26.12.07

“Euro-Med Journalist Prize for Cultural Dialogue” to Vercihan Ziflioglu and her article about my open call/art event, “Love at the Hatred Tunnel”

Among journalists from 37 countries, TDN’s (Turkish Daily News) Vercihan Ziflioğlu won the “Euro-Med Journalist Prize for Cultural Dialogue” with four articles. The award is given annually to four journalists from European and Mediterranean countries

Journalist, poet and author Vercihan Ziflioğlu, a reporter for the Turkish Daily News, was yesterday awarded the “Euro-Med Journalist Prize for Cultural Dialogue” organized by the Swedish Institute and supported by the Anna Lindh Euro-Mediterranean Foundation.

Ziflioğlu, 33, who joined the TDN from the daily Hürriyet last January, competed with journalists from 37 countries and was honored for four articles appearing in the TDN this year. Her winning reports included “Artist Without Borders Between Yerevan and Istanbul,” “Love at the Hatred Tunnel” and “Turkey's ‘Ebru' Through the Eyes of Atilla Durak.”

“I feel this is less an award for me and that it is an award to all at the TDN,” Ziflioglu said at an impromptu newsroom ceremony. “It is an award for cultural dialogue which is what the TDN is all about and I owe this honor to my colleagues who have been trusting, supporting and understanding.”

Links:

Turkish Daily News (Detaily news about prize)

Ziflioglu's article-interview with me: “Love at the Hatred Tunnel”



Ziflioğlu'na "Kültürlerarası Diyalog" ödülünü getiren makalelerinden biri "Nefret tünelinde Aşk"a dair

İsveç Enstitüsü tarafından Anna Lindh Euro Foudation'un desteğiyle düzenlenen "Kültürlerarası Diyalog" makale yarışmasında Türkiye ve Turkish Daily News (TDN) gazetesi adına gazeteci Vercihan Ziflioğlu birinci oldu. 37 Akdeniz ülkesinin başvurduğu yarışmada Ziflioğlu, TDN'de yayımlanan "Artist Without Borders Between Yeravan and İstanbul" (Ermenistan ve İstanbul arasında sanatın sınırları yok) "Love at the Hatret Tunel" (Nefret Tünelinde Aşk) ve "Turkey's 'Ebru' through The Eyes of Atilla Durak" (Atilla Durak'ın gözlerinden Türkiye'nin Ebru) haberleriyle ödüle değer bulundu.

Ödüle ilişkin duygularını dile getiren Ziflioğlu, etnik kökeni Ermeni olan bir kişi olarak böyle bir ödülü Türkiye adına kazanmanın mutluluk ötesi olduğunu söyledi. Ziflioğlu, "Benim Türk Ermenisi olarak en büyük çabam iki halk arasında süregelen önyargıların aşılması ve
iki komşunun birbirini tanıması. İnsan duyguları arasında ve dünyadaki sınır kavramına da inanmıyorum. Benim için önemli olan tek şey kimliksiz ve aidiyetsiz bir insanlıktır" dedi.

Sözkonusu "Love at the Hatret Tunel" (Nefret Tünelinde Aşk) isimli haber, Ziflioğlu'nun aynı isimli açık çağrım ve sanat etkinliğime dair benimle yaptığı söyleşinin ardından kaleme alınmıştı.

Gönülden kutlarım.


İlgili linkler:


Turkish Daily News'da ödüle dair geniş haber (ingilizce)
Referans'ta ödüle dair geniş haber (türkçe)

Ödül getiren "Love at the Hatret Tunel" (Nefret Tünelinde Aşk) haberi (ingilizce ve türkçe)


15.12.07

Yazmadım da derledim (belge kalsın diye)

...

Akagündüz'ün iddiasına göre, sergi bu kez polis amirine de gezdirildi. Amir, daha önce sivil polislerce kaydedilen o üç afiş üzerinde duruyordu: "Sergiyle ilgili bir şüphe vardı. Buradaki afişler için sübjektif bir durum söz konusuydu. Neyin sakıncalı olup olmadığı konusunda karar vermekte güçlük çektiler. İşlerin kendisiyle ilgili ortalama bir izleyicini sorabileceği sorular sordular: Amaçlanan ne, bu içerik neden seçildi, Atatürk'e buradaki yaklaşımın ne, gibi sorular sordular. Atatürk'e hakaret içeriyor mu, içermiyor mu, emin olmak istediler. Verdiğimiz cevaplardan tatmin olmadılar ki, afişlerin incelemeye alınacağını, savcılığa bildirileceğini söylediler."

Henüz inceleme aşaması

Amir o sergiden ayrılırken, ertesi gün şüpheli üç afişi tasarlayan sanatçıların kimlik bilgileri alındı. Bu üç sanatçıdan, adının açıklanmasını istemeyen biri, afişini geri çekti.
...

Radikal
1. sayfa, ana haber: Yağmurdan kaçarken
14 Kasım 2007

...
Hale Tenger'den Halil Altindere'ye pek cok sanatcinin islerini sikayet eden gazeteleri ve bu gazetelerin sikayetini esas alan savcilarin varligini, Ayse teyze bilmese de, Hafriyat grubu bilir elbette. Hafriyat grubunu takip etmesi ilham verici kilacak yegane sey de bu bilgiye ragmen sergi acmalari ve "amacımız provokasyon yaratmak değildi" demek yerine, "elbette, korkularimizi provoke ederek kendimizle yuzlesmekti amacimiz" demeleri olabilirdi ancak; nerede sergiden is cekmek, ustelik de isim saklayarak. Aradigim bir kahraman degil. Ama kabul edersiniz ki durusunu bozmayan, "niye"sine sahip cikacak, askla dolu yigitlere ihtiyacimiz var.

Defne Koryürek
Abesle_Istigal
14 Kasım 2007



Afişlerden bazıları gerçekten hoş. Yalnız söylemeden edilmeyecek bir şey var. Önce, Hafriyat’ın basın büteninden bir bölümü sizinle paylaşalım: “Dini tecrübe; yani varoluşun bu olmazsa olmaz iç tecrübesi, hayatımızdan uzaklaştı. Kaybolması mümkün değil, ama uzaklaştı. Oysa dış tecrübeyi, yani gündelik hayatı, insan ilişkilerini besleyen budur. Maatteessüf din de geçici hayatın sel sularının altında kaldı...

Dış görünüş dinle ilgili konumun birinci derecede belirleyicisi sayılabiliyor, dini tecrübenin mutlaklığı, ismi konulmazlığı, tarife gelmezliği unutuldu. Pek kimse bu tecrübenin gerektirdiği emeği vermeye hazır değil.” Görünen o ki tutunacak dalımızın kalmadığı bugünlerde Hafriyat da inanmaya ihtiyaç duyuyor.

Yazının başında, Hafriyat’ın ‘Allah Korkusu’ başlıklı sergisi bazı basın organlarının tepkisini çekti demiştik. Üstelik sadece ismi yüzünden.

Tuhaftır, Hafriyat’ın şu sıralar yaşadığı deneyim bütün bir sergiden daha etkili yukarıda bahsettiklerinin anlaşılmasında. Sergide fotoğraf çekmek istediğimizi, basın olduğumuzu duyar duymaz dehşete kapılıyorlar. Korkunun dehşeti. Bu korku, haklarında çıkacak haberi önceden görmek, kontrol etmek istemelerine yol açıyor. Korku içinde olmak medeni insanlar için doğal bir durum değil. Biz neden böyle olduk? Allah’ım sen bizi koru.

Tempo
Seda Arıcıoğlu
15 Kasım 2007


...

Ancak, sergiye koruma isteyen Hafriyat Grubu'nun başına daha ilginç bir olay geldi: Koruma amaçlı gelen polis "Atatürk'ün Yokluğu" başlıklı çalışmaları bulunan sanatçılar hakkında soruşturma başlattı. Bunun üzerine bir sanatçı posterini geri çekti.
...

Referans Gazetesi

16 Kasım 2007


...
Yalan haber yapmayı adeta bir alışkanlık haline getiren kartel medyasına, İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nden dün yine yalanlama geldi. Emniyet Müdürlüğü, söz konusu sergide hiçbir afişin kaldırılmadığını, ayrıca terörle mücadele ekiplerinin de görevlendirilmediğini bildirdi. Yapılan açıklamada şu sözlere yer verildi: “Söz konusu yazıda Karaköy’de açılan bir sergiyi korumakla görevli polislerin 2 afişi sakıncalı bulmaları üzerine Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü ekiplerinin yazıdaki deyimle “olay yerine” gelerek incelemelerde bulundukları ifade edilmektedir. Gerçeği yansıtmayan ve hiçbir araştırma yapılmaksızın verilen bu bilgiye dayanılarak hayali sonuçlar çıkarıldığı görülmektedir.”

Furkan Haber
17 Kasım 2007

Kemalizm ve ibadet

Kimlik bilgileri alınan sanatçılardan Hakan Akçura ise “Kemalizm bir ibadet biçimidir” ismini taşıyan afişi hakkında suç duyurusunda bulunulduğunu öğrenmesi üzerine Hafriyat Sanat Grubu’nun avukatları eliyle Cumhuriyet savcılığına bir mektup yazdı. İnternet ortamında da yayılan bu yazıda Başoğlu [Akçura demek istediler herhal! H-A], Yazar Murat Belge’nin bir röportajında geçen “Bizde Cumhuriyet’le birlikte oluşan ideoloji tamamen seküler bir alternatif değildir. Kemalizm bir ibadet biçimidir. Dünya tarihinde kısa bir yer tutsa da, bu sekülarizasyon sürecine girmiş olmak, Allah’ı kaybetmiş olmak demektir...” sözünden hareketle “Kemalizm bir ibadet biçimidir” adlı eseri ürettiğini belirtiyor. Başoğlu [Akçura demek istediler yine herhal! H-A], sözlerini şöyle sürdürüyor: “Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi ideolojisi Kemalizm’dir ve paradoksal olarak devletin, ordunun ve bu resmi ideolojinin takipçisi olan insanların siyasal islama karşı çıkışlarında Atatürk bir peygamber gibi anılmaktadır. Afişim, tam da bu çelişkinin dışavurumudur.”

Evrensel
18 Kasım 2007

Hafriyat benim için bağımsız fikirlerimi tasarımlarımı kendi irademle ifade edebildiğim bir kaç galeriden biridir Türkiye de. Bu yüzden oluşturdukları sanat hareketinin özellikle son 10 yılda yaptıklarını da incelersek artık Türk resminde de hatırı sayılır bir yere sahip olduğuna inanıyorum.


