademisyen listemin taraflı ve eksik olduğunu yazarak ekledi: “Benim de tarafı olduğum “insan hakları aktivizmi” adına gerçekleri (aynı Murat Paker’in ve TİHV’in de yaptığı gibi) çarpıtmamanızı rica ediyorum.
”İsterseniz elimdeki grafikli istatistiki belgeleri (açık bir mail adresi verdiğiniz takdirde) gönderebilirim.”

Cevabım şu oldu:
”Ne diyeyim, eksikliklerimin tamamlanmasına çok sevinirim. Bunu haritanın altında da zaten diliyorum, okumuş olmalısınız.
 Ama “taraflı” derken, neyi kastettiğinizi hiç anlamadım.
 Açıklamanızı ve listeyi bekliyorum.”
 Ne açıklama geldi, ne liste… Hala bekliyorum. Bu bir açık çağrı olsun.

Ben bu haritayı yenilemeyeceğim. Aslında “Bitti!” demekten kaçıyorum. Her haritada ister istemez her haberi arar, bulur, okurken, her videoyu izlerken çok zehirleniyorum, yoruluyorum. Ama nedenim aynı zamanda, bu eylemimden bir tılsım çıkarma çabası. Tam da bu yeni ve çok önemsediğim barış süreci bizi nefret söyleminin hızla azalacağıi linç kalkışmalarının sönümleneceği bir yere taşısın istiyorum. Yok taşımazsa da “ben artık yokum!” diyorum. “Bitecekse” bir başkası bunu ilan etsin.

Mesela son haritayı hazırlarken 2009 tarihli bir habere çok takıldım.



 Bu çok yaygınlaşan haber, “Iğdır’da Demokratik Toplum Partisi DTP’nin kapatılmasıyla BDP’ye geçmek isteyen partililer için düzenlenen törende sivil polisler linç edilmek istendi,” diyordu. 



Iğdır şimdiye kadar “kızarmayan, kana bulanmayan” nadir kentlerden biri haritada. 



Ben linç teşebbüslerini tararken, az rastlasam da Kürdistan’da olan kalkışmaları da haritaya eklemekten hiç geri durmadım.

Sonuçta bir hafta boyunca döne döne bu Iğdır haberinin videosunu izledim. İçim yorgun düşesiye… Karar verdim ki, bu bir linç kalkışması değil, tam tersine saygın, etkili kitle önderlerinin, bir gösteriyi filme çeken iki sivil polise yönelik belki de haklı öfkenin, bir toplu öfkeye yol açmasını, linç girişimine dönüşmesini nasıl hızla, hemen, etkili bir biçimde engelleyebileceğini gösteren bir olay!

Son olarak, “Savaş karşıtları” olarak başlatılan kampanya ve barış yürüyüşü çerçevesinde Halil Savda’nın her platformda destekçisi oldunuz seslerini duyurmalarına yardımcı oldunuz. sanırım Halil Savda’nın mücadelesinde ilk zamanlarından beri yanındasınız. Neler deneyimlediniz?

Halil Savda’nın mücadelesi, hem nalına hem mıhına, arı, basit, haklı söylemiyle, ülkemizdeki savaştan beslenen kimseye prim vermeyen duruşu ile çok özel bir yere sahip bende…



Barış Yürüyüşü’nün ardından, tümüyle tesadüfle Beyoğlu’nda karşılaştık, bir akşamı paylaştık. Son İstanbul yolculuğumun hediyesi oldu bana.

Anti-militarist pasifist, sivil itaatsizlik eylemleri, adı şaşaayla anılan, şiddet, silahla ya çok içten, ya tapınarak ilişki kuran birçok eylemden çok daha derin, güçlü, anlamlı iz bıraktı bu yerkürede…



Kuramsal olarak anarşizmle, pasifist siyasal etkinliğin arasında düşünen, yolalan bir insanım.

