26.11.09

Türk ırkçılığı ile yüzleşme yazıtı

[For Hurriyet Daily News readers: This link leads to my 617 cm. long visual artworks clickable preview image which is being formed with 33120 words from turkish racist readers published supportive comments on turkish news portals in 4 days after the racist attack against to kurdish Democratic People Parties (DTP) convoy in Izmir. HA]

22-23 Kasım 2009
Kürt Ulusuna, Kürt İnsanına Yönelik Gelişen Nefret Dolu

Türk Irkçılığı ile Yüzleşme Yazıtı

Aşağıda ilk 40 santiminin resmini gördüğünüz bu işim aslında yaklaşık 44 (43.57) santim eninde ve yaklaşık 617 (616.73) santim boyunda.
O üzerine tıklarsanız açılacak ekranınızda ama tıklamadan önce beni okumaya devam etmenizi öneririm.

2007 yılında "Nefret tünelinde Aşk" başlıklı çağrımı yaptığımda, internette, forumlar ve haber sitelerinde yazılan ırkçı mesajların ve ırkçı seslenişlerin karşısına türk ve kürt, türk ve arap, rum, ermeni ya da bu gibi çift ulusal kimlikli aşkların videolarını koymak istemiştim olası katılımcılar eliyle. Binlerce destek, onlarca katılım cevabının ardından "kimse videosunu bitirip de yollayamadığı için" iptal oldu sanat etkinliği...

Yani ırkçı nefret mesajlarının, yorumlarının evrilip de içinde yeralacağı bir şeyler yapmayı uzundur istiyordum.
O zamanlar kararım, bu nefret dolu satırları hiçbir zaman kendi başlarına yeniden dolaşıma sokmamak ve okutmamaktan yanaydı.

O günden bugüne çok şey oldu, çok şey değişti Türkiye'de.
Bugün 22 Kasım 2009 günü İzmir'de atılan taşlar, tekme, yumruk ve sloganlarla ırkçı saldırıya uğrayan DTP konvoyunun ardından önerdiğim "Dikilmesi mümkün 'İzmirli ırkçılar' heykel tasarımı"mın ardından, yaptığımla yetinemeyen bir noktaya geldim ve karar değiştirdim.

Ben birileri sorduğunda kendini İzmir Karşıyakalı diye tanıtan bir insanım.
Ankara'da doğmuş olmam, 23 yıl İstanbul'da yaşamış olmam bunu değiştiremedi.
Çünkü ben ilk kez o kentte aşık oldum, işkence gördüm, hapsedildim, aldatıldım, dolu dolu sevindim, deli gibi heyecanlandım, şiir yazdım.
Tam da 47. yaşımı doldurduğum bugün, bir "Türk ırkçılığı ile yüzleşme yazıtı"yla, yüzüm en çok yine İzmir'e dönük karşınıza çıkacağımı kim söylese inanmazdım.

Bu 6 metreyi aşan yazıt 1265 satır ve 33120 sözcükten oluşuyor.
Olayın olduğu 22 ve ertesi 23 Kasım günlerinde internette değişik haber sitelerinde ve her seferinde benim heykel tasarımıma da uğursuz bir ilham veren aynı fotografa bakılarak yazılan, olup bitenlere dair okuyucu yorumları...
Hepsi türkün, kürt ulusuna, insanına, özetle kürde kesif nefretini içeren zehirli ırkçılıkla malül.
Yaşadığım ülkede, İsveç'te ve dünyanın çok geniş bir bölümünde, bu yorumların her biri ayrı bir polis soruşturmasının konusu olabilecek, toplamı ise topluma yönelik, kültürel, siyasi ve yasal zeminde ırkçılık karşıtı kapsamlı bir programı devreye sokacak niteliğe sahip.

Bu kez karar değiştirdim ve böylesi bir uğrakta, böylesi bir yüzleşmeye, bu ülkenin ihtiyacı olduğunu düşündüğüm için, çok düşünüp, taşınıp, bu yorumları olduğu gibi işime taşıdım.
Umarım yaptığım şeyin gücü, bu zehirin ikna çabasından daha güçlüdür.

Yine de 48 saatte bunların yazılabildiği ve mesela dün Çanakkale Bayramiç'te üç kürt erkeğini linç etmek için karakol zorlanır, kürt evleri taşlanırken, belki de milyonların o saldırganlarla aynı ilkellikte düşünebildiği, buna benzer yeni binlerce yorumu daha, peşi sıra günlük yaşantısının her anına ve internete de ekleyebildiği bir Türkiye ise karşımızdaki, bence bunu yapmam gerekiyordu.

Bu metinlerdeki zehiri şerbet bilenlerle değil, bu gerçekliği en az ben kadar bilenlerle de değil işim, geri kalanlarla...
Durum ne kadar vahim hala anlayamayanlarla.
Onlar okusun.
Onlar tıklasın sadece aşağıya...
Varacakları nokta beni bu işi yapmaya getiren noktaya yakın olursa en başta "Irkçılığa ve milliyetçiliğe Dur De!" girişimi olmak üzere bu gidişe karşı bir şeyler yapabilecekleri yerler, oluşumlar, örgütler var Türkiye'de bilsinler.
Başbakan Tayyip Erdoğan'ın da içinde yeraldığı -her ırkçı saldırıda bir kürt kışkırtması arayan- bir tür kör aymazlığa düşmesinler olan bitenin anlamına dair.