Son üç sergisinde de yer almıştım, “Allah Korkusu" temalı sergide de bulunduğum için gayet memnunum. Ne yazık ki sergi öncesi hedef gösterilmesi provokasyona açık bir sergi haline dönüştürülmeye çalışılması üzüntü verici oldu. Sergi açılışı Hafriyatın talebiyle polis güvenliği sağlanarak yapılacaktı. Ancak ziyaretçiler, elinde kamera ve telsizlerle sergiyi inceleyen polislerle beraber, açılışı yapmak zorunda kaldılar. Oysa güvenlik için başvurulmuştu emniyete. Açılıştan sonra özel olarak inceleyebilirlerdi. Kısaca hoş bir açılış olmadı. daha sergi sırasında benim afişimin de arasında bulunduğu üç afiş hakkında sakınca görerek kimlik tespiti istediler. Ben böyle bir şey görmedim,orası bir sanat galerisi bir eylem alanı değil bizde eylemci değiliz daha ilk dakikalarda böyle bir baskı görmek oldukça üzüntü vericidir.

Afişte eleştirilen; namaz hocası gibi bir dogmanın peşinde olanlar ile bunlarla aynı mantık zinciri ile Atatürkçü olduğunu iddia eden Atatürk’ü anlayamayanlardır. Bu afişimde Atatürk’ü aşağılamak eleştirmek hakaret etmek gibi bir amaç asla güdülmemiştir. Böyle bir sonuca ulaşılması da mümkün değildir. Bugün bir korkudan iki büyük korku inşa edildi Türkiye de. Bu korkular,İçinde bulundugumuz konjöktür de emperyalist güçlerin, yeni ismiyle global sermayelerin emellerini kolaylaştıran bir bölünmüşlüge sebeb olmuştur. Kendi afişimi bazı kalıplaşmış fikirlerin tartışılmasına yol açacağını düşünerek yapmıştım. Ancak en yakınımdaki bazı insanların hatta bazı sanatçı arkadaşlarımın bile tepkilerini çekmişti, her şeye rağmen sergilenmesini istedim. Yaptığım afişin bu atmosfer içinde doğru algılanmayacağını, hassas bir dengeye sahip olduğunu ve bazı çevreler tarafından manipüle edilerek farklı alanlara taşınacağını düşünerek şimdilik işimi sergiden geri çekiyorum. [Altını ben çizdim. Ben buna Kemalist korku derim! H.A.] Tek sebebi de budur. Artık emniyet tarafından tespiti yapılmış bir iştir. Savcılıkca sakınca görünürse dava edilecegiz.

Bugün yıpranmış bir Atatürk heykeli değiştirilirken eskiyi imha edemiyoruz. Kimsenin bilmediği bir yere gömüp akıllılık ettiğimizi düşünüyoruz. “Ben, manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum” diyen Atatürk'e, asıl hakaretin bu olduğunu düşünüyorum.

Son olarak şunu söyleyebilirim “Benim müstesna olduğuma dair yasa yoktur.” diyen Atatürk’ü tabulaştırmadan efsanelerden uzak ve ne kadar akılcı gözle görürsek o kadar gerçeğe yaklaşacağımıza inanıyorum.

Journal Entry: Mon Nov 19, 2007, 1:01 PM
[Sonradan silindi. H.A.]
http://muratbasol.deviantart.com
Murat Başol

...
Hafriyat grubu, “Allah Korkusu” sergisini henüz açmadan, Vakit Gazetesi sergiyi “küstah sergi” başlığıyla duyurdu ve “amaç sanat yapmak değil, sövgü” şeklinde saldırdı.

Hafriyatçılar her ne kadar sergilerinin yalnız “toplumsal korku kavramıyla ve bu korkunun iktidarlar tarafından ayrışmalar yaratılarak kullanılmasıyla ilgili bir afiş sergisi” olduğunu söyleyip kendi düşüncelerini açıklasalar da, tehditler sürünce, koruma istemek için polisi aradılar.

Gerisi Aziz Nesin hikayesi: Bildiğiniz gibi “koruma” amaçlı gelen polis, tam tersine sanatçıların işlerinden rahatsız oluyor (!) ve soruşturma açmak istiyor! Olay bir hukuki soruşturma ve gerginlik etrafında dönüp duruyor. Bazı sanatçılar, olaylar hızla birinci sayfalara tırmanınca yapıtlarını geri çekiyorlar. Sanat, kendisini sürekli daralan bir kuşatma içinde hissediyor.

...
Hafriyatçılardan ise desteğimize bir yanıt gelmeden onları sansürleyen zihniyete bir kınama bildirisi yayınladık. Mesleğin profesyonel kurumu olarak özgürlükleri korumak dışında ne seçeneğimiz olabilir mi? [Altını ben çizdim. Yanlış okumadınız: Evet, "mi". "ki" olsa ne farkeder?! H.A.]

Bedri Baykam
4 Aralık 2007

Size bir Atatürkçü, bir Türk olarak beni çok rahatsız eden bir konudan bahsetmek istedim. Belki biliyorsunuzdur. Karaköy Hafriyatta açılan afiş sergisindeki kimi afişlerde sözüm ona sanat adına Atatürk' e ve Atatürkçülüğe hakaret edilmekte. Serginin adı "Allah korkusu". Ancak amacı din baskısını falan sorgulamak değil. Asıl amaç serginin açılış tarihinin 10 kasım seçilmesinden de, açılış metnindeki söylemden de, içindeki kimi afişlerden de belli.Bu konuda hukuki olarak bir şeyler yapılamaz mı? Basında üç afiş için soruşturma açıldığı belirtilmiş.Ancak hangileri olduğu ve niçin soruşturma açıldığı meçhul. Bu sergi başlangıçta vakit gazetesi tarafından dine hakaret edileceği konusunda bir ön yargıyla tanıtılmıştı. Soruşturma açılan afişler bu yönde mi değerlendirildi yoksa Atatürk'ü rencide eden afişler mi bilemiyorum. Atatürkçü ve ulusalcılar bu konunun takipçisi olursa hak ettiği biçimde sonuçlanacağına inanıyorum. Sanata ve sanatçıya saygımız büyük. Ama bu ülkeye sanatı getiren, sanatçıyı baş tacı eden yüce önderin, sanatçı geçinen, sanatı kendi amaçlarına alet edenlerce hakarete uğramasına gönlüm razı değil. Saygılarımla.


kayra_ilk~41742
Sıra No : 65
Tarih : 07:39:23 @ 12-11-2007

Tempo: Cesurum, cesursun, korkağız

Hafriyat Karaköy'de ilginç başlıklı bir afiş sergisi var: Allah Korkusu. Sergi, başlığı dolayısıyla, çeşitli basın organlarının hedefi oldu. Allah'ım gerçekten korkunç!

Hafriyat, aynı dertlerden mustarip bir grup ressam ve heykeltıraşın, bir araya gelerek oluşturdukları özerk, sivil bir grup hareketi. Geçen sene Alternatif Seçim Afişleri diye bir sergileri vardı, hoştu. Sanatçıların sokakla, bizle ilgilenmesi iyi oluyor.

Grup bu sene, normal şartlar altında bir araya gelmeleri, yan yana kullanılmaları gerekmeyecek ama uzun zamandan beri biri diğerinin tam tersiymiş gibi algılanan, böylelikle birbirlerini en iyi anlamlandıran kavramlar üzerine düşünmüş. Anıtkabir, Kâbe, Müslümanlık, laiklik, Hz. Muhammed, Atatürk...

Şöyle bir bakalım. Sergideki afişlerden biri, bir kadın giyim markasına ait: Merve Giyim. Che tişörtü giymiş tesettürlü biri var. Altında peruklu kadınlar, yanında “Üniversiteli bayanlar için peruk gelmiştir” yazıyor. Bir afişten çok dükkân vitrini gibi aslında ama olsun. Bir iş; enter tuşunun üzerinde tövbe yazıyor. Bu enter tuşunun üzerine yazılmadık şey kalmadı aslında ama tövbe güzelmiş. İnternet üzerinde günah çıkarma sitelerinin gündemde olduğu bu zamanda hedefi vuruyor. Bir başka iş; siyah bir kâğıdın üzerinde ‘Korkma! Benim’ yazıyor. Afişlerden biri Atatürk’ün putlaştırılması ile ilgili. Afiş, Murat Belge’nin “Kemalizm bir ibadet biçimidir” sözünden destek almış ama aslında bastona ihtiyacı yok.

Afişlerden bazıları gerçekten hoş. Yalnız söylemeden edilmeyecek bir şey var. Önce, Hafriyat’ın basın büteninden bir bölümü sizinle paylaşalım: “Dini tecrübe; yani varoluşun bu olmazsa olmaz iç tecrübesi, hayatımızdan uzaklaştı. Kaybolması mümkün değil, ama uzaklaştı. Oysa dış tecrübeyi, yani gündelik hayatı, insan ilişkilerini besleyen budur. Maatteessüf din de geçici hayatın sel sularının altında kaldı. ...

Dış görünüş dinle ilgili konumun birinci derecede belirleyicisi sayılabiliyor, dini tecrübenin mutlaklığı, ismi konulmazlığı, tarife gelmezliği unutuldu. Pek kimse bu tecrübenin gerektirdiği emeği vermeye hazır değil.” Görünen o ki tutunacak dalımızın kalmadığı bugünlerde Hafriyat da inanmaya ihtiyaç duyuyor.

Yazının başında, Hafriyat’ın ‘Allah Korkusu’ başlıklı sergisi bazı basın organlarının tepkisini çekti demiştik. Üstelik sadece ismi yüzünden.

Tuhaftır, Hafriyat’ın şu sıralar yaşadığı deneyim bütün bir sergiden daha etkili yukarıda bahsettiklerinin anlaşılmasında. Sergide fotoğraf çekmek istediğimizi, basın olduğumuzu duyar duymaz dehşete kapılıyorlar. Korkunun dehşeti. Bu korku, haklarında çıkacak haberi önceden görmek, kontrol etmek istemelerine yol açıyor. Korku içinde olmak medeni insanlar için doğal bir durum değil. Biz neden böyle olduk? Allah’ım sen bizi koru.


Seda Arıcıoğlu
15 Kasım 2007

7.12.07

Referans: Atatürk Korkusu soruşturma açtırdı

Polisin korumak için geldiği ancak sanatçıları hakkında soruşturma başlattığı 'Allah Korkusu' sergisine dair tartışmalar sürüyor. Vakit gazetesi sergiyi hedef göstermediğini savundu.


Hafriyat Grubu'nun 10 Kasım'da "Allah Korkusu" ismiyle açtığı Hafriyat Karaköy sergisine ilişkin tartışmalar sürüyor. Vakit gazetesi sergiyi hedef göstermediğini savunurken serginin küratörü Deniz Erbaş, gazete çalışanlarının sergiyi görmeden önce haber yaptıklarını söyledi.