Halil Savda, attığı her adımla, her eylem kararıyla ilgimi çekti ve en son “Barış Yürüyüşü” ile beni kendinden kıldı. Çok gitmek, katılmak istedim ona ama beceremedim bunu. Biliyorsunuzdur, ona yazdığım ve yaygınlaştırdım mektuplar (1, 2, 3) ve eylemin etki alanını genişletmek için yaptığım tasarımlarla, sanat ve kültür insanlarına imzalarına açtığım dayanışma kampanyasıyla destek olabildim sadece.

Bazı olaylar, durumlar, neyin ne olduğuna dair çok açık, net sorular sordurur insana. Onu sağlıyor Halil. Zihni berraklaştırıyor: Barış sürecini Karadeniz’e anlatmak için o kadar istekli olan HDK vekillerinden, BDP liderlerinden neden biri bile “Barış Yürüyüşü”nü destekleyen, ona dikkat çeken, binleri, on binleri, isterse yüz binleri desteğe çağıran tek bir cümle bile kurmadı?

Bağımsızlığın, yalınkatlığın, temizliğin, haklılığın bedeli ya da kazancı da bu.

Bence geleceğin barışı, Kürt ulusal demokrasi ve özgürlüğünün yarını bu “Barış Yürüyüşü”nü, en az her köyde Halil’in ayağına kına yakan Kürt köylü kadınları kadar sıkça ve iyi hatırlamazsa eksik kalır, bunu bilir, bunu söylerim.

5.2.10

Günümüz anti-demokrat kemalist evlerini bu kadar farklı ve bu kadar baştan çıkarıcı yapan nedir?

Birgün gazetesindeki serüvenimin son eksik halkası olan "Günümüz anti-demokrat kemalist evlerini bu kadar farklı ve bu kadar baştan çıkarıcı yapan nedir?", Richard Hamilton'ın pop art'ı başlattığı kabul edilen efsane kolajının bir türevi...

Richard Hamilton, "Just What Is It That Makes Today's Homes So Different, So Appealing?"i (Günümüz evlerini bu kadar farklı ve bu kadar baştan çıkarıcı yapan nedir?) 1956 yılında Londra'da Whitechapel Sanat Galerisi'nde açılan "This is tomorrow" (Bugün yarındır) başlıklı serginin kataloğu için yarattı. Özgün boyutları 26 x 24,8 cm. olan kolaj, serginin posterinde de kullanıldı. O günden bu yana birçok sanatçı tarafından türevleri üretildi.

Birgün gazetesine Baykuş'un bu cumartesi gününe tarihlenecek işi olarak yolladığım "Günümüz anti-demokrat kemalist evlerini bu kadar farklı ve bu kadar baştan çıkarıcı yapan nedir?", geçen gün yayınladığım "Al bayrak" ile benzer gerekçelerle reddedildi ve yollarımız ayrıldı.

İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ın imzasıyla bugün 28 Şubat tarihe gömüldü.


Üretimini 3 Şubat 2009 sabahı bitirdiğim "Günümüz anti-demokrat kemalist evlerini bu kadar farklı ve bu kadar baştan çıkarıcı yapan nedir?"i, EMASYA protokolünün kaldırılması nedeniyle, daha önce karar verdiğim gibi sözkonusu cumartesi değil, bugün yayınlıyorum.

Richard Hamilton'a saygı ve ülkem demokrasi mücadelesine selamımla...

14.2.08

"Kemalizm bir ibadet biçimidir" Stockholm Supermarket 2008 sanat fuarında sergileniyor


"Kemalizm bir ibadet biçimidir" isimli afişim Stockholm'un en saygın çağdaş sanat fuarı olan Supermarket 2008'de Tegen 2 galerisi tarafından sergileniyor.

Fuara İsveç, Norveç, Danimarka, İngiltere, Polonya, Hollanda, Kanada ve ABD'den 36 galeri katılıyor. Yarın açılacak fuar üç gün sürecek ve binlerce kişinin ziyaret etmesi bekleniyor.