Bu üretiminde çok zorlandığım, internete, size ulaşabilecek şekilde yüklenebilmesinin yolunu çok zor bulabildiğim işe dair iki teşekkür borcum var: Karım Leyla'ya ve Pınar Taşkıran'a. İyi ki varlar.

Uyarı: Aşağıda yeralan imge, yazıt, hatta belki de onurunu yitirmekte olan bir kentin (ülkenin?) olası mezar yazıtı, 6 metre boyunca sürecek olan çok zehirli, ırkçı nefret ve küfür cümlelerinden oluşmuştur. Çocukların yanında açılmamalıdır. Okumanın, ruhunuza kalıcı zararlar verebileceğini bilmelisiniz.

25.11.09

Strasbourg à la rencontre des arts visuels turcs


MONDOMIX
ACTUALITE

25/11/2009

Dans le cadre de la Saison de la Turquie en France, Istanbul est l’hôte de la Foire Européenne d’Art Contemporain de Strasbourg (ST- ART), du 26 au 30 Novembre 2009. « Rencontrer l’Europe- Istanbul » réunie 25 artistes visuels turcs qui traduisent l’effervescence culturelle de la Corne d’Or. Car si la Turquie est aux portes de l’Europe, cet évènement compte bien démontrer que celle- ci est au centre de l’art.

Pour évoquer les interrogations identitaires liées à la forte mixité culturelle de la société turque et les subtils conflits qui opposent les cultures dominantes aux cultures minoritaires dans ce pays, « Rencontrer l’Europe- Istanbul » s’articule en trois moments.


Tamam


L’exposition «Tamam» (littéralement « d’accord », « entendu ») aborde la création visuelle contemporaine en évitant clichés orientalistes et stéréotypes exotiques. Le travail du photographe Nazif Topcuoglu, qui met en scène des jeunes filles plongées dans des ambiances imaginaires et angoissantes, fait référence à la peinture baroque tout en renouvelant ses codes. A noter que l’on peut aussi admirer quelques unes de ses photos à la Maison des Métallos à Paris, jusqu’au 29 Novembre. Quand aux images de Servet Koçygit, elles nous amènent à réfléchir sur l’ambiguïté, la complexité et la contradiction du pouvoir (en l’occurrence militaire) qui nous protège tout en nous surveillant. Enfin, il ne faut pas manquer le travail de Fikret Atay. C’est avec une forte acidité et un point de vue critique que le vidéaste aborde, par le biais de sa courte vidéo « Theorists », les thèmes de la jeunesse et de l’éducation religieuse. Un des fondements essentiels en Turquie, à l’origine de nombreuses controverses tant au niveau national qu’international.


Regards Projetés, 35 ans d’art vidéo turc


Cette sélection présente un vaste panorama de l’utilisation du médium vidéo en Turquie, des premières expérimentations aux tendances les plus contemporaines. Loin du documentaire, la vidéo artistique turque insère de surprenants éléments qui ne relèvent pas de la vie réelle, en se référant à l’histoire de l’art, en ayant recours à l’ironie ou en adoptant un langage poétique. On y distingue des types sociaux récurrents, tel que le réfugié politique (« Regarde les beaux coquillages » de Hakan Akçura et « Brothers and Sisters » de Esra Ersen) ou encore la minorité (« La Dentelle de Grand-mère » de Nancy Atakan).


Le voyageur et le diplomate: regards sur la Turquie au tournant du 20ème siècle


Cette exposition propose une sélection unique des premières photographies de Constantinople issue de la collection du Musée Nicéphore Niépce. Ces images nous montrent la Turquie au tournant du XXe siècle, période charnière sur le plan géopolitique, marquée par le déclin de l’Empire Ottoman et l’avènement de la République de Turquie. Les images ici présentées rappellent également au spectateur la fascination, savamment entretenue par le pouvoir, exercée par l’ancienne Constantinople : sites archéologiques, palais, trésors impériaux, restent les points de vue privilégiés.


Florence Thirea

« Rencontrer l'Europe – Istanbul », expositions / projections / publications. Du 25 au 30 novembre 2009 au parc des expositions du Wacken, Strasbourg.

Le site de la 14e Foire Européenne d’Art Contemporain de Strasbourg

"Rencontrer l'Europe: Istanbul" sur le site d'Apollonia

24.11.09

Cesaret ve samimiyet: "Ben bir entel gafilim."

İzmirizmir.net'ten: 24 Kasım 2009 19:25

BEN BİR ENTEL GAFİLİM


Pervin Mısırlıoğlu E.
Tüm Yazıları


Yazık ki "gavur"luğunu unuttu İzmir, kendini "taş devrinde" sanıyor. Kendi "açılım"sızlığının suçunu başkalarında arıyor. Zaman içinde demokrasi ruhunu kaybetmiş şovenizme ve ırkçılığa soyunmuş bazıları. Batının en batısında, denizin kıyısında "malum" "dağcılara" özenmiş.
Yakışmıyor taş atmak o ellere, gül atan eller gül kokar, dikeninden kan aksa da...

"Malum" arkadaşlar "malum" arkadaşlara faşist mi demişler? Yok canım "taşist" onlar. Yani eline şehir içinde bulamayacağın kadar büyük kaya parçalarını "dağdan" indirtip getirten "malum" arkadaşlar, şehir eşkıyalığına başvurunca, buna "taşist" saldırganlık adı veriliyor. Ki bu da hiç abartılı bir ifade değil! Hele bir de bunu "medya" deresinden toplanan taşlarla yaparlarsa... Oooo ne büyük gövde gösterisi.