Vakit gazetesinin 5 Kasım'da "Küstah sergi" başlıklı haberi üzerine serginin kapıları polis tarafından açıldı. Vakit yaptığı yayınlarda, "Sanatçıların çalışmaları dinlerine duydukları inaçla ilgili deneyimlerindeki değişimi ve hasarı anlatacak" diyerek, serginin amacının provokasyon olduğunu savundu. Ancak, sergiye koruma isteyen Hafriyat Grubu'nun başına daha ilginç bir olay geldi: Koruma amaçlı gelen polis "Atatürk'ün Yokluğu" başlıklı çalışmaları bulunan sanatçılar hakkında soruşturma başlattı. Bunun üzerine bir sanatçı posterini geri çekti.


'Vakit görmeden yazdı'


Hafriyat Grubu, tüm bu olanlardan sonra bir deklarasyon yayımlayarak "Serginin 'Allah Korkusu'nu kapsamasının amacı hükümetlerin korkuyu nasıl kullandıklarını araştırmak. Onlar, insanları Müslüman, Hıristiyan, ateist, Kemalist, İslamcı, Doğu, Batı diye sınıflandırıyor... Kimlikleri bu şekilde tanımlamayanlara hoşgörü yok" dedi.


Serginin küratörü Deniz Erbaş, Vakit'in yorumlarının yalan olduğunu belirterek "Biz kimseyle bu sergi hakkında konuşmadık ve yorum da yapmadık. Vakit sergiye ilişkin haberi sergi açılmadan önce yazdı ve çalışanları bu sergiyi görmedi. Hafriyat, bunun provokatif bir sergi olmasını planlamadı" dedi. Vakit Gazetesi Haber Şefi Muharrem Coşkun, sergide İslam dinine inanan insanları yaralayacak posterlerin bulunduğunu savundu.


Çifte standart iddiası


Coşkun, "3 poster Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu M. Kemal Atatürk hakkında. Bu noktada şu soruyu sormak lazım: Neden Atatürk'ü rencide eden posterler hakkında soruşturma açılırken Allah ya da İslam'la alay eden posterler hakkında soruşturma açılmıyor. O da sadece Allah'ın yarattığı varlıklardan biri. O kanunla korunan sınırlı sayıdaki insandan biri. Bu yüzden belki de 'Atatürk Korkusu' isimli bir sergi yapılmalı. Sergide türbanlı bir kadının posteri var ama diğer dinlerle ilgili hiç poster yok" dedi.


Kimseyi hedeflemediklerini söyleyen Coşkun, sanatın inançları eleştirmemesi gerektiğini savunarak "Ben silik bir Atatürk yüzünün bulunduğu ve altında 'Kemalizm bir tapınma yoludur' yazan posteri beğendim" dedi. [Bir dinsiz, imansız ile Vakit Gazetesi Haber Şefi'nin buluşacağı tek nokta mı ne! H.A.]


Suma Sanat Galerisi'nin küratörü Beral Madra ise "Her dinde olduğu gibi İslam'da da din, insanla Allah arasındadır. Tüm bunların neden tartışıldığını anlamak imkânsız. Onlar sergiyi ziyaret etmeden hedef alıyorlar" diye konuştu.


Sergiyi henüz görmediğini belirten Madra, "Bugün her şey online yollanabiliyor ve biz her türlü bilgiye erişebiliyoruz. İfade özgürlüğüne sınırlama koyanlar, teknolojiyi durdurabilecek mi? Bu topluma bir hakarettir" dedi. Farklı inançlara sahip 15 sanatçının çalışmalarının yer aldığı sergi 2 Aralık'a kadar açık kalacak.

Referans
16.11.2007

4.12.07

Cumhuriyet: "Acaba Atatürk 'e başkaldırı mıymış, saygısızlık mıymış? İncelesinler."

Kültürel değişimlere ilişkin

Son günlerde sergilerde bir çoğalma söz konusu. Sergileri destekleyen yayınlar da arttı. Gelecekte geriye dönüp o sergiyle ilgili bilgiye yeniden ulaşabilmemiz için çalışmalar yapılıyor.

Madem ki sanatın birincil uğraşısı insandır, o halde dinlerden savaşlara kadar tüm yaşanmışlıkların sanatça kullanılagelmesi doğal değil midir? Sanatı onun içselliğidir, kısıtlanamaz. Günün koşullarına bağlı üretilmiş bir yapıt için söylenecek söz, ancak onun sanatsal başarısıyla ilgili olabilir. Ekim, kasım aylarında izlediğimiz sergilere bakalım: "Mahrem" bunlardan biriydi. Dinsel eksenli bir bakışla örtünme neydi? Kamusal alandaki örtünme neye işaret ediyordu? Yüzyıllardır insanlar örtünmeyi kullanmış olamazlar mıydı? Sergi çarpıcı ve estetikti. Santralistanbul'da biraz kendi halinde sürdü ve bitti. Bence daha uzun izlettirilmeliydi, daha çok izlenmeliydi.

Günümüz Türkiye'sinin sanatçısını birçok konuda etkilediğini gösteren bir başka sergi ise Karaköy Hafriyat'taydı. Sergi Cumhuriyetimiz, dinsel gelişmeler, bağlantılar, bağımlılıklar, özgürlükler gibi olgularla kavram karmaşaları nasıl yaratılır sorusunu yanıtlıyordu. Hafriyat Sanat Grubu 'Allah Korkusu' na ilişkin üretilebilecek değişik söylemler için afişi kullanmıştı. Söz konusu olan Tanrısal gücün afişlerle anlatımıydı. Bilinen, ancak sanatsal bir ortamda yeniden dillendirilen bir konu. Ancak sergi yeni bir tartışma ortamı doğurmuş durumda. Hakan Akçura' nın afişi polisçe incelemeye alınmış bile. Acaba Atatürk 'e başkaldırı mıymış, saygısızlık mıymış? İncelesinler. Dediğimiz gibi sanatçının insandan, yaşamdan, sosyal, siyasal olaylar ve olgulardan etkilenmesi, onları kullanması olağandır. Popülist ya da sansasyonel de olabilir. Şu sıralar Siemens Sanat'ta sürmekte olan "Olağandan Sonra: Şimdiki Zaman" sergisinde ise Şenay Kazalova ve Ali Hassoun Doğu - Batı eksenli düşünmüşler. "Bu sadece bir çift göz eşliği" deyip geçmeyin; onlarca izlenmek, onlarla olmak gibi. Kuşkusuz görüntülerin izdüşümü anlamı pekiştiren bir kurgu olarak belleğinize yerleşecektir. Sergiyi 21 Aralık'a kadar gezebilirsiniz.


Ümran Bulut

3 Aralık 2007
Cumhuriyet

23.11.07

UPSD: Özgür bir ülkede yaşanmaması gereken tartışmalar

Hafriyat Grubunun Değerli Sanatçı Üyeleri;

Kamuoyuna yoğun olarak yansıyan şekilde açtığınız serginin aşırı dinci çevrelerden aldığı tehdit ve tacizler ve sizleri korumak için davet ettiğiniz emniyet görevlilerinden gelen beklenmedik tepkiler sonucu serginiz, özgür bir ülkede yaşanmaması gereken tartışmalara sahne olmuştur.

Düşünce özgürlüğünü tehdit eden bu üzücü olaylar karşısında tabii ki UPSD her zaman olduğu gibi, sanat ve sanatçı haklarının ve demokratik anayasal bir hak olan ifade özgürlüğünün yanında yer almaktadır. Bu doğrultuda gurubunuz üyelerinden dostum Hakan Gürsoytrak’a telefon ve mesajla ulaşmaya çalıştım ancak bir yanıt alamadım. Belki bu mesaj elinize geçmemiştir diye düşünerek size bu konuda üzerimize düşen desteği vermeye hazır olduğumuzu bildirir bu vesileyle düşünceyi ifade özgürlüğü ve eleştiri özgürlüğünün sanat ortamının vazgeçilmez bir bütünsel hakkı olduğunu bir defa daha size ve sanat ortamımıza duyurmak istiyoruz. Buna benzer sorunlar yaşayabilecek Yurdun her ilinde yaşayan tüm sanatçılarımıza da, bizi bu gibi durumlarda derhal haberdar etmelerini rica ediyoruz.

Sayın “Hafriyatçılar” bu konuda bizimle paylaşmak isteyeceğiniz bilgiler için Yönetim Kurulu olarak sizinle görüşmeye hazır olduğumuzu bildirir, sevgilerimizi ve en iyi dileklerimizle sunarız.

AIAP UNESCO
TÜRKİYE ULUSAL KOMİTESİ
Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği

Yönetim Kurulu Adına
Başkan

Bedri Baykam,
Yönetim Kurulu
Bahri Genç
Nurettin Erkan
Nilüfer Ergin
Tülin Onat
Pınar Yeşilada
Rüçhan Şahinoğlu

21.11.07

Ahu Antmen: Korkunun ecele faydası yok!

Hafriyat, 'Allah Korkusu' başlıklı sergisinde ünlü-ünsüz, genç-yaşlı her kuşaktan sanatçı, tasarımcı, yazar, çizer ve 'söyleyecek şeyi olanlar'ı afiş gibi 'bildiri' boyutu taşıyan bir mecrada kendi düşüncesini açıklamak üzere bir araya getirmiş

21/11/2007-Radikal

Türkiye'nin bazı kültürel iç dinamiklerini algılayabilmemizi sağlayan başlıca olaylar arasında, sanata ve sanatçıya yönelik tepkiler geliyor. Son bir örneğini, sanatçı topluluğu Hafriyat'ın 'Allah Korkusu' başlıklı afiş sergisinde gördük. Vakit gazetesi sergiyi daha açılmadan hedef gösterince olaylar birbirini kovaladı (Bkz. Radikal, 14 Kasım 2007). Bizde ta 20. yüzyılın başından beri âdettir: Hadi Cumhuriyet'in ilanından önce çıplak model yüzünden dinci çevrelerin Akademi'nin kapısına dayanmasını anladık diyelim, Cumhuriyet'in 50. yılı için yapılan 'Güzel İstanbul' heykeli bile, "Müslüman Türk'ün ahlakını bozduğu" gerekçesiyle kaldırılmıştır. Bu gibi olaylarda halkı galeyana getiren, gazetelerde çıkan yazılardır. Ayrıca ülkemizde, 'resmi ağız'lardan çeşitli heykellerin içine tükürülmesi gerektiğini de duymuşuzdur. Bu açıdan bakıldığında 'Allah Korkusu' sergisi ve etrafındaki olaylar, sergideki afişlerden çok Türkiye'deki bazı tabuların ve bu tabularla nasıl başa çıkılamadığının bir göstergesi olarak yorumlanabilir.