Afişim fuarda aşağıda yeralan iki metinle birlikte sergilenecek:

Metin 1:

Hakan Akçura, “Kemalizm bir ibadet biçimidir” adını taşıyan bu afiş tasarımını, Türkiye’nin bugüne kadarki en önemli bağımsız sanat gruplarından biri olan Hafriyat’ın düzenlediği “Allah Korkusu” başlıklı afiş sergisi için yaptı.

Sergi için sanatçılara yapılan çağrı metninde "Allah Korkusu" kavramına dört değişik yönden bakılabileceği belirtilmişti:

"1. Bireysel olarak, vicdanın sesi anlamında Allah korkusu. Yani ilk anlamıyla, inanç sistemi içinde kulun Yaradan’dan korkusu.

2. Toplumsal olarak, hızla muhafazakârlaşan, İslamileşen ve daha milliyetçi bir köşeye sıkışan Türkiye’de Allah korkusu. Aysbergin yüzeye çıkan popüler kısmı "Mahalle Baskısı".

3. Allah korkusu üzerine Atatürksüzlük korkusu. Kabe / Anıtkabir, Müslümanlık / Laiklik, Hz. Muhammed / Atatürk. (Kesinlikle yanlış olan bu eşleşmeler, yanlış karşıt önermeler, toplumdaki kutuplaşmayı doğru gösteriyor olabilir. Serginin açılış tarihinin de 10 Kasım olduğu düşünüldüğünde her anlamıyla Atatürk’ün ölümü toplumun bir kesimi için trajik bir korku daha yaratıyor. Allah korkusu üzerine Atatürksüzlük korkusu...)

4. Küçülen dünya ve global ekonomi içinde Allah korkusu. Yerkürede zenginlik ile akıl, fakirlik ile korku birbirine sıkı sıkıya bağlı. Geleceği akıl’la kuranlar. Geleceği korku’yla kuranlar. Zengin ülkelerin bu dünya halinden ne tür çıkarları var?"

Sergi daha açılmadan Türkiye’de radikal İslamcı Vakit gazetesi, sergiyi Allah korkusu olmayanların Allah’a saldıracakları “Küstah sergi” olarak tanıtıp, yandaşlarına hedef gösterdi.

Açılış günü Hafriyat’ın İstanbul Karaköy’deki sergi salonuna gelen polisler ise Hakan Akçura’nın afişinin de içinde olduğu üç afişe dair inceleme başlattı. Sergiyi düzenleyen Hafriyat grubu sanatçılarının ve üç afişin tasarımcılarının savcılığa ifade vermek üzere çağrılacaklarını iletip gittiler.

Ertesi gün Radikal gazetesi, bu gelişmeleri birinci sayfasında manşetten yayınladı. “Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak” deyiminden yola çıkarak, radikal İslamcıların saldırısı beklenirken adli kovuşturmanın sözkonusu olduğunu duyurdu.

Afişi hakkında inceleme başlatılan bir sanatçı sergiden işini geri çekti. Hakan Akçura olası bir savcılık soruşturmasında vereceği ifadeyi bir gün sonra aynı gazetede kamuoyuna açıkladı:

“Sayın Savcı,

Hafriyat Karaköy'ün düzenlediği "Allah Korkusu" sergisinin basına da açıklanan çağrı metninin üçüncü maddesinde geçen "Atatürksüzlük korkusu," yaptığım işi üzerinde temellendirdiğim korkudur.

Afiş tasarımımı, Türkiye'nin en önemli değerlerinden biri olduğunu düşündüğüm, düşünür, yazar, Prof. Murat Belge'nin gazeteci Berat Günçıkan'la yaptığı söyleşisinin şu cümlelerinden ilham alarak yaptım:

"Bizde de Cumhuriyet'le birlikte oluşan ideoloji tamamen seküler bir alternatif değildir. Kemalizm bir ibadet biçimidir. Dünya tarihinde kısa bir yer tutsa da, bu sekülarizasyon sürecine girmiş olmak, Allah'ı kaybetmiş olmak demektir..." (Murat Belge/Linç Kültürünün Tarihsel Kökeni: Milliyetçilik, Söyleşi: Berat Günçıkan, Agora Kitaplığı, Mart 2006, sayfa 15)

Bu cümleler tümüyle katıldığım cümlelerdir.