Hakan Akçura’nın traji-komik önerisini kabul edelim ve İzmir’e ilk kurşun anıtından sonra biz de “Taş Atan Eller” abidesi konduralım.


Yoksa taş atan ellerin kırılsın diyen biri çıkacak diye beklersen geçmiş olsun. Senin elin barış için kalem sallayanlara uzanır ve sen yanlış adama kalem kırarsın.

Barış olma ihtimaline, demokrasi umma talebine, liberal ve özgürlükçü hayallerine boş işler diye bakarlar.

Atılan taş kalır kuyunun dibinde. Sivas’ın imajını nasıl Madımak belirlerse (ki yanlış, ki haksızlık) atılan taş baş yarar. Suya yazdığımız tarih taşa geçer. Cem Uzan bir “tarih” yazdı zaten İzmir’de, bu da ikinci taş devri olarak kayıtlara geçer.

İzmirli olmak neredeyse utandıracak beni! Doğuştan beni tanımlayan bilgilerimi siliyorum.

Nüfus cüzdanımı denize döktüm. Bulup çıkaran olursa hükümsüzdür ve hatta lüzumsuzdur.

Çünkü ben kentli olma bilincimi henüz kazanamamışken şimdi bir de kendimi kaybettim devşirme göçebelerin içinde.

Kabarık entarilerimizle, tüllü, süslü şapkalarımızla, beyaz güneş şemsiyelerimizle, Kordon Boyu’nda faytonlara binip baloya giderken aaaa o da nesi “kart kurt” lar sardı her bir yerimizi… Bunlar kuyruklu Kürtler, Allahın kroları ne işleri var bizim yıllar içinde ellerimizle kuruttuğumuz İzmir’de. Ay kıçımızı açamayacak mıyız, ay yoksa başımızı mı kapattıracaklar bize? Kırmızı giymiş türbanlı kadının, bir de parfüm sürmüşüne lağım faresi muamelesi yapmaktan, kendi yüzümüzün ne çirkin şekil aldığını görmeyiz. Erken iner hasis kırışıklıklar yüzümüze, erken iner hoşgörüsüzlük yüzümüze. İğrenti ve bulantının yersiz kullanışını yüreğimize, gözlerimize toplarız. Bayrak… Bütün dünya milletlerinin saygın bir simgesi. Tarihi liderler, bütün ülkelerin saygın geçmişi. Lütfen rica ediyorum kırmızı ve beyaz renklerinden beni soğutmayın. Bırakın Atam da rahat uyusun.

Süpürgeli cadılar gibi bayrakkkk, Atatürkkkk, Vatannnn yahut parrrraa ama hazırdannn, rantttttdan olanından diye inleyip, inlettirmeyelim ortalığı.

Mutlaka yaşatmamız gereken kitapçıları, illaki görmemiz ve duymamız gereken arka sokakların şarkılarını öğrenelim. Böbürlenmekten vazgeçip;
Biz şimdi rakı, rokayı bunlarla mı şeedicezz? Denizin kıyısındaki bütün o “gavur”un yaptığı harika taş yapıları yıkıyoz. Yerine muazzam çirkin, ucube apartmanları dikiyoz. Ne meltem gelir içlerine medar-ı iftiharımız Alsancak’ımıza ne de Kadifekale’mizin burçlarına kahve köpüğü kokuları. Şimdi bir de Kordon’u sarmış cafeler ve tipsiz herifler, nolcak bu halimiz?

Biz zaten Çeşme’de serinler, evlerimizde pinekler, alışverişimizi komşumuzdan ya da dostumuzdan ya da hadi haksızlık etmeyelim bir ahbabımızdan bile yapmayız! Bizim sevgisizliğimiz kendimize, bizim aşağılık kompleksimiz “asıl” gavurlarımızdan sonra bir türlü “gavurlaşamamamız”dan. Biz İzmir’in genetiksel mirasına sahip olamayız çünkü biz devşirmeyiz. Hiç birimiz tarihi mekanların kıymetini bilmedik. Hiç birimiz İzmir için düşünmedik. İzmir bence dış gebelik yaşıyor her daim. Aidiyet geliştirdiğini sanarak boşuna gülünç duruma düşüyor. Kimse bir gram ilerlemediğini söylerken aslında en saf duygularını dile getiriyor. Sonra da taşı gediğe pardon taşı “malum” arkadaşlara attığını sanırken kendi başını yarıyor… İzmir sonradan görme “gavur”luğunu kusuyor. O, Türkiye gibi, demokrasisi olmayan Cumhuriyetimizdeki safralarını kusuyor...

Sintinenizi Ege’nin mavi sularına boşaltmayın arkadaşlar! Kimler mi? Onlar kendilerini bilir “malum” arkadaşlar.

Nüfus cüzdanımı denize döktüm. Bulup çıkaran olursa hükümsüzdür ve hatta lüzumsuzdur.

Doğuştan beni tanımlayan bilgilerimi siliyorum. Sünni bölümünü Alevi, kimlik bölümünü Kürt, Yahudi, Ermeni, Boşnak, Arnavut, Bulgar diye düzenliyorum. Beni bu şekilde kabul etmeyenlerin, bugünden itibaren beni hatebook (nefret kitabı) larına koymalarını rica ediyorum. Beni YOKSAYın, beni GİZleyin, beni ÖTEKİleyin lütfen. Yalvarıyorum beni bu saldırgan ve barışçıl olmayan dünyadan SİLin.