Tartışmak hakaret mi?
Aynı sergide Atatürk'ün putlaştırılmasını eleştirmek isteyen bazı afişlerin incelemeye alınmış olması ise, olaya yeni bir boyut daha getirdi. Yani siyah-beyaz her tarafın tepkisini çekecek bir tablo var ortada. Vah haline Hafriyat'ın!.. Sen misin sergi açan, Türkiye'nin korkularını sorgulayan!.. Bunu sansürsüz, oto sansürsüz ve sansasyonsuz yapabileceğini sanmak, ne haddine! Bu arada bütün yaygaranın, kuşkusuz Hafriyat'ın daha sergiyi planlarken bile tahmin etmiş olabileceği gibi, serginin adından çıktığının altını çizelim. Giderseniz göreceksiniz: Tanrısal güç karşısında küçücük ve çaresiz hissediş üzerine o kadar çok afiş var ki, kavramı bu kadar düz mantıkla görselleştiren bu işlerin neresi hakaret içeriyor diye şaşırabilirsiniz. Tipografik bilgisayar hileleriyle modern bir tür kaligrafiye öykünen salt biçimsel temelli afişler de çok sayıda. Sergiye konulmama kararı alındığını duyduğum bazı işler nasıldı, nelere değiniyordu bilmiyorum ama serginin, bu haliyle, ne tavrıyla ne sanatsal boyutuyla öyle çok iddialı olmadığını söylemek mümkün. Ayrıca 2000'li yıllarda, bir çocuğun babasını tanrısallaştırması üzerine kurulan bir imge (Aybeniz Esen) 'Allah'a hakaret' sayılabiliyorsa; öte yandan Atatürk'ün tanrı değil insan olduğunu vurgulayan görüntüler (Extramücadele, Hakan Gürsoytrak) Atatürk'ün değil, bir tür '12 Eylül Atatürkçülüğü'nün sorgusu olarak algılanamıyorsa.. eh ne diyelim, gerçekten her koldan bir tehdit var ortada. Bu arada, yeri gelmişken akla gelen bazı sorulara yanıt arasak: Atatürk'ü ulusça tanrısallaştırdığımız gerçeğini kabul ettiğimizde Atatürk'e hakaret mi etmiş oluyoruz?

Özellikle 12 Eylül sonrasında, ticari kaygılarla gerçekleştirilen pek çok kötü Atatürk anıtını beğenmiyorsak, bunlara karşı çıkıyorsak, Atatürk'e hakaret mi etmiş oluyoruz? Atatürk'ün imgesinden çok, bıraktığı mirası, örneğin bir Resim ve Heykel Müzesi'ni korumamız gerektiğini düşünüyorsak, Atatürk'e hakaret mi etmiş oluyoruz? Özetle söylemek istediğim: Son dönemde Atatürk imgesine yönelen sanatçıların ideolojik duruşunu bilmiyorum, dahası bazılarının salt tabulara saldırmak adına bazen vurkaç işler ürettiğini de düşünüyorum, ama cevaplarını aramamız gereken bazı sorular açtıkları ortada. Bu konuları tartışınca, düşününce, Atatürk'e hakaret mi etmiş oluyoruz?

Oto sansür daha kötü
Hafriyat, 'Allah Korkusu" sergisinde ünlü-ünsüz, genç-yaşlı her kuşaktan sanatçı, tasarımcı, yazar, çizer ve 'söyleyecek şeyi olanlar'ı afiş gibi 'bildiri' boyutu taşıyan bir mecrada kendi düşüncesini açıklamak üzere bir araya getirmiş. Ve belli ki, bir sanatçı öyle ya da böyle düşününce kurduğumuz dünyalar başımıza yıkılacaksa, zaten hepimizin vah haline, demek istemiş. Sansür kötü, oto sansür daha kötü, ama en kötüsü, en çok konuşmamız gereken konularda bile geriye kalanın nedense hep sansasyon, salt sansasyon oluşu. 'Allah Korkusu', 2 Aralık'a kadar Hafriyat Karaköy'de.

20.11.07

Ahmet İnsel: Totaliter zihniyet

Giderek sıklaşan Atatürk'e hakaret davaları, hiçbir hoşgörüsü olmayan, son derece bağnaz bir zihin dünyasının adım adım yerleştiğini gösteriyor

Ahmet İnsel
Radikal 2 -18.11.2007
Tarih kitabındaki Atatürk fotoğrafının üzerine renkli kalemle emzik, palyaço şapkası çizen, gözlerini boyayan bir liseli kız öğrenci hakkında kaymakamlık emriyle soruşturma başlatıldı. Olay, 10 Kasım'dan bir gün önce, Bodrum Turgutreis'de Hayırlı Sabancı Lisesi tarih dersinde geçti. Fotoğrafın boyandığını gören tarih öğretmeni, okul müdürüne kitabı vermiş ama müdür öğrencinin geçen yıl sınıfta kalmış olması nedeniyle psikolojik sorunları olduğunu ve özür dilemesini dikkate alarak, "öğrenciyi kazanmak için" hakkında bir işlem yapmamış. Bazı veliler, lise müdürünün bu olgun davranışını öğrenince, yememiş içmemişler, durumu kaymakamlığa iletmişler. Kaymakam Abdullah Kalkan, "Bu kabul edilebilir bir durum değil; gerekli yasal işlem hemen başlayacak" buyurmuş. Yasal işlem, genç kıza Atatürk'e hakaretten dava açmak, lise müdürüne de görevi ihmalden soruşturma başlatmak olsa gerek.

Münferit bir olaydır denip dudak bükülecek, işgüzarlık yapmışlar denip omuz silkelenilecek bir vaka değil bu. Küçük ama tam da bu nedenle bir o kadar önemli. Giderek sıklaşan Atatürk'e hakaret davaları, hiçbir hoşgörüsü olmayan, son derece bağnaz bir zihin dünyasının adım adım yerleştiğini gösteriyor. Bir lise öğrencisinin, büyüklerine başkaldırıyı, hiçbir şiddet yöntemine, hatta dışarıya yönelik bir gösteri eylemine çevirmeden, ironi biçiminde ifade etmesine karşı soruşturma açan bir zihniyet ortalığa egemen. Sadece bir partiye, devlet yöneticilerine vs. ait olduğu iddia edilemeyecek yaygınlıkta, bir kısım velinin başını çektiği, yani sivil toplumda da gelişip güçlenen bir totaliter zihniyet söz konusu ve en tehlikeli olanı da bu.

İpek Çalışlar'a karşı, Latife Hanım adlı kitabında, Topal Osman'ın kuşattığı Çankaya Köşkü'nden çarşafa bürünerek kaçtığını anlattığı için, bir vatandaşın ihbarı üzerine geçen yıl Atatürk'e hakaret davası açılmıştı. Çalışlar beraat etti ama savcı davayı açmamazlık edemedi. Buna karşılık, 2006 Kasım ayında, Erenköy'den Gebze'ye gitmek üzere banliyö trenine binen bir yurttaş, yanındaki arkadaşlarıyla konuşurken Atatürk'e hakaret ettiği gerekçesiyle vagondaki güvenlik görevlisi tarafından uyarıldı. Ardından güvenlik görevlisi "zanlıyı" Bostancı'da trenden indirip istasyona gelen polis ekibine teslim etti. Savcılık tarafından tutuklanması için nöbetçi mahkemeye çıkarılan Osman Ergün, "Atatürk'e hakaret" suçundan tutuklandı. Ne dediğini ve davanın kaderini basın yazmadı.

Benzer bir dava, bu kez Fatsa AKP İl Başkanı hakkında açıldı. Atatürk anıtına çelenk konurken sakız çiğnediğini iddia eden bir subayın ihbarı üzerine tutuklandı, sonra kefaletle serbest bırakıldı ve hakkında Atatürk'e hakaretten dava açıldı. Dikkat edin lütfen. Sakız çiğnedi iddiasına binaen yapılan bir tutuklama söz konusu. Ceza hukukçuları, Ceza Muhakemesi Kanunu'nun tutukluluğa neden olacak koşulları çok açık belirlediğini, saygısızlık ve nezaketsizliğin suç olmadığını, bu durumda tutuklama kararı vermenin mümkün olmadığını söylüyorlar. Bu haksız tutuklama nedeniyle mağdurun devletten tazminat alma hakkının doğduğunu da. Ama mahkemeler cayır cayır tutuklama kararları vermekten geri kalmıyor.

Daha bitmedi

Gene 2006'da, bu kez Aralık ayında, bir ilköğretim müfettişi, "öğretmenler yıllardır derslerde Atatürk'ün herkesi kurtardığını anlatıyor. Sizin yere göğe sığdıramadığınız Atatürk beni kurtarmadı. Ben 55 yaşındayım. Ben doğmadan 20 yıl önce ölen birisi beni nasıl kurtarır?" dediği gerekçesiyle yargılandı. Atatürk'ün manevi şahsına hakaret suçundan 10 ay hapis cezası aldı. Cezası ertelendi. Müffetişin söyledikleri bir geyik muhabbeti seviyesini aşmıyordu ama Eğitim-İş Sendikası görev başındaydı.

"Kemalizm ilerlemeden çok gerilemeye tekabül eder", "Cumhuriyetin bizi ortaçağdan kurtardığı söyleniyor, bu tartışılır" ve "Avrupalılar ileride 'Neden her yerde Atatürk'ün fotoğrafları var, heykelleri var' diye soracaklar" dediği için, profesör Atilla Yayla hakkında Atatürk'e hakaretten dava açıldı. Dava devam ediyor.

Bir de, 2007 Eylül ayında varlığını basından öğrendiğimiz, 30 Nisan 2007'de Gaziantep Güzelvadi İlköğretim Okulu bahçesindeki Atatürk büstünün üzerine şekiller çizdikleri ve boyadıkları için 20 öğrencinin gözaltına alındığı ve yaşları 13 ila 17 arasında olan altısı hakkında, Atatürk'e hakaret ve bölücü propaganda suçundan açılan dava var.

Bu saydığım örnekler dışında, Atatürk'e hakaret suçundan açılıp halen devam eden veya kesinleşmiş hapis cezalarının infazı beklenen başka davalar da var. Bunların bir kısmı, 1951 yılında yürürlüğe giren Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkındaki Kanunun kapsamına gerçekten giriyor. Ama sadece bir kısmı. Avukat Fikret İlkiz'in belirttiği gibi, yasa Atatürk'ün hatırasına alenen hakaret etmeyi, tahkir ve tezyif etmeyi suç olarak tanımlayıp hapis cezası öngörüyor. Ama suçun bizzat Atatürk'e hakaret kastıyla işlenmesi gerekiyor. Atatürk anıtına çelenk konurken sakız çiğnemek, "Atatürk beni nasıl kurtarabilirdi" diye ortaya laf atmak, baskıcı otorite ile en büyük hesaplaşmanın yaşandığı ergenlik döneminde Atatürk'ün resmini karikatürleştirmek, belki okul bahçesindeki büstü boyamak, "neden bu kadar fazla Atatürk heykeli var" sorusunu sormak, Atatürk'ün manevi şahsına hakaret olarak algılanabiliyorsa eğer, özellikle ergenlik yaşındaki çocukların ister istemez baskıcı otorite ile özdeşleştirecekleri simgeye karşı yaramaz girişimlerde bulunmaları, onlara karşı makbul vatandaşların harekete geçmesini ve ardından devlet şiddetini eğer tetikliyorsa, o zaman dinsel boyutlar kazanmış bir tabunun egemenliğinin hüküm sürdüğünü kabul etmek gerekir. İslam peygamberi hakkında yapılan çirkin karikatürlere karşı ölüm fetvaları veren Müslümanların tavrıyla, Atatürk düşünce sisteminin kutsallarına düşün dünyalarını teslim edenler arasında, nitel bir fark kalmamış demektir. Biri ölüm cezası veriyor diğeri daha medeni cezalar öngörüyor ama ikisi de dogmatik ve totaliter bir zihin dünyasında buluşuyor.