Afiş tasarımım bir soyutlamadır ve adı bu söyleşiden alıntılanmıştır: "Kemalizm bir ibadet biçimidir."

Murat Belge'nin bu sosyo-politik saptamasının gündelik siyasi yaşantıda bire bir yansımalarını gördüğümüz günler yaşamaktayız.

Türkiye Cumhuriyeti'nin resmi ideolojisi Kemalizm'dir ve paradoksal olarak devletin, ordunun ve bu resmi ideolojinin takipçisi olan insanların radikal islama karşı çıkışlarında Atatürk bir peygamber gibi anılmaktadır.

Afişim, tam da bu çelişkinin dışavurumudur. İslamın tabu kıldığı, kendi peygamberinin suretini çizdirmeme inancı, bana göre, artık tüm bu Atatürk takipçilerinin de sahip olabileceği bir inançtır. Birbirine çok karşı gibi görünen radikal islamcılar ve anti-demokratik kemalistler aynı tapınma biçimiyle davranmaktadır.

Bu inançla, bu ibadet biçimiyle, Mustafa Kemal, ulusal kurtuluş savaşının başkomutanı ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu olmaktan çok farklı bir kimliğe bürünebilmiş, saldırgan, savaş yanlısı adımlar, anti-demokratik yaptırımlar, hatta yeni bir askeri darbe ihtimali "Atatürkçülük" adına savunulabilir hale getirilmiştir.

Bir sanatçı olarak, ülkemin tek tek tüm bireylerinin, toplumsal katmanlarının ve kurumlarının dinle, ideolojilerle, etnik, ulusal, kültürel önyargı ve inanç sistemleriyle ilişkisi, ilgilendiğim, tartıştığım, kendi bakış açılarımı sunduğum, benle birlikte, yarattıklarımla birlikte yeniden tartışılmasını istediğim bir zemindir.

Bunu yapabileceğim ve sergileyebileceğimi düşünmem, düşünme ve düşündüklerimi iletme özgürlüğümün, bir sanatçı olarak yaratma özgürlüğümün, ötesi insanlık hakkımın doğal sonucudur.J

Saygılarımla...

Hakan Akçura”

Günlerce kamuoyunun ve medyanın yoğun ilgisiyle devam eden sergi, bir savcılık soruşturması açılmadan 2 Aralık 2007’de sona erdi.

Afiş ikinci kez Suparmarket’te sergilenmektedir.

Metin 2:

Türkiye Cumhuriyeti yasalarında Atatürk

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası
BİRİNCİ KISIM

Genel Esaslar

I. Devletin şekli

MADDE 1. – Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.

II. Cumhuriyetin nitelikleri

MADDE 2. – Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.

III. Devletin bütünlüğü, resmî dili, bayrağı, millî marşı ve başkenti

MADDE 3. – Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.
Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır.

Millî marşı “İstiklal Marşı”dır.

Başkenti Ankara’dır.

IV. Değiştirilemeyecek hükümler

MADDE 4. – Anayasanın 1 inci maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile, 2 nci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3 üncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.

Türkiye Cumhuriyeti
ATATÜRK ALEYHiNE iŞLENEN SUÇLAR HAKKINDA KANUN

Kanun Numarası : 5816 Kabul Tarihi : 25/7/1951

Madde 1 - Atatürk`ün hatırasına alenen hakaret eden veya söven kimse bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Atatürk`ü temsil eden heykel, büst ve abideleri veyahut Atatürk`ün kabrini tahrip eden, kıran, bozan veya kirleten kimseye bir yıldan beş yıla kadar ağır hapis cezası verilir. Yukarki fıkralarda yazılı suçları işlemeye başkalarını teşvik eden kimse asıl fail gibi cezalandırılır.