Bıktım bu ikiyüzlülükten! BEN BİR ENTEL GAFİLİM.

Dersim, Dersin, Dersim-iz Demokrasi.

Sevgi ve Saygılarımla,

22.11.09

Dikilmesi mümkün "İzmirli ırkçılar" heykel tasarımı


(Olay aşağıda anlatılıyor. Ama yayınlanan bir tek fotograf bile daha iyi göstermiyor mu olan her şeyi aslında...)

BASINA VE KAMUOYUNA

İzmir’de bugün, 22 Kasım 2009 günü, Demokratik Toplum Partisi konvoyuna ve parti yöneticilerine taş ve sopalarla vahim bir saldırı düzenlendi. Olayı yaşayanların anlatımlarına göre Hatay Caddesi boyunca evlerin balkonlarında taşlar biriktirildiği ve bu taşların konvoya atıldığı, trafik polislerinin konvoyun önünü kesmesi ile zaten cadde kenarında konvoyun geçişini beklemekte olan insanların, duran araçlara linç etmek üzere taş ve sopalarla saldırıda bulunmasıyla olaylar başladı.

Yine olayı yaşayanların ve tanık olanların anlatımlarına göre; saldırganların çoğunluğu ‘kurt işareti’ yapmakta ve konvoydakilere yönelik olarak hakaret içeren sloganlar atmaktaydılar. Olay sırasında çok sayıda insan yaralandı ve araçlar zarar gördü.


Olay yerinde bulunan güvenlik güçlerinin saldırgan gruba etkili biçimde müdahale etmemesini, konvoyun güvenliğini almamasını, bu faşist saldırının ulusal basının büyük bir kısmında “vatandaş protestosu, DTP konvoyunda kavga, öfkeli kalabalık…” gibi sözlerle aktarılmasını endişe verici buluyoruz. Yaşananlar, bu saldırının bir anda ve kendiliğinden ortaya çıkan bir ‘öfke patlaması’ değil; günler öncesinden organize edilen, bilinçli ve programlı bir provokasyon olduğunun göstergesidir.

Planlı olduğu, yetkililerin haberdar olduğu ve yönlendirdiği yönündeki pek çok görgüye dayanan iddialarla gündeme gelen bu faşist saldırı Kürt ve Türk halklarının kardeşliğine gölge düşürmeye yöneliktir.

Geçtiğimiz yıllarda “duyarlı vatandaş tepkisi” diye başlatılan linç kampanyasının yeniden hayata geçirildiğinin göstergesi olan bu saldırı önümüzdeki günlerde Demokratik Toplum Partisi’nin yapacağı yurt gezileri açısından da kaygılanmamıza sebep olmuştur. Yaşanan ve yaşanacak muhtemel saldırılardan yetkililerin sorumlu olduğunu hatırlatıyor ve sürecin yasal olarak da takipçisi olacağımızı kamuoyuna duyuruyoruz.

23.11.2009 Pazartesi günü saat 12.30’da Konak Eski Sümerbank önünde pek çok parti ve demokratik kitle örgütü yaşanan saldırıya ilişkin basın açıklaması yapacaktır. Saldırıyı kınamak ve kamuoyu ile paylaşmak için biz de orada olacağız. [Basın toplantısında tasarımımı ellerinde taşımak isteyenler, yüksek çözünürlüklü kopyasını aşağıdan indirebilirler. HA]

Tüm duyarlı kamuoyuna duyururuz.

Saygılarımızla.

İnsan Hakları Derneği İzmir Şubesi
Çağdaş Hukukçular Derneği İzmir Şubesi


Bu fotograf haberle ilgili albüm sayfasından ve "En son haber" sitesinden alındı ama onlar nereden aşırdı, aslında onu bulmak lazım.

Tasarımın yüksek çözünürlüklü kopyasına aşağıdaki resme tıklayarak ulaşabilirsiniz. HA


Olay hakkında:

DTP’li dostlarımızın yanındayız

Türkiye’ye barışın gelmesini ne kadar çok istediğini “17. 500 faili meçhulü de unutmaya hazırız. Yeter ki barış gelsin, akan kan dursun… ” ya da “barışı görelim Allah canımızı alsın” gibi ifadelerle, yetkililere, basının da önünde, sık sık anlatmaya çalışmış olan DTP Eşbaşkanı Ahmet Türk’ün de aralarında bulunduğu; mecliste 21 milletvekiliyle temsil edilen, Türkiye’nin binlerce noktasında yasayla koruma altına alınmış binaları bulunan bir siyasi partinin, Demokratik Toplum Partisi’nin yasal mitingine katılmak üzere, 200 kadar araçla havaalanından şehre gelen bir konvoy dolusu insan, canlarına kast edilecek biçimde ağır bir saldırıya uğradı.

Ellerinde taş, sopa, piknik tüp, sandalye, şezlong, lavabo taşı, bariyer demiri gibi öldürücü olabilecek nesnelerle, sırf Kürt oldukları önyargısıyla, yoldan geçen arabaların içindeki insanlara saldıranlar, tabii ki derhal tespit edilip yakalanmalı ve bunlara, ortaya çıkardıkları büyük hasar da dâhil, her türlü maddi ve manevi cezalar verilmelidir. Bunun görüntülü ve sesli kanıtları çeşitli basın yayın organlarında kamuoyuna sunulmuştur.