Hafriyat Sanat Grubu'nun "Allah Korkusu" başlıklı sergisini fanatik Müslümanların saldırısından korumak için gelen polislerin ihbarıyla, sergide yer alan üç fotoğraf için savcılık Atatürk'e hakaretten inceleme başlattı. Şimdi sözü, Hakan Akçura'nın "Sureti Silinmiş Atatürk" afişini [Sanırım yanlış bilgilenmiş afişimin ismi konusunda ki bu hatayı resimaltında da tekrarlıyor İnsel... H.A.] neyi ifade etmek için tasarladığını anlattığı savcılık ifadesine bırakabiliriz: "Türkiye Cumhuriyeti'nin resmi ideolojisi olan Kemalizm'de ve paradoksal olarak devletin, ordunun ve takipçilerinin siyasal İslam'a karşı çıkışında, Atatürk peygamber gibi anılıyor. Afişim, bu çelişkinin dışavurumudur. Birbirine karşı görünen radikal İslamcı ve antidemokratik Kemalistler aynı tapınma biçimiyle davranıyor".

Nadir Nadi, bundan bir çeyrek yüzyıl önce, 12 Eylül rejiminin yaptıkları karşısında, "Ben Atatürkçü değilim" diyordu. Nadir Nadi'nin Atatürkçülüğünden şüphe etmeyenler, bugün geldiğimiz aşamada acaba ne düşünüyorlardır?
"Kemalizm bir ibadet biçimidir (Murat Belge'den)" - Hakan Akçura - 2007

19.11.07

Berliner Zeitung: Gottesfurcht und Angst vor der Polizei / Allah Korkusu ve Polisin Korkusu

Türkçe çeviri aşağıda

Eine Kunstausstellung in Istanbul gerät zwischen die Fronten von Islamismus und Kemalismus

Rana Göroglu

Berliner Zeitung, 20.11.2007

Hafriyat" heißt so viel wie "Baustelle", aber auch "Ausgrabung". Es ist zugleich der Name einer der ersten und bis heute wichtigsten unabhängigen Künstlergruppen der Türkei. Als sie sich vor rund zehn Jahren zusammenschloss, gab es in der Türkei so gut wie keinen freien Kunstmarkt. In diese Lücke ist "Hafriyat" gestoßen, mit dem Ziel, die Selbstzensur zu durchbrechen und jungen Künstlern eine Plattform und ein Experimentierfeld für neue Ausdrucksformen zu bieten.

Mit den Reaktionen, die ihr jüngstes Projekt, eine Posterausstellung mit dem Titel "Allah Korkusu" (Gottesfurcht), ausgelöst hat, hatte keines der zwölf "Hafriyat"-Mitglieder gerechnet. Allein aufgrund des Titels wurde sie zunächst von der islamistischen Zeitung "Vakit" angegriffen. Es gehe der Gruppe nicht um die Kunst, sondern nur darum, zu provozieren und religiöse Gefühle zu verletzen, behauptete die Zeitung am 5. November - fünf Tage vor der Ausstellungseröffnung, ohne eines der Bilder gesehen zu haben. "Zu diesem Zeitpunkt stand die Auswahl der Poster noch gar nicht fest", sagt die Ausstellungskoordinatorin, die namentlich nicht genannt werden will.

Die schicke und ganz in weiß gehaltene, zweigeschossige "Hafriyat"-Galerie sticht mit ihrer großen Glasfront deutlich aus den sie umgebenden grauen und baufälligen Steinhäusern heraus. Sie liegt an einer viel befahrenen Straße mitten in Karaköy, einem alten Handwerker- und Hafenarbeiterviertel am Goldenen Horn. Die Koordinatorin erzählt, der Besitzer eines benachbarten Geschäftes habe sie kurz nach Erscheinen des "Vakit"-Artikels informiert, zwei bärtige Männer seien zu ihm gekommen und hätten ihm gesagt, dass die "Hafriyat-Karaköy"-Galerie bald schließen werde. Die Drohung wurde verstanden. Einige der eingeladenen Künstler zogen ihre Teilnahme an der Ausstellung bereits vor deren Eröffnung zurück.

Zwischen zwei Lagern

"In der Türkei ist es nach solchen Drohungen schon zu Übergriffen und sogar Morden gekommen. Deshalb waren wir gezwungen, uns, und vor allem die Besucher der Ausstellungseröffnung zu schützen", so die Ausstellungskoordinatorin. Nachdem ein privater Sicherheitsdienst gesagt hatte, dass er keinen ausreichenden Schutz gewährleisten könne, wandten sich die Künstler an die Polizei. Das wurde ein Eigentor: Die Polizei nahm nun ihrerseits Anstoß an der Ausstellung - insbesondere an drei Postern, die die Würde des türkischen Staatsgründers und Gralshüter des Laizismus, Mustafa Kemal Atatürk, herabsetzen würden.

Dies könnte der Polizei zufolge auf ein Poster des Künstlers Hakan Akçura zutreffen, das Atatürk ohne Gesicht zeigt - eine Anspielung auf das Verbot, den Propheten Mohammed abzubilden. Ebenso wurde das Poster einer Frau mit Kopftuch beanstandet, die ein Atatürk-T-Shirt trägt, sowie eines, dass den Staatsgründer in verschiedenen islamischen Gebetsposen zeigt. Letzteres wurde vom Künstler inzwischen abgehängt. Dennoch prüft die Staatsanwaltschaft bei allen drei Postern, ob sie einen Gesetzesvorstoß darstellen und eine Strafanzeige nach sich ziehen werden.

Islamismus auf der einen Seite, Atatürkismus auf der anderen - das sind nicht nur die zwei großen Lager, die sich in der Türkei seit Jahren so erbittert gegenüber stehen, sondern auch zwei der größten Tabus. Es war das Ziel der Ausstellung, die damit verbundenen Mechanismen der Angst und Unterdrückung humorvoll in Frage zu stellen, sie künstlerisch zu durchbrechen - etwa mit der Parole "Verzeih mir lieber Gott, dass ich an dieser Ausstellung teilnehme!" auf einem Poster. Nun hat man beide Lager aufgebracht, wenn auch mit unterschiedlichen Werken: Der gesichtslose Atatürk, unter den der Künstler geschrieben hat, dass Kemalismus eine Form der Gottesanbetung sei, wurde von der islamistischen Zeitung "Vakit" lobend erwähnt.

Besucherinnen im Kopftuch

"Die Reaktionen auf die Ausstellung zeigen, in was für einer paranoiden Gesellschaft wir leben und wie eingeschränkt die Freiheit des Ausdrucks noch immer ist. Ich glaube, es wird noch lange dauern, bis sich das ändert und man wirklich entspannt arbeiten kann", sagt eine der "Hafriyat"-Künstlerinnen, die anonym bleiben will. Der Maler und "Hafriyat"-Mitgründer Antonio Cosentino ist zuversichtlicher: "Es gibt Mechanismen wie den Paragraphen 301" - er stellt Beleidigung des Türkentums unter Strafe - "die angewandt werden, um Kulturschaffende aller Art zu unterdrücken. Aber letztlich ist es niemandem gelungen, die Ausstellung zu verhindern. Und das ist das Wichtigste, denn damit haben wir unser Ziel erreicht, unsere künstlerischen Ideen zu dem Thema der Öffentlichkeit zugänglich zu machen".

Inzwischen sind etliche Berichte über die Ausstellung in den türkischen Medien erschienen, die meisten davon sind relativ neutral ausgefallen. Nicht so in der "Vakit", die noch einmal nachgelegt hat und die Ausstellung nicht als "dänische" sondern als "lokale Provokation" bezeichnete - was, wie zwischen den Zeilen zu lesen ist, eigentlich noch viel schlimmer sei. Der Medienrummel ist der Gruppe inzwischen über den Kopf gewachsen, auch wenn die Ausstellung dadurch einem breiteren Publikum bekannt geworden ist. So kommen jetzt auch Frauen mit Kopftuch in die Galerie, um sich die Poster anzusehen. Die meisten von ihnen, so Cosentino, hätten auf Nachfrage gesagt, dass sie sich nicht durch die Bilder verletzt fühlen.

Die Ausstellung läuft noch bis zum 2. Dezember, Hafriyat-Karaköy Galerie, Necati Bey Cad. 79, Karaköy, Istanbul.

Informationen im Internet:
www.hafriyatkarakoy.com

__________________

Hafriyat”ın “şantiye”den “kazı çalışması”na “ pek çok anlamı var. Bu, aynı zamanda Türkiye’deki ilk ve bugüne kadarki en önemli bağımsız sanat gruplarından birinin adı. Yaklaşık on yıl önce kuruldukları zaman Türkiye’de özgür bir sanat ortamı yok gibiydi. “Hafriyat”, bu boşluğu doldurarak otosansürü yıkmak ve genç sanatçılara yeni ifade biçimleri için bir ortam oluşturmak amacı ile yola çıktı.

On iki Hafriyat ortağından hiçbiri, son projeleri olan “Alllah Korkusu” isimli afiş sergisine başlarken, gelecek tepkileri tahmin etmemişti. Başlığı dolayısı ile sergi, islami “Vakit” gazetesinde yer aldı. Gazetenin 5 Kasım tarihli -açılıştan beş gün önce, yani henüz hiçbir iş görülmeden- haberinde, serginin sanatsal bir amaç gütmediğini, dini duygulara zarar vermek gibi provokatif bir amaç güttüğü yazıyordu. Sergi koordiatörü “Bu noktada afişlerin seçimi saptanmamıştı” diye belirtiyor.

Şık ve beyaz Hafriyat Galeri büyük cam vitrini ile, gri ve viran binaların arasında duruyor. Karaköy’ün ortasında, esnaf ve liman işçilerinin çoğunlukta olduğu Haliç yakınlarında yoğun trafikli bir caddede yer alıyor. Koordinatör komşu esnaflardan birinin sahibinin Vakit gazetesindeki yazıdan haberdar olmasıyla, iki bıyıklı adamın kendisine gelerek Hafriyat-Karaköy Galerisinin yakın zamanda kapanacağını söylediklerini anlatıyor. Tehdit anlaşıldı ve birkaç sanatçı, açılıştan kısa süre önce işini geri çekti.