Madde 2 - Birinci maddede yazılı suçlar; iki veya daha fazla kimseler tarafından toplu olarak veya umumi veya umuma açık mahallerde yahut basın vasıtasiyle işlenirse hükmolunacak ceza yarı nispetinde artırılır. Birinci maddenin ikinci fıkrasında yazılı suçlar zor kullanılarak işlenir veya bu suretle işlenmesine teşebbüs olunursa verilecek ceza bir misli artırılır.

Madde 3 - Bu kanunda yazılı suçlardan dolayı Cumhuriyet savcılıklarınca re`sen takibat yapılır.

Madde 4 - Bu kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

Madde 5 - Bu kanunu Adalet Bakanı yürütür.

Türkiye Cumhuriyeti
24/06/1973 tarih ve 1739 sayılı
Milli Eğitim Temel Kanunu


Madde 2 - Türk Milli Eğitiminin genel amacı Türk Milletinin bütün fertlerini Atatürk inkılâp ve ilkelerine ve Anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı, Türk Milletinin millî, ahlâkî, insanî, manevî ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan; insan haklarına ve Anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar olarak yetiştirmektir.

Madde 10 - Eğitim sistemimizin her derece ve türü ile ilgili ders programlarının hazırlanıp uygulanmasında ve her türlü eğitim faaliyetlerinde Atatürk inkılâp ve ilkeleri ve Anayasada ifadesini bulmuş olan Atatürk milliyetçiliği temel olarak alınır. Millî ahlâk ve millî kültürün bozulup yozlaşmadan kendimize has şekli ile evrensel kültür içinde korunup geliştirilmesine ve öğretilmesine önem verilir. Millî birlik ve bütünlüğün temel unsurlarından biri olarak Türk dilinin, eğitimin her kademesinde, özellikleri bozulmadan ve aşırılığa kaçılmadan öğretilmesine önem verilir; çağdaş eğitim ve bilim dili halinde zenginleşmesine çalışılır ve bu maksatla Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu ile işbirliği yapılarak Millî Eğitim Bakanlığınca gereken tedbirler alınır.

Türkiye Cumhuriyeti Milli Eğitim Temel Kanunu

VIII - Demokrasi Eğitimi

Madde 11 - (Değişik: 2842/md.3 16/06/1983) Güçlü ve istikrarlı, hür ve demokratik bir toplum düzenin gerçekleşmesi ve devamı için yurttaşların sahip olmaları gereken demokrasi bilincinin, yurt yönetimine ait bilgi, anlayış ve davranışlarla sorumluluk duygusunun ve manevi değerlere saygının, her türlü eğitim çalışmalarında öğrencilere kazandırılıp geliştirilmesine çalışılır; ancak, eğitim kurumlarında Anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine aykırı siyasî ve ideolojik telkinler yapılmasına ve bu nitelikteki günlük siyasî olay ve tartışmalara karışılmasına hiçbir şekilde meydan verilmez.

Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakanlığı Yaygın Eğitim Kurumları Yönetmeliği

Türk Bayrağı ve Atatürk Köşesi

Madde 30 — Türk Bayrağının bulundurulması, temizliği, korunması ve kullanılmasında 22/9/1983 tarihli ve 2893 sayılı Türk Bayrağı Kanunu hükümlerine uyulur.

Kurumlarda, yönetimin bulunduğu binanın girişinde kolayca görülebilecek en uygun yerde Atatürk köşesi oluşturulur. Atatürk köşesine zeminden belli yükseklikte hazırlanan bir kaide üzerine Atatürk’ün büstü konulur. Atatürk’ün fotoğrafı, ayaklı kaidede Türk Bayrağı, İstiklâl Marşı ve Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi uygun biçimde asılır. Atatürk köşesinde madalyon, gravür, fotoğraf, Atatürk’ün eğitimle ilgili özdeyişleri ile kitap, tablo ve levhalara da yer verilebilir.