Bu olayda, saldırıyı başlatan ve polisin havaya ateş açarak dağıttığı grubun, sonradan tekrar toplanarak yürüyüş yapmasına izin veren ya da göz yuman tüm yetkililer sorumludur. Cana ve mala kastettikleri açıkça anlaşılan kişileri gözaltına almayan, konvoyun geçeceği güzergâhta yeterli güvenlik önlemi oluşturmayan, provokasyon olasılığına karşı istihbaratı varsa bile paylaşmayan bütün devlet memurları incelemeye alınmalıdır.

Konvoya saldırının MHP’nin sokak örgütü Ülkü Ocakları’ndan çıkan grupların bir araya gelmesiyle başladığı; aynı grupların, sonrasında bir yürüyüş yaparak tekrar aynı binaların önünde toplandıkları basında yer almıştır. Başta bu örgütlü saldırının olduğu bölgedeki MHP ve Ülkü Ocakları yetkilileri olmak üzere, MHP Genel Merkez yöneticilerine kadar pek çok kişi soruşturulmalıdır.

DurDe Girişimi olarak, “barış süreci”ne çok büyük destekleri olduğunu düşündüğümüz DTP’li dostlarımıza yapılan ırkçı-etnik milliyetçi saldırıyı kınıyor, hükümeti ve tüm devlet yetkililerini ilân ettikleri barış sürecindeki görevlerini yerine getirmeye davet ediyoruz. Barışa mal olacak her davranış ve tutumdan kaçınmak, herkesten önce, tüm masraflarını da karşılayarak, yaşadığımız ülkeyi yönetmesine izin verdiğimiz devlet ve hükümet yetkililerinin görevidir.

Irkçı saldırganlığa maruz kalan tüm DTP’li dostlarımıza geçmiş olsun diyor, barış yürüyüşünde yan yana yürümeye devam edeceğimizi bildiriyoruz.

Irkçılığa ve Milliyetçiliğe DurDe Girişimi
24.11.2009
İzmir usulü demokrasi
Faşizmin başkenti: İzmir
Taş atan sarışınsa problem yok mu yani?
Diyarbakır’da, ve bir kez daha ‘mesela me...’
Kaplan: Başbakan kafayı yemiş
‘Operasyonel’ vicdan, sahte belge...
Böyle devlet, böyle toplum

İlk taş İzmir’den
Ahmet Türk'ten 'gerginlik' açıklaması
DTP konvoyuna saldırı protesto edildi
DTP, İzmir Emniyet Müdürü ve Valisi hakkında soruşturma istedi
"MHP ve CHP Kışkırttığı Kitleyi Kontrol Edemiyor"
İzmir'de taş devri
"İzmir'de Barış İsteyenler Savaş İsteyenlerden Daha Çok"
"İzmir'deki 'Vatandaş Tepkisi' Değil, Faşist Saldırı"

10.11.09

HEP China will run!

HEP China,
curated by Jose Drummond,
will run from 14 November (opening) to 12 December 2009
at AFA @ Portuguese Bookshop Gallery Macau China

Opening hours: 11AM to 7PM

Video is one of the most prolific visual mediums in use today. The Human Emotion Project (HEP) Macau selection links together more than 40 voices from all over the world. Presented in 4 weeks, each with a different program exploring different topics.

HEP was presented in Australia during February, in Italy during March, in Spain during April, in Portugal during May and in Macau in August. Exhibitions and screenings are also being prepared in Sweden, Denmark, Germany, Romania, Greece, Iran and USA.

Drawn together by the art that they share via the Internet, artists with disparate cultural and aesthetic identities approach the internal workings that exist in all humans. Emotions are inherently difficult to explicate. How does one describe fear? We know it when we feel it but how can we share, through the paltry use of language, our experience of it? Moving images, mostly embellished with sound, extend the expressive possibilities beyond what can be accomplished through language or even static imagery. By employing the largest palette of creative possibilities, film and video artists from around the world strive to externalize those complex driving forces that we all enjoy and endure and that bind us, as humanity, together despite our differences.

Alison Williams,
HEP Founder & Director

Video is one of the most prolific visual mediums in use today. The Human Emotion Project (HEP) Macau selection links together more than 40 voices from all over the world. Presented in 4 weeks, each with a different program exploring different topics.

“Paradox”, “Loss & Desire”, “Transformation” and “Fantasy” are the chosen topics for understanding video art, its own multiplicity and the reunion around the imaginative subject of The Human Emotion Project (HEP).

Jose Drummond
Curator


Paradox
November 14 to November 20

The artists in “Paradox” investigate the contradictions between documentary and performance, fact and fiction, order & chaos. What is real and what is staged? The absurdity of real life, the ambiguity of movement and the enigma of space are some of the perceptions raised in “Paradox”.



Dave Swensen Until Death Parts Us 01:23 - USA
Nicole Rademacher Walk With Me 01:16 - USA
Khairy Hirzalla Looking for 01:54 - Jordan
Hakan Akçura Catharsis 05:25 - Turkey/Sweden
Larry Caveney Arm Wresting Intervention 08:51 - USA
Kim Miller Thanx for Meeting Me Here 03:11 - USA
Vienne Chan Nightdance 05:53 - HK/Canada
Basmati Corpus Tracks 05:17 - Italy
Irina Gabiani Samaia or Triamazikamno 06:26 - Luxembourg
Xenia Vargova Tutu 03:10 - Bulgaria
Ng Fong Chao Redemption 10:55 - Macau


Loss & Desire
November 21 to November 27
“Loss & Desire” explores the ambiguity of misplaced feelings from the philosophical aspect to the emotional. The strong deficit of engagement, the desire for connection and the interior struggle for clarity are permanent in each work.