İki duruş arasında
Sergi koordinatörü “Türkiye’de bu tarz tehditlerin cinayete varan sonuçları olabilir. Bu yüzden kendimizi ve açılışa gelen konuklarımızı korumak zorunda hissettik” diyor. Özel güvenlik sorumlusu tam bir koruma garantisi veremeyeceğini söyleyince, sanatçılar polise başvurdu. Kendi kalelerine gol atmış oldular, polis Türk kurucu ve laiklik önderi Mustafa Kemal Atatürk’ü küçük düşürmüş olabilecek üç poster üzerinde özellikle durdu.

Sanatçı Hakan Akçura’nın Peygamber Muhammed’in resmedilmesi yasağına gönderme yaparak Atatürk’ü yüzü olmadan gösteren afişinin, türbanlı ve Atatürk’lü t-shirt giyen bir kadının bulunduğu afişin ve kurucunun farklı namaz konumlarında göründüğü bir başka afişin bir saldırı içerip içermediklerini kontrol etmek için takibe alındı.

Bir tarafta İslam, diğer tarafta Kemalizm - bunlar Türkiye’de birbirine uzak iki duruş olmakla beraber, iki büyük tabu. Serginin amacı, korku ve baskı mekanizmalarına mizahi biçimde sorgulamaktı, tıpkı “Beni bu sergiye katıldığım için affet Allah’ım” yazılı afişteki gibi. Çeşitli işlerde aynı bakışla iki tarafa da yaklaşılıyor. Altında Kemalizm’in bir Allah korkusu türü olduğu yazan yüzü olmayan Atatürk’ün yer aldığı afiş Vakit gazetesi’nde yer aldı.

Türbanlı ziyaretçiler

"Sergiye gösterilen tepkiler nasıl paranoyak bir toplumda yaşadığımızın ve ifade özgürlüğünün kısıtlı olduğunun göstergesi. Bunun değişmesi ve baskısız çalışabilmek çok zaman alacak." diyor anonim kalmak isteyen Hafriyat sanatçılarından biri. Ressam ve Hafriyat kurucularından Antonio Cosentino ise daha ümitli: "Kültür ve sanatı baskılayan 301. madde -Türklüğe hakarete cezadan bahsediyor- gibi mekanizmalar var. Ama sonuç olarak sergiyi engellemek kimseye bir şey kazandırmaz. Ve en önemlisi böylece sanat fikirlerini halka yakınlaştırmak olan amacımıza ulaşmış oluyoruz."

Türk medyasında sergi hakkında çıkan haberler daha tarafsız yaklaşıyor. Serginin Vakit Gazetesinde tekrar yer alan 'Danimarkalı değil yerli provokasyon' diyen haberi gibi değiller. Sergiye şu an afişleri görmek için türbanlı kadınlar da geliyor. Çoğu, kendilerine sorulmasının üzerine resimlerin kendilerini kötü hissettirmediğini söylüyor.

Sergi 2 Aralıka kadar Hafriyat Karaköy Galerisi'nde sürecek.
Bilgi için www.hafriyatkarakoy.com

(Çeviren Işıl Döneray)

Aynadakileke: Soğukkanlı ve ufuk açıcı şeyler...

"Afişin yaptığı gönderme çok basit: İslam dininde peygamberin yüzünün resmedilmesinin yasak olması, bir anlamda, onun fikirlerinin tartışmaya ve eleştiriye kapalı tutulmasının da güvencesidir. İşte, `Kemalizm bir ibadet biçimidir´ sözü de tam bu noktaya oturuyor."

"Allah Korkusu" sergisi ve Hafriyat üzerine üç eleştirel yorum

Tarih sırasıyla ilk yorum Habertürk-H2 başyazarı Necati Yıldırım'dan:
"Umarız bu yaşananlar Hafriyat açısından gelecekte düzenleyecekleri etkinliklere isim bulma konusunda kafa karışıklığına yol açmaz."

İkincisi, "Abesle İştigal" blog sitesi sahibi Defne Koryürek'ten:
"Hafriyat grubunu takip etmesi ilham verici kilacak yegane sey de bu bilgiye ragmen sergi acmalari ve 'amacımız provokasyon yaratmak değildi' demek yerine, 'elbette, korkularimizi provoke ederek kendimizle yuzlesmekti amacimiz' demeleri olabilirdi ancak; nerede sergiden is cekmek, ustelik de isim saklayarak."

Üçüncüsü imzasız; Sabah'tan:
"Türkiye'nin en etkin bağımsız sanat kolektifi olarak geçen grubun bağımsızlığı, bu sergi sırasında yaşananlarla sarsıldı, belki de tarihe karıştı..."

18.11.07

Evrensel: Allah Korkusu sansasyonla anılmasın

Daha açılmadan Vakit gazetesinin “Küstah Sergi” başlığıyla hedef gösterdiği Allah Korkusu sergisi devam ediyor. Sergiyi açan Hafriyat Grubu, basının hem hedef gösteren, hem de polisin baskılarını abartan yayınlarından şikayetçi.

Vakit gazetesinde “Sanat adı altında, sövgü kültürü inşaa ediliyor; açılmadan tepki topladı” diye dikkatleri üzerine çektiği sergiyi açan Hafriyat Grubu, bu habere “Daha katılacak olan eserler bile ortaya çıkmış değil” diyerek tepki göstermişti. “Allah Korkusu” adlı sergi, bu tartışmalarla ve yoğun güvenlik kuşatmasıyla 10 Kasım günü açılmıştı. “Serginin güvenliği” için gelen polislerin, bazı sanatçıların kimlik bilgilerini istemesi üzerine kamuoyunda eserlere el konduğu, soruşturma açıldığı gibi haberler dolaşmaya başlamıştı.

Bunun üzerine sergi yerinde konuştuğumuz Hafriyat Grubu elemanları duruma açıklık getirecek bilgiler verdiler. İlk açıklamaları “Serginin amacı manipüle edildiği için basınla görüşmek istemiyoruz” olan Hafriyat Grubu, gazetelere de yansıyan soruşturma açıldığı, takip edildikleri, savcının ifade aldığı gibi iddiaları reddetti. Hafriyatçılar, “Sorun sadece buraya açılışta ‘korumak’ amaçlı gelen polislerin, üç eserin sanatçılarının kimlik bilgilerini istemesi ve sanatçılarca verilmesinden ibarettir” dediler.

Dolaşan haberler üzerine eser sahiplerinden Murat Başoğlu; eserini kendi iradesiyle sergiden kaldırdı. Polisin dikkatini çeken diğer iki eser sergilenmeye devam ediyor. Başoğlu, sergi görevlilerine bu serginin “namaz kılan Atatürk” afişiyle anılmaması ve serginin verimliliği açısından kaldırdığı açıklamasını yapmış. Kimlik bilgileri alınan Başoğlu ve Zeynep Özatalay kamuoyuna yönelik bir açıklama yapmaktan kaçındı.

Kemalizm ve ibadet

Kimlik bilgileri alınan sanatçılardan Hakan Akçura ise “Kemalizm bir ibadet biçimidir” ismini taşıyan afişi hakkında suç duyurusunda bulunulduğunu öğrenmesi üzerine Hafriyat Sanat Grubu’nun avukatları eliyle Cumhuriyet savcılığına bir mektup yazdı. İnternet ortamında da yayılan bu yazıda Başoğlu [Akçura demek istediler herhal! H-A], Yazar Murat Belge’nin bir röportajında geçen “Bizde Cumhuriyet’le birlikte oluşan ideoloji tamamen seküler bir alternatif değildir. Kemalizm bir ibadet biçimidir. Dünya tarihinde kısa bir yer tutsa da, bu sekülarizasyon sürecine girmiş olmak, Allah’ı kaybetmiş olmak demektir...” sözünden hareketle “Kemalizm bir ibadet biçimidir” adlı eseri ürettiğini belirtiyor. Başoğlu [Akçura demek istediler yine herhal! H-A], sözlerini şöyle sürdürüyor: “Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi ideolojisi Kemalizm’dir ve paradoksal olarak devletin, ordunun ve bu resmi ideolojinin takipçisi olan insanların siyasal islama karşı çıkışlarında Atatürk bir peygamber gibi anılmaktadır. Afişim, tam da bu çelişkinin dışavurumudur.”

Kendilerini “Sanatsal ve kültürel deneyimlerin paylaşılmasıyla yeni projelerin üretildiği, uygulandığı, bağımsız bir çeşitli sanatlar alemi” olarak tarif eden Hafriyat elemanları; sergileri için bir sansasyon beklemediklerini ve böyle bir durumu da istemediklerini belirtiyor. Serginin amacını, “Korkunun bir tanrı oluşturması ve tanrı adına bu korkunun kullanılmasını, korku kültürünü” sorgulamak olarak açıklıyor. (Memik Horuz-İstanbul/EVRENSEL)

16.11.07

Mehmet Y. Yılmaz: Hepimizi Allah korudu!


"ALLAH Korkusu" isimli bir afiş sergisi önce dinci medyanın hedefi oldu.

Vakit Gazetesi, her zaman yaptığı gibi bunu provokasyon için bir fırsat bildi ve okuyucuları arasındaki "meczuplara" sergiyi hedef gösteren yayın yaptı.

Bunun üzerine "sergiyi korumak için" bir polis birliği görevlendirildi.

Sergiyi korumak için gelen polisler, afişlerden bazılarını beğenmeyince de Aziz Nesin’e rahmet okutacak gelişmeler yaşandı.

Radikal’in haberine göre sergiyi korumakla görevli polislerin üç afişi "sakıncalı" bulmaları üzerine terörle mücadele ekipleri "olay yerine" gelip incelemelerde bulunmuş.

Sergiyi kontrol için gelen polislerin "terörle mücadele şubesinden" olmalarına dikkatinizi çekmek istiyorum.

Grafik sanatçılarının kendi aralarında bir terör örgütü kurup, bunun propagandasını yapmak için sergi açtıkları mı düşünüldü acaba?

Suç aletleri; boya kalemleri, káğıtlar, "photoshop" programları ve kretuvar olan bir terör örgütü!

Haberi okurken emniyet teşkilatımızın bizi ne büyük bir beladan kurtardığını düşündüm, halimize şükrettim.

Düşünsenize bugün káğıtlar ve boyalarla o afişleri yapanlar, yarın neler yapmazlardı ki?