Türkiye Cumhuriyeti MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI İLKÖĞRETİM KURUMLARI YÖNETMELİĞİ

Resmi Gazete Tarihi: 27/08/2003

İKİNCİ KISIM : İlköğretimin Amaçları, İlkeleri ve Genel Konuları

İlköğretimin Amaçları

Madde 5 - Türk Milli Eğitiminin amaç ve ilkeleri doğrultusunda;

b) Öğrencilere, Atatürk ilke ve inkılaplarını benimsetme; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'na ve demokrasinin ilkelerine, insan hakları, çocuk hakları ve uluslar arası sözleşmelere uygun olarak haklarını kullanma, başkalarının haklarına saygı duyma, görevini yapma ve sorumluluk yüklenebilen birey olma bilincini kazandırmak,

Öğrenci Andı

Madde 12 - İlköğretim okullarında öğrenciler, her gün dersler başlamadan önce öğretmenlerin gözetiminde topluca aşağıdaki "Öğrenci Andı"nı söylerler.

"Türküm, doğruyum, çalışkanım,
İlkem; küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir.
Ülküm; yükselmek, ileri gitmektir.
Ey Büyük Atatürk! Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime ant içerim.
Varlığım Türk varlığına armağan olsun.
Ne mutlu Türküm diyene!"

Yabancı uyruklu öğrencilerin "Öğrenci Andı"nı söyleme zorunluluğu yoktur.

Dershane Araçları

Madde 145 - Dershanede öğrenci sayısına göre sıra ve masa bulundurulur. Sıralar, öğrencilerin yaşları, fiziki gelişmeleri ve çalışma şekline göre yerleştirilir.

Dershanelerde yazı tahtasının üst kısmına Atatürk'ün portresi, onun üstüne ay yıldız sağa bakacak şekilde Türk Bayrağı, Atatürk'ün portresinin duruşuna göre sağına İstiklal Marşı, soluna Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi asılır. Öğretim yılı süresince öğrenci-öğretmen iş birliği ile geliştirilen ve güncelleştirilen Atatürk Köşesi oluşturulur.

Atatürk Köşesi

Madde 148 - Atatürk köşesi, okul binasının girişinde, uygun bir yerde temiz, düzenli, Atatürk'ün hayatını, inkılaplarını yansıtacak ve anlamlı bir kompozisyon oluşturacak şekilde düzenlenir ve zamanla geliştirilir.

Koridorun Düzeni

Madde 149 - Okul koridorlarında Atatürk'ün eğitim ve diğer konularla ilgili düşüncelerini açıklayan söz, yazı ve resimlerle Talim ve Terbiye Kurulunca önerilmiş Türk büyüklerine ait resimler ile Türk tarih ve kültürüne ait levhalar ve haritalar, eğitici ve sanat değeri olan resimler, saat ve takvim ile okul gazetesi bulundurulur.

6.11.07

Daha açılmayan sergi Allah Korkusu'na Vakit'li saldırı

Vakit gazetesi, benim de katılacağım 10 Kasım 2007 tarihinde açılacak olan “Allah Korkusu” konulu afiş sergisini alenen hedef olarak gösterdi.

Vakit'te çıkan haber ve Hafriyat'ın basın açıklaması aşağıda yeralıyor:



Hafriyat'ın basın açıklaması

Hafriyat Karaköy, 10 Kasım tarihinde “Allah Korkusu” konulu afiş sergisini açıyor. 05 Kasım tarihli Vakit gazetesinde ise henüz açılmamış olan sergiyle ilgili olarak “Küstah Sergi” başlıklı bir haber yayımlandı. Vakit, yazısında “sanat adı altında, sövgü kültürü inşa ediliyor” iddiasında bulunuyor, “...sergi şimdiden halkın tepkisini çekti” diye yazıyor, ayrıca “...sergide, Allah korkusunun olumlu değil olumsuz yönleri gösterilmeye çalışılacak” diye ekliyor. El insaf, daha afişleri görmeden nereden bildiler.