Gaia Bartolini Unseen Dialogue 07:21 - Italy
Daniel Chavez Self Examination – I Am Nothing 02:38 - USA
Michael Douglas Hawk Bubble Girl 02:14 - Germany
Richard Jochum Mama 01:34 – Austria/USA
Alison Williams Cage-panic 01:46 - RSA
Debbie Douez Two in One 03:18 - Spain
Manfred Marburger Proud 02:15 - UK
Gili Avissar Self portrait-Dead artist 00:34 - Israel
Jose Drummond The Illusionist 01:58 – Portugal/Macau
Masha Yozefpolsky Deep Freeze Israel
Bianca Lei Won Ton noodles, I love …… IT ! 13:00 - Macau


Transformation
November 28 to December 4

The power of “Transformation” is a vibrant and integral part of our lives. The mystery of life changing, the spirituality of isolated gestures and sounds and the manipulation of these elements compose a space of reflection and intimacy.

Amina Bech Tranquility Inverted 03:40 - Norway
Bill Millett The Book 06:46 - UK
Anders Weberg Undisclosed beauty 03:13 - Sweden
Glenn Church Fragility 05:33 - UK
Alison Williams & Anders Weberg Mirror Mirror 02:30 - RSA/Sweden
Christy Walsh Isolation 03:28 - USA
Alberto Guerreiro Transcendent 04:30 - Portugal
Alicia Felberbaum There and Back 02:47 - UK
Sue Pam-grant Portrait 03:26 - RSA
Danny Germansen Alienation & loneliness 01:59 - Denmark
Alice Kok The Duet 03:21 - Macau


Fantasy
December 5 to December 12
“Fantasy” draws inspiration from the apparent fascination of lively graphic imagery. The looping of the modern era, the provocation of literature, the encounter with the fantastical and the employment of technology contribute to the process making of these visual stories.

Adamo Macri OOC 05:51 - Canada
Ebert Brothers Bluescape 02:57 - Germany
Verena Stenke/Andrea Pagnes Crossing 02:44 - Italy
Robertina Sebjanic Bubble 06:02 - Slovenia
Niclas Hallberg The Crying Man 01:23 - Sweden
Michael Chang Concerto Azzurro 06:10 - Denmark
Paolo Bonfiglio Mater 07:20 - Italy
João Ricardo Scarleet 07:04 - Portugal
Cindy Ng Walking 09:25 - China

6.11.09

Meeting Europe - Istanbul: 35 years of Turkish video art / Rencontrer l'Europe - Istanbul: 35 ans d’art vidéo turc


Meeting Europe - Istanbul
exhibitions / projections / publication
25-30 November 2009 Wacken Exhibition Centre, Strasbourg
within the framework of st-art'09, 14th Strasbourg Contemporary Art Fair


Projected Visions

35 years of Turkish video art

Artists: Hakan Akçura / Halil Altındere / Selda Asal / Nancy Atakan / Fikret Atay / Bulent Baş / Tennur Baş / Ali M. Demirel / Burkay Doğan / Köken Ergün / Esra Ersen / Özlem Günyol / Gülsün Karamustafa / Mustafa Kunt / Ahmet Öğüt / Erkan Özgen / Ferhat Özgür / Şener Özmen / Candaş Şişman / Nil Yalter

Curated by Celenk Bafra and Ege Berensel

Presented as an exhibition, this vast selection shows a panorama of Turkish video art, from the first experiences with this medium to the most actual tendencies.

Additionally, a round table on “Video art in Turkey” will be held on 26 November 2009 (within st-art, time to be confirmed), in collaboration with the High School of applied arts of Strasbourg.

apollonia is an association based on local law created in 1998, on the basis of work conducted since 1994 by the Council of Europe within the framework of the Program of European Artistic Exchanges.

Today apollonia defines itself as a platform of cooperation in the area of the visual arts between European countries and, more specifically, with the countries of Central and Eastern Europe, the Balkans, the countries along the Baltic Sea and in the South Caucasus.

apollonia is an autonomous structure functioning on the foundation of close cooperation with other European partners, both inside and outside the European Union. Thus the conception and realization of the projects results from the mutual support of the participating partners. A large majority of them are traveling presentations and thereby reach a wide European public.

One of my video will be exhibited:


Look what beautiful seashells!
(Recording four and five)
Image: 04.05.2008 15:43, Stockholm Highway, Sweden
Voice: 03.05.2008 18:03, Möja Island, Sweden
Hakan Akcura, Stockholm, 2008


....

Rencontrer l'Europe - Istanbul
expositions / projections / publication
25-30 novembre 2009 Parc des expositions du Waken, Strasbourg
dans le cadre de st-art'09, 14ème Foire européenne d'art contemporain


Regards Projetés

35 ans d’art vidéo turc

Artistes:
Hakan Akçura / Halil Altındere / Selda Asal / Nancy Atakan / Fikret Atay / Bulent Baş / Tennur Baş / Ali M. Demirel / Burkay Doğan / Köken Ergün / Esra Ersen / Özlem Günyol / Gülsün Karamustafa / Mustafa Kunt / Ahmet Öğüt / Erkan Özgen / Ferhat Özgür / Şener Özmen / Candaş Şişman / Nil Yalter

Commissariat: Ege Berensel (artiste, critique d’art) et Celenk Bafra (critique d’art, IKSV)

Présentée sous la forme d’une exposition, cette large sélection présente un vaste panorama de l’utilisation du médium vidéo en Turquie, des premières expérimentations aux tendances les plus contemporaines.