Ece Temelkuran: Demokrasinin delikanlı meydanı

Birkaç sorum var.
Bir muhafazakâr gazetenin bir muhafazakâr yazarı geçtiğimiz günlerde köşesinden şöyle seslendi:
"Müslüman gençler! Ekşi Sözlüğü ele geçiriniz!"
Hâlâ bilmeyen varsa Ekşi Sözlük, gençlerin kurduğu, internetteki en meşhur sitelerden biri. Bu siteye yazı yazanlar içinde, herkes gibi muhtemelen Müslüman gençler de vardır. Benim aklıma takılan, bu "ele geçiriniz" emri.
Acaba bu siteye hali hazırda yazmakta olan ya da siteyi bu yazıdan sonra tanıyan "Müslüman gençler" bu seslenişi ne kadar ciddiye aldı?
Bu birinci sorum.
İkincisi ise önceki gün Ankara 11. Asliye Ceza Mahkemesi'nde görülmeye devam edilen davayla ilgili. Dava, Danıştay ve Cumhuriyet gazetelerine yapılan saldırıyla ilgili. Sanık Alparslan Arslan'ın avukatı Abdurahman Sarıoğlu müvekkiliyle ilgili şöyle bir savunma yapmış:
"Olay, din ve vicdan özgürlüğünü ilgilendirdiğinden, Diyanet İşleri Başkanlığı'ndan, başörtüsünün hanımlar için farz bir ibadet olup olmadığı konusunda bilirkişi raporu alınması gerekir. Çünkü gerek Cumhuriyet gazetesine yapılan bombalı saldırı olayında ve gerekse Danıştay olayında bu rapor aydınlatıcı olacaktır. Eğer başörtüsü ibadet ise Danıştay'a vaki saldırı terör sayılmayacaktır. Çünkü terörde belirleyici olan amaçtır. İbadet amacı terör sayılamaz."
Avukat savunmasında, türban yasağının Müslümanları "silaha alıştırdığını" ileri sürdü. İkinci sorum şu:Başörtülü kadınlar bu konuda ne düşünüyor?
Başörtüsü yasağı kalkmazsa ellerine silah alırlar mı?
Üçüncü sorum bir sergiyle ilgili.
İstanbul'da "Allah Korkusu" başlıklı bir sergi açıldı. Hafriyat Sanat Grubu'nun sergisi Türkiye'deki din ve Atatürk üzerine kurulan tabuların tamamına ilişkin bir afiş sergisi. Cesur bir iş. Ben arkadaşları canı gönülden tebrik ediyorum. Ne ki Vakit gazetesi benden önce "tebriğini" yapmış. Danıştay saldırısı öncesi yapılan "tebriğe" benzer bir tebrik! Polis, ayrıca tebrik etmiş, Atatürk ile ilgili afişler hakkında soruşturma açtırarak. Oysa polisler Vakit gazetesinin "tebriğinden" tedirgin olan sanatçılar tarafından çağrılmış.
Üçüncü sorum şu:
İçinde "Allah korkusu" taşıyanlar Vakit gazetesinin bu tebriği konusunda ne düşünüyor? Tepki göstermeyi düşünüyorlar mı?
Birikmiş çok sorum var tabii:
"Başörtüsü yasağı hakkında ne düşünüyorsunuz?" sorusuyla herkese "demokrasi testi" yapanlar ne zaman kendi demokratlıklarını kanıtlayacaklar?
Her nedense ve her nasılsa hâlâ "Türkiye'de Müslümanlara nefes aldırılmıyor" propagandası yapanlar ne zaman TCK 301 konusunda ciddi bir tepki gösterip milliyetçi-muhafazakârlar dışındaki herkesi nefessiz bırakan bu yasa hakkında bir şey söyleyecekler?
Bu konularda bir şey yapmadıkları sürece "Bi' dertleri cami yapılsın, bi' dertleri kadınlar kapansın" gibi görünmekten hiç mi çekinmiyorlar? AKP'ye destek vermeyen herkesin "cuntacı" durumuna düşmekten çekindiği kadar da mı değil? AKP seçimleri kazandığında neredeyse partinin gençlik kolları gibi sevinen ve bu sevincini her türlü gazetecilik kantarını kenara koyarak dile getiren muhafazakâr yazarlar niye kendilerini bu konularda bir şey söylemek, tepki göstermek zorunda hissetmiyorlar? "Ötekilikten" yıllarca şikâyet edip şimdi bir "öteki" internet sitesinin bile varlığına katlanamamayı nasıl böyle göğüslerini gere gere söyleyebiliyorlar?
"Amma korktular Malezya olmaktan! Keh! Keh!" deyip, "İran korkusu var bunlarda! Keh! Keh!" edip kenara çekilmenin her türlü kolaycılığını, ucuzculuğunu sonuna kadar kullanıp nasıl herkese "Yoksa sen sivil demokrasi yanlısı değil misin!" diye hesap sorabiliyorlar?
İşte, şahsen bu soruların cevabını pek merak ediyorum. Bütün muhafazakâr yazı-çizi insanlarını da demokrasinin bu delikanlı meydanına çağırıyorum.

15.11.07

Nefret Tünelinde Aşk, H2'de


Nefret Tünelinde Aşk

Hakan'ı neredeyse 20 yıldır tanırım. 20 yıldır aralıksız "insan olma onurunu" (ne kadar eski püskü, deforme bir ifade gibi geliyor kulağa) koruyarak yaşayıp, başta resim olmak üzere hep bir şekilde kulak verilesi cümleler kuran eserler ortaya koymasına bizzat şahidim. Geçenlerde -biraz da yeterli katılım sağlayamadığından şikayet ederek- söz ettiği yeni projesi "Nefret Tünelinde Aşk" eni konu bu kanımı güçlendirir nitelikteydi.

Hakan tam bir kazıcıdır. Görünenin arkasına bakmayı, saklı duranlara ışık tutmayı ve bu gerçekleşene kadar -yeterli malzemeyi toplayana kadar- eşelemeye devam eder. Öyle ki o fenomenle işi bittiğinde sizi artık ona başka bir yerden bakmak zorunda bırakır.

"Nefret Tünelinde Aşk"da Hakan işte yine tam da bunu yapıyor. Sezdirmeden büyüyen, ruhlarımıza doğru yılankavi uzanan nefret dehlizlerinde gezinip -gözü kara bir şekilde lağıma dalmak- onu olanca çirkinlik ve çıplaklığıyla deşifre ettikten sonra belki de ırka dayalı milliyetçiliğin en büyük mağdurlarını, eş durumundan kesişen karşıtları çarpıcı bir deneyime davet ediyor. Nasılını Hakan'ın duyurusundan izleyelim:

"Bir kürdü seven türkler, bir türkü seven kürtler. Bir yanı kürt, bir yanı türk olan "çiftler". Bir türkü ya da bir kürdü çok seviyor olmayı bir süredir ya da çok uzun bir süredir deneyimleyen çiftler. Çağrım size:

“Dört beş aydır [çağrı, bu yılın mart ayında yapıldı ilk kez N.Y.] ırkçı türklerin ve ırkçı kürtlerin internette yeralan yazılı ve sesli küfürleşmelerini biriktiriyorum. "Irkçı" sıfatım milliyetçi sıfatıyla karıştırılmamalı. Sayısı inanılmaz bir hızla artan bu karşılıklı konumlanışın ben tarafından "açığa çıkarılacak" seçimleri başka türlü tanımlanamayacağı kesin olan küfür ve saldırı metinlerinden ve seslerden oluşuyor. (Kastettiğim sadece internete gömülü metinlerin benim tarafımdan gözler önüne serilmesi. Yoksa hiç açıkta olmayan, kimilerince hiç bilinmeyen metinler değiller tabii ki!) [yanlış anlaşıldığı için sonradan eklendi] Forumlardan, -Youtube benzeri paylaşım sitelerindeki- yorum yazılarından ve site ziyaretçi defterlerinden derliyorum bunları. Sesleri ise belli –çoğunlukla kürt- sohbet odalarından (genellikle kürtlere küfreden türklerin seslerinden) [yanlış anlaşıldığı için sonradan eklendi] kaydediyorum. Binlerce… İnanılmaz bir çıplaklıkta, netlikte bir nefreti içeriyorlar; okurken ve dinlerken kirlendiğimi hissedecek kadar ağdalı, sığ ve gerçekler. Her birimizin büyük bir tedirginlikle gelişmesini izlediği milliyetçi ırkçılığın binlerce kürt ve türk arasında akan diyaloglarda ne kadar insafsız bir düzeysizlikte ve tehlikeli bir keskinlikte aktığının, akmaya başladığının belgeleri.

"Nefret tünelinde Aşk" sanat etkinliğine katılacak çiftler, bu küfür ve saldırıların dört duvarını ve tavanını kapladığı, seslerin de aralıklı olarak "boşaldığı" bir mekanda, kendilerine ayrılmış ekranlarda akan videolarda hayat bulacaklar. Onlardan istediğim bu ekranlara konmak üzere varolan ya da ödünç alacakları video kameralarla birbirlerini ve/veya ilişkilerini çekmeleri. İçeriği ve biçimi –nasıl ve nerede çekileceği- tümüyle katılımcılara bağlı kayıtlarla, bana ve olası serginin ziyaretçilerine, bir kürdü ya da bir türkü sevmenin nedenlerini, nasıllarını, öyküsünü, varsa zorluklarını, dışa vurumunu, içeriğini aktaracak, anlatacak, belgeler haline getirmeleri.”

Hakan'ın "Nefret Tünelinde Aşk"ını bu yazıya konu etmemin iki nedeni var. İlki elbette, belki bu çağrıyı okuyanlar arasında sergiye kendilerini katmak isteyecek birileri çıkar umudu beslemem, ikincisi ve bu ülke adına daha yaşamsal bulduğum neden ise nefretin umulmadık ölçüde zincirinden kurtulmuş bir azgınlıkla saldırıya geçtiğini görmekten dolayı büyük bir endişe duymam.

Özellikle Hakan'ın kazıp çıkarttığı ve bir kısmını benimle paylaştığı nefret metinlerine maruz kaldıktan sonra içinden geçtiğimiz bu son derece riskli zamanlarda birbirimize çok daha fazla ihtiyaç duyduğumuza inancım kat kat artmış durumda.

Yazıyı kaleme alırken ilk önce sayfalarca kusulan bu nefret belgeleri içinden görece en usturuplu bulduğum ve noktalayarak şiddetini azaltmaya çalıştığım çok küçük bir kısmı yayınlamayı düşündüm. İçerdiği şiddet yüzünden burada daha fazlasını yayınlamanın bir yolu yoktu. Sonra kendi sayfamda en azında doğrudan görünür olmalarına bile katlanamadığımdan bu metinleri beyaz renkte vermek geldi aklıma. Belki böylece en azından bir çok okuyucuyu habersizce maruz kalma tehlikesinden korumuş olacaktım. Yine de emin olamadım ve fikrine güvendiğim birkaç arkadaşıma gösterdim. Sonuç olarak nefretin nefreti doğuracağı kanaatine varıp buradan yayınlamamaya karar verdim.