Bu serginin amacı sövgü veya maneviyat dünyasına sataşmak değil; Allah korkusu kavramından hareketle, her türlü iktidarın “korku”yu kullanma şekillerini araştırmak. Sergi metninde belirtildiği gibi, “Artık ayırmamızı bekliyorlar: Müslümanı Hıristiyandan, ateisti sofudan, gizliyi açıktan. (…) Atatürkçüyü İslamcıdan, konu Cumhuriyetse birinciciyi ikinciciden, Batıcıyı Doğucudan ayır dur. Ayırmayıp arayana, şüphe duyana tahammül yok, ama şüphenin engellenmesinden beteri birinci elden bir tecrübenin önüne konulan kalıplar, isimler, sınıflandırmalar, kişinin kendini tanımasının önüne çıkan dur bakalım işaretleri.”

Vakit gazetesindeki yazının amacının sergiyi açılmadan baskı altına almak ve hedef göstermek olduğu ortada. Korku ve tehdit politikası yaratarak tartışma kabul etmeyen bir ayrımcılığa kapı aralayan bu önyargılı, gerçekten uzak ve birilerine Hafriyat Karaköy’ü hedef gösterme amaçlı haberdeki yargılar asılsız ve yalandır. Bu kışkırtıcı haberle nasıl bir hava oluşturulmak istendiğinin örneklerini daha önce gördük.

Herkesi açılışa bekliyoruz.

Hafriyat Karaköy
Açılış: 10 Kasım Cumartesi, saat 18:00

Serginin Facebook linki

Hafriyat Karaköy Sergi Koordinatörü Deniz Erbaş, Hürriyet’e yaptığı açıklamada şunları söyledi: "Vakit Gazetesi’nde yeni sergimiz için bu haber çıktı ama daha katılacak olan eserler bile ortaya çıkmış değil, elimizde sadece bir kaç eser var. Biz 60’a yakın katılım bekliyoruz. Yani kimse serginin içeriğini görmüş değil. Daha önce de 57 sanatçının katılımıyla bir Alternatif Seçim Afişleri Sergisi düzenlemiştik. Bu sergide siyasi grupları rahatsız edebilecek afişler vardı ama tehdit ya da tenkit almadık. Bu sergiyle ilgili de bize ulaşan bir tepki yok. Tekzip için yasal yola başvurduk."

Sergi için sanatçılara yapılan çağrı metninde "Allah Korkusu" kavramına dört değişik yönden bakılabileceği belirtiliyor:

"1. Bireysel olarak, vicdanın sesi anlamında Allah korkusu. Yani ilk anlamıyla, inanç sistemi içinde kulun Yaradan’dan korkusu.

2. Toplumsal olarak, hızla muhafazakárlaşan, İslamileşen ve daha milliyetçi bir köşeye sıkışan Türkiye’de Allah korkusu. Aysbergin yüzeye çıkan popüler kısmı "Mahalle Baskısı".

3. Allah korkusu üzerine Atatürksüzlük korkusu. Kabe / Anıtkabir, Müslümanlık / Laiklik, Hz. Muhammed / Atatürk (Kesinlikle yanlış olan bu eşleşmeler, yanlış karşıt önermeler, toplumdaki kutuplaşmayı doğru gösteriyor olabilir. Serginin açılış tarihinin de 10 Kasım olduğu düşünüldüğünde her anlamıyla Atatürk’ün ölümü toplumun bir kesimi için trajik bir korku daha yaratıyor. Allah korkusu üzerine Atatürksüzlük korkusu...)

4. Küçülen dünya ve global ekonomi içinde Allah korkusu. Yerkürede zenginlik ile akıl, fakirlik ile korku birbirine sıkı sıkıya bağlı. Geleceği akıl’la kuranlar. Geleceği korku’yla kuranlar. Zengin ülkelerin bu dünya halinden ne tür çıkarları var?"