Par ailleurs, une table ronde sur le thème de « L’art vidéo en Turquie » sera organisée, en collaboration avec l’École supérieure des arts décoratifs de Strasbourg (26 novembre 2009 au Parc des expositions du Wacken, horaire à confirmer).

apollonia est une association de droit local créée en 1998, faisant suite au travail conduit à partir de 1994 par le Conseil de l’Europe dans le cadre du Programme d’Echanges Artistiques Européens.

Aujourd’hui, apollonia se définit comme une plate-forme de coopération dans le domaine des arts visuels entre les pays européens et plus spécifiquement avec les pays d’Europe centrale et orientale, les Balkans, les pays Baltes et du Caucase du Sud.

apollonia est une structure autonome dont le fonctionnement repose sur une coopération étroite avec d’autres partenaires européens, intra et extra-communautaires. Ainsi, la conception et la réalisation des projets se font grâce à l’appui des partenaires impliqués. La grande majorité des manifestations sont itinérantes touchant un large public européen.

Une de mes vidéos seront exposées:


Look what beautiful seashells!
(Recording four and five)
Image: 04.05.2008 15:43, Stockholm Highway, Sweden
Voice: 03.05.2008 18:03, Möja Island, Sweden
Hakan Akcura, Stockholm, 2008

Les Vidéologies : Notes sur la vidéo en Turquie

Le caractère politique des vidéos réalisées en Turquie ne relève pas du fait qu’elles transmettent des messages et des émotions qui sont liés à des problèmes sociaux et politiques et qu’elles reflètent les structures et les formes sociales du pays

… Elles sont politiques parce qu’elles instaurent une forme de distanciation, qu’elles proposent un nouvel espace-temps [Deleuze] et qu’elles élaborent un nouveau sensorium (mécanisme de sens et de perception) [Rancière]. Elles sont également politiques dans la mesure où les pratiques, les modes de vie, de perception et d’échange se rejoignent en un sens commun, c’est-à-dire en un “sens du bon” qui est concrétisé par un sensorium commun, lequel réorganise les modes et les formes de visibilité [Rancière]. Nous sommes face à une production vidéo, un enregistrement documentaire d’un seul plan et d’une seule prise, où le montage n’entre pas en compte et qui crée une illusion de la réalité : l’enregistrement direct de la pure réalité (Regarde les beaux coquillages, Hakan Akçura, Court Circuit, Ahmet Öğüt, Les rebelles de la danse, Fikret Atay). Même si l’essence de cette création vidéo réside dans le fait de documenter, d’utiliser les techniques du reportage et du cinéma-vérité ou la méthodologie de l’histoire orale, celle-ci invente un nouvel espace-temps en démultipliant l’image en plusieurs écrans ou en créant une forme de fausseté.

Dans son article relatif à la création vidéo turque, Nancy Atakan affirme que celle-ci élabore une forme pseudo-documentaire. « Alors que la vidéo documentaire vise à refléter la réalité d’un individu ou d’un évènement, les travaux que je qualifie de pseudo-documentaires se présentent comme des documents mais sont en fait tout autre chose. Selon moi, c’est cette « autre chose » qui rend ces travaux intéressants. Parfois l’artiste insère un élément inattendu qui ne relève pas de la vie réelle, en se référant à l’histoire de l’art, en ayant recours à l’ironie ou en adoptant un langage plus poétique ou esthétique. La plupart du temps, l’élément qui semble relever d’une scène quotidienne est une mise en scène ou, dirons-nous, que la mise en scène en constitue un élément essentiel. Certains de ces travaux intègrent la musique et l’image tandis que d’autres privilégient le dialogue. Certains déploient des installations multi-écrans ou des installations qui réunissent une vidéo et un objet. Certaines œuvres nécessitent une implication intense de l’artiste durant l’enregistrement, tandis que d’autres, au contraire, privilégient sa prise de distance. Quelque soit l’intervention effectuée, il me semble que la diversité qui transforme ces travaux en œuvre d’art est cette situation d’être ‘autre chose’» Dans certaines œuvres, la fonction documentaire est falsifiée par des mises en scène qui se réfèrent à l’histoire de l’art et où la réalité est masquée par le recours à l’allégorie et à l’ironie (dans les vidéos de Şener Özmen, notamment La Route Allant à Tate Modern et Sortie et la vidéo intitulée Adult Games d’Erkan Özgen). Ces deux artistes ont réalisé leur vidéo dans le sud-est du pays, à Diyarbakır et Batman. Dans un entretien, Şener Özmen affirme que la peur est à l’origine des relations « biaisées » avec la réalité. Déguisés en Don Quichotte et Sancho Panza, Şener Özmen et Erkan Özgen, demandent leur chemin pour se rendre au musée Tate Modern à des paysans. Tandis que La Route Allant à Tate Modern tisse une tension ironique entre le centre et la périphérie, La Sortie est une performance réalisée par Hikmet Uçaman qui était resté coincé sous les débris du tremblement de terre de Diyarbakır Lice en 1975 à l’âge de 2 ans ; alors qu’un individu tente de s’extraire des décombres d’un bâtiment, l’image de cette tentative est répétée en continu. Ce qui se trame ici est un tremblement de terre politique, des millions coincés sous les débris, l’individu et l’impossibilité de sa liberté. Aucune issue n’est possible. La vidéo Adult Games d’Erkan Özgen met en scène une vingtaine d’enfants kurdes vêtus de cagoules noires, qui s’amusent à occuper la place d’un village abandonné (que nous savons être le village de Derik) en adoptant le mode opératoire de la guérilla. C’est ainsi que l’ironie suspend la réalité. Selon Şener Özmen, montrer la guerre et la pauvreté de manière explicite revient à opter pour une solution de facilité.