Yine de bu korkunç belgelere "Nefret Tünelinde Aşk" projesinde yer almak isteyenler
http://open-flux.blogspot.com adresinden Hakan Akçura'ya ulaşarak temin edebilir ya da zaten basit bir internet taramasıyla -Kürt ve Türk kelimelerinin yanına aklınıza gelen en basitinden en ağıza alınmayacak hakaret ifadelerine kadar istediğini koyarak- yazılı, sesli ve görüntülü örneklerine gani gani ulaşabilirler.

Bu öyle bir nefret kültürü ki modern deformasyonla kendini üreterek küresel dekadansla birbirine çullanıyor. Birbirinden beslenerek güçleniyor ve hayatın dokusunu parçalamak üzere en küçük açık yaradan içeri sızıyor. Bu öyle bir nefret ki Akın Birdal gibi birine televizyon kameraları karşısında “Eskiden Kürtlerle ilgili söylenen bir söz vardı 'En iyi Kürt ölü Kürt' diye. Şimdi en iyi asker de ölü asker mi olmalıdır.” cümlesini kurdurtabiliyor.

Türkiye görüş ayrılıkları, kamplaşmalar ve ötekini yok saymaya yabancı bir ülke değildir. Ancak hiçbir dönemde bu ayrılıklar, karşılıklı konumlanmalar bu kadar kirli, çürük ve adi bir üsluba sahip olmamıştır. Yaşı tutanlar hatırlayacaktır sol- sağ kapışmasının en sert olduğu dönemlerde bile kimse birbirini bu nefret metinlerindeki gibi algılamazdı. Birbirini öldürmeye varan düşmanlıklarda bile bu çiğlikte küfürler savrulmazdı. En azından kimse sanal karakterlerin ardına sığınıp küfür mastürbasyonu yapmazdı.

Hangi arada, kimin eliyle, nasıl böyle insanlar oluverdik? Bu sorunun mutlaka derin sosyolojik çalışmalara ihtiyaç duyduğu ortada. Yine de umudumu korumak ve tüm bunların günün birinde unutulup, gideceğine inanmayı sürdürerek yaşamak istiyorum. Çok mu?
Necati Yıldırım

Nefret tünelinde Aşk hakkında:
Çağrı

Radikal: Tartışılan afiş için savcılığa ifade


"Kemalizm bir ibadet biçimidir" / Hakan Akçura / 2007

RADİKAL - İSTANBUL - Hafriyat Sanat Grubu'nun 'Allah Korkusu' başlıklı sergisinde polisçe incelemeye alınan üç afişten birinin tasarımcısı Hakan Akçura, "Atatürkçülük, takipçileri tarafından bir ibadet biçimine dönüştürüldü. Afişimde bu yaklaşımı eleştirdim" dedi. Radikal'in önceki gün 'Yağmurdan kaçarken' manşetiyle duyurduğu haberde, grubun 10 Kasım'da açılan sergisinde, Vakit gazetesinin hedef gösteren haberi sonrasında koruma amaçlı gelen polislerin, 'Atatürksüzlük korkusunu' konu alan üç afiş hakkında inceleme yaptığı belirtiliyordu. O üç afişten, Murat Belge'nin "Kemalizm bir ibadet biçimidir" sözünden ilham alıp bu adı verdiği, 'sureti silinmiş Atatürk' afişinin tasarımcısı Hakan Akçura, savcılığa ifadesini gönderdi. [Tabii ki savcılığa değil, gerekirse savcılıkta okunmak üzere Hafriyat'ın avukatlarına gönderdım ifademi...H.A.] Akçura, ifadesinde şunları söyledi: "Türkiye Cumhuriyeti'nin resmi ideolojisi Kemalizm ve paradoksal olarak devletin, ordunun ve takipçilerinin siyasal İslam'a karşı çıkışında Atatürk peygamber gibi anılıyor. Afişim, bu çelişkinin dışavurumudur. Birbirine karşı görünen radikal İslamcı ve anti-demokratik Kemalistler aynı tapınma biçimiyle davranıyor. Sanatçı olarak, ülkemin tüm bireylerinin, toplumsal katmanlarının ve kurumlarının dinle, ideolojilerle, etnik, ulusal, kültürel önyargı ve inanç sistemleriyle ilişkisi, tartıştığım, benle birlikte, yarattıklarımla birlikte yeniden tartışılmasını istediğim zemindir. Bunu yapıp sergileyeceğimi düşünmem, düşünme ve düşündüklerimi iletme, yaratma özgürlüğümün, ötesi, insanlık hakkımın doğal sonucudur."

14.11.07

Radikal: "Yağmurdan kaçarken..."

Radikal, afişimi görsel malzeme olarak kullanırken, ne benim, ne de işimin adını vermiş.
Haberin belki de tek ama büyük zaafı...

Vakit gazetesinin hedef gösterdiği 'Allah Korkusu' adlı sergiyi 'korumaya gelen' polisler, üç afişte 'sakınca' buldu, terörle mücadele ekipleri gelip inceleme yaptı.

İsmail Saymaz

Söyleşi sırasında, sergi salonuna kuşku uyandıran bir genç giriyor. Elinde cep telefonu var. Murat Akagündüz, "Burada keselim" deyip bir sigara yakıyor. Akagündüz, endişeli. Endişesinde haksız değil. Akagündüz'ün içinde bulunduğu Hafriyat Sanat Grubu, 'Allah Korkusu' adlı afiş sergisi açmaya niyetlenince başına gelmedik kalmadı. İslamcı Vakit gazetesi, sergi daha açılmadan, 'Küstah sergi' diye haber yaptı. Üç özel koruma tutulup kaymakamlığa haber verildi. Açılışa güvenlik için altı polis geldi. Fakat polisler 'Atatürksüzlük korkusunu' ele alan üç afişi kameraya alıp fotoğrafladı. Sonra amirleri, resmi polisler ve Terörle Mücadele Ekipleri gelip, "İnceleme yapacağız" denildi ve o üç afişin sanatçılarının kimlik bilgileri alındı. 'Allah Korkusu', yerini 'polis korkusuna' bırakınca o üç afişten biri, sanatçısınca geri çekildi.

10 yıllık bir grup
Hafriyat, ülkenin en etkili bağımsız sanat inisiyatifi olarak biliniyor. Ressam ve heykeltıraşların buluştuğu bu 10 yıllık grubun son adımı, 'Allah Korkusu' temalı afiş çalışması olmuştu. Bu korku, 'mahalle baskısını' da içine alıyor, 'Atatürksüzlük korkusu'yla sürüyordu. Grubun Karaköy'deki binasında, 10 Kasım'daki açılış hazırlıkları sürerken, Vakit gazetesi 5 Kasım'da düğmeye bastı. 'Küstah sergi' başlıklı haberde, "Sanat adı altında sövgü kültürü inşa ediliyor" deniliyordu. Vakit'in, kendilerini aradığını iddia ettiği okurlarına göre 'Amaç sanat değil'di. Vakit, serginin adresini, gününü ve saatini de bildirmişti.

Önce özel koruma
Akagündüz'e göre, endişelenen Hafriyatçılar üç özel koruma tuttu. Bununla yetinilmedi ve ertesi gün Beyoğlu Kaymakamlığı, Vakit'in haberi de iletilerek, bilgilendirildi. Serginin açıldığı 10 Kasım'da, 60 afiş, içeride 300'ü aşkın sanatsever, altı sivil polis ve kapıda üç özel koruma vardı. 10 Kasım'da saat 17.00'yi geçmişti ki sergi açıldı. Hafriyatçılar, koruma için gelen sivil polislere sergiyi gezdirip afişlerle ilgili bilgi verdi. Fakat bir terslik vardı. Polisler, ikisi Atatürk korkusunu ele alan üç afişe odaklanmıştı. Bu afişler fotoğraflandıktan sonra kameraya da çekildi.

Bir de amirim görsün!
Yaklaşık 40 dakika sonra, Akagündüz'ün 'Güvenlik Şube Amiri' olduğunu öğrendiği resmi giyimli bir polis amiri salona geldi. O, içeriye dört resmi polisle girerken, dışarıdaki polislerin de sayısı artmıştı. Kapıda, içlerinde 'Terörle Mücadele' ekiplerinin de yer aldığı 15'i aşkın polis ile üçü sivil, dört polis aracı vardı.

Sakıncalı mı değil mi?
Akagündüz'ün iddiasına göre, sergi bu kez polis amirine de gezdirildi. Amir, daha önce sivil polislerce kaydedilen o üç afiş üzerinde duruyordu: "Sergiyle ilgili bir şüphe vardı. Buradaki afişler için sübjektif bir durum söz konusuydu. Neyin sakıncalı olup olmadığı konusunda karar vermekte güçlük çektiler. İşlerin kendisiyle ilgili ortalama bir izleyicini sorabileceği sorular sordular: Amaçlanan ne, bu içerik neden seçildi, Atatürk'e buradaki yaklaşımın ne, gibi sorular sordular. Atatürk'e hakaret içeriyor mu, içermiyor mu, emin olmak istediler. Verdiğimiz cevaplardan tatmin olmadılar ki, afişlerin incelemeye alınacağını, savcılığa bildirileceğini söylediler."

Henüz inceleme aşaması
Amir o sergiden ayrılırken, ertesi gün şüpheli üç afişi tasarlayan sanatçıların kimlik bilgileri alındı. Bu üç sanatçıdan, adının açıklanmasını istemeyen biri, afişini geri çekti. Hafriyat'ın avukatı Murat Deha Boduroğlu'na göre henüz savcılığa herhangi bir suç duyurusu iletilmiş değil. İnceleme sürüyor.

Başka tepki beklerken...
Akagündüz ve arkadaşları, sergiyi kapanış tarihi olan 2 Aralık'a kadar devam ettirmeye kararlı olsa da endişelerini de koruyor. Örneğin bu söyleşi yapılırken, salona giren bir genç, Akagündüz'ü kaygılandırıyor. Akagündüz, söyleşiye ara verilmesini isterken, elinde cep telefonu bulunan şüpheli gencin salondan çıkmasını bekliyor. Bu esnada bir de sigara içiyor. Akagündüz daha sonra, "Amacımız provokasyon yaratmak değildi" diyor ve sözlerine şöyle devam ediyor: "Aslında Allah korkusu kaygısı itibarıyla muhafazakâr tepki beklerken, serginin güvenliğiyle ilgili sorumluluğu alan Emniyet Müdürlüğü'nden sorun yaşanmaya başladı. Sergi içeriği ve mahiyeti, bir iktidarın tarifine yönelik olması, emniyet açısından, sakıncalı olduğu fark edildi. Kime karşı neyi koruyor oldukları konusunda kendileri de kaygıya düştü. Polisler korumak üzere geldikleri sergide sakıncayı kendileri bulmuş oldular."