Ce que Gramsci attend de l’intellectuel et ce que Benjamin nous convie à penser dans son article intitulé L’Auteur comme Producteur sur la position de l’artiste dans le processus de production, est de résister à la culture aliénante de la bourgeoisie, de passer au camp prolétaire et de transformer les appareils de production. Mais, au lieu de plaider pour cette nouvelle force sociale, l’artiste doit situer la pratique dans le même camp que celle-ci. Ainsi, l’artiste « ayant été auparavant le fournisseur de l’appareil de production, devient un ingénieur qui a le devoir d’adapter cet appareil aux objectifs de la révolution du prolétariat». C’est-à-dire que l’objectif premier de l’art doit être de transformer les ouvriers en producteurs d’art, de délivrer l’artiste et l’intellectuel « bienfaiteur et mécène idéologique » « d’une position impossible ». L’expérience du Groupe Medvedkine, fondé par Chris Marker dans les années soixante, qui transforma des ouvriers grévistes en cinéastes, a tenté d’appliquer cette devise à l’histoire de la production d’images. En Turquie, les collectifs Karahaber, Vitopya et Videa, qui réalisent des vidéos activistes et qui sont essentiellement apparus avec les mouvements anti-globalisation, s’avèrent enclins à effectuer cette transformation. Dans sa vidéo Les Ramasseurs de papier, Karahaber (Alper Şen) recherche les possibilités pour les ramasseurs de papier de produire et de transformer leur propre image en leur fournissant des caméras. L’histoire est celle de ceux qui vivent dans des ghettos à Ankara et Adana après que leurs villages de Hakkari aient été brûlés et désertés et qui deviennent ramasseurs de papiers pour survivre : la caméra passe de main en main, et c’est ainsi qu’une main invisible lie les histoires entre elles. Dans sa vidéo intitulée Si Je Chante Une Chanson Est-ce Qu’elle Sera Diffusée ?, Oktay İnce (Karahaber, Videa), qui est ouvrier municipal, filme pendant un an la statue d’Atatürk de la place Ulus à Ankara. Ainsi, se profile une métaphore de la Turquie, par le biais d’une place entretenue par un employé municipal, où les prostituées vont au turbin, où les fous et les vendeurs déambulent et où les couronnes sont déposées à l’occasion de la fête de la République.

La création vidéo turque crée des caractères sociaux : l’enfant de rue (Les Rebelles de la Danse, Fikret Atay), le réfugié politique (Regarde les beaux coquillages, Hakan Akçura), Réfugié (Brothers and Sisters, Esra Ersen), la minorité (La Dentelle de Grand-mère, Nancy Atakan), les ramasseurs de Papiers (Les Ramasseurs de Papier, Alper Şen), etc. L’apparition de la sociologie, de la philosophie, des sciences, de l’art du roman et du cinéma ne peut être envisagée indépendamment de l’activité de description ou même d’invention du « type social » : l’étranger de Simmel, le flâneur de Benjamin, le prolétaire de Marx, le protestant de Weber, l’idiot de Dostoïevski, le Kinok de Vertov. Alors qu’au début du siècle dernier, la littérature, les sciences et le cinéma tentaient de comprendre la vie par l’intermédiaire de types sociaux, ceux-ci semblent ne plus avoir cours de nos jours. Dans sa thèse de doctorat intitulée Des Doxas aux images : Vers une Sociologie de Sentiment, Ulus Baker tout en proposant une critique d’une société de la doxa, affirme qu’il est dorénavant possible d’inventer des caractères sociaux grâce aux moyens offerts par la vidéo. Il n’est ici pas question d’affirmer que la vidéo turque s’efforce d’être sociologique ou de « faire de la sociologie », mais qu’elle crée au contraire une nouvelle politique de l’image en produisant des « types sociaux ».

Ege Berensel

4.11.09

"Turkey’s “Dirty Stories” challenge censors and public memory"


Michael Lithgow
Art Threat


Every country has its dirty stories. In Canada, we could point to the continuing theft of land and resources from First Nations; the environmental devastation and human cost of the Alberta tar sands; or the Highway of Tears (to name a few). In the case of Turkey, a particularly dirty story from their recent past is the 1980 coup that saw hundreds of thousands of detentions, and widespread human rights abuses including torture, lengthy jail terms, and executions for political dissidents and civilians.

It is not a popular memory.

This month, the exhibition “Dirty Stories” opened at the BM SUMA Art Center in Istanbul’s Karaköy district. The show presents 30 artists working in a range of media to excavate and transform the memory of Turkey’s dirty war into some kind of new and contemporary understanding. As we’re fond of saying on our war memorials in Canada – “Lest We Forget”, indeed.

The works range in content and form including various kinds of memorial for individuals killed in the coup; poems against censorship crumpled and left on the gallery floor for visitors to take; a gun chiseled on a tombstone; photographs of muzzled artists.

As Turkey continues to struggle with the memory of its recent political past, and continued censorship and challenges to artistic and expressive freedom, the exhibition is bound to stir public controversy. Kudos to the artists and gallery for taking the risk of remembering in order to transform the present and protect the future.