Bugüne dair bir deneme...
İnsel İnal
“Manipule Demokrasi Hikayeleri” sergi katalog yazısı.
Aralık 2011
Türkiye’de siyasi gelişmelerden uzak durmak şu günlerde daha da zor. Politik duruş sergilenmese bile sistemi etkileyen siyasi hareketlilik sanatsal üretimleri ve içeriğini de çok etkilemekte. Sanat kuskusuz sanatçısına bir hareket ve müdahale alanı yaratıyor. Çağdaş yaşamın gerekliliklerinden, müdahil olma durumunu sanatçısına yaşatıyor. Aslında sanatın kendini varettiği ve üzerinde yükseldiği alanlar, müdahale etmekten besleniyor. Fakat sanatçı hareket ve müdahale alanı olarak gördüğü özgür bölgesini, şimdi kurum ve sermaye ile içli dışlı olmaktan dolayı kaybetmek üzere.
Kurum ve sermayenin varlığı ile yaşamla arasındaki bulanıklaşan çizgiden beslenen sanatın ilişkisi, bugünün siyasi gerçekleriyle de çok örtüşüyor. Sanat deşifre eden, söylenmeyen ve görülmeyeni gösteren, hissedilmeyeni hissettiren özellikleriyle, bağımsız yapı ve inisiyatifini, kurumların sıcak ve huzurlu kucağında kaybetmek üzere. İstanbul Modern’de yaşanan olaylar, İçişleri Bakanı’nın sanatçılar ile ilgili verdiği beyanlar, sansür meselesi ile başlayan sanatçıların örgütlenmesi ve taraf olması durumu, yeni tanımların, tavırların gündeme düştüğü bugünler, Türkiye sanat tarihinin dönüm noktası olarak kayda geçirilmesi gereken kritik günleri.
Eğer bir tavır ve karşı duruşlardan bahsedilecekse, siyaset, sermaye ve sanat üçlü ortaklığına, önemli başka bir başlık daha eklemek gerekiyor. Sanat eğitimi. Bugüne kadar ve hala sanat eğitiminde merkezde olmanın sanatta başarılı olmakla eş olduğu öğretiliyorsa, sanatın tanımıyla özdeşleşmeyen bir eğitim modeli ile karşı karşıya olduğumuzu bilmeliyiz. Öğrenciye, geleceğinde müzede ve galeride var olmasını amaçlatan sanat eğitimi, biçim, malzeme ve işçilik odaklı, sektörel, endüstriyel ve mesleki eğitimler halinde verilmekte. Söz geliştirmek ve bir duruş sergilemek üzere verilecek eğitimlerle, çeperde veya dışarıda kalmanın avantajı ile özgürce eleştiri üretmek yerine, merkezde olamadığı için kendini başarısız hisseden sanatçı adaylarının sayısı o kadar fazla ki… Sanat eğitimcisinin, bu eleştirel bakışı arttıran metodları eğitiminde geliştirebilmesi, onun bir aktivist olarak yaşama karışmasını da sağlar düşüncesindeyim.
Yaşamdaki tüm düzen ve mutluluk manipulasyonlarını sanatçılar üzerinden de okumak gerekiyor. Zira bu okumalar doğrultusunda, özellikle çeperde olmanın bağımsızlığıyla kendini vareden sanatçıların, bu oyunu bozmak için yaptığı sanatsal eylemlerini seyretmek önemli bir gereksinim haline geldi.
Bu sergi de, siyaset, sermaye-kurum ve eğitim dahilinde, demokrasinin yeniden sorgulanabilmesinin umudunu taşıyor. Demokrasi tanımının, farklı sosyal sınıf ve ideolojilere göre değiştiği aşikar. Bu nedenle sergi, kendini var eden oluşumlar içinde bile yaptırımcı duruşuyla, seyirciye demokrasinin ne kadar manipulatif bir durum olduğunu sorgulatırken, demokrasi kavramının da kişinin yaşadığı yere, ideolojisine, hatta cinsiyetine göre değişkenlik gösterebileceğini vurguluyor.
Sanatçıların kendi eleştiri, bilgi ve gerçeklerini, birçok manipule demokrasi hikâyeleri ile eserlerin üzerinden ulaştırdıkları bu sergi, biçimsel bağımlılıklar ve disiplinlerden uzak, sözü ile kendine yer arayan bir biçimi dize getirdi. Yine kolektif bir duruşla birlikte dialog kurmayı, başka projeleri çağrıştırmayı amaçladı. Birbirini tanımayan bir çok sanatçı, 90’ların ruhunu çağırıştırırcasına kendi hikayelerini yan yana dizerek bütünü, dışarısını deşifre etmek için sergi mekanına taşıdı. Alternatif olma kaygısından uzak, hiçbir hiyerarşik veya sınıf ayrımı olmadan, satmak, sanat tarihine girmek veya ileride müzede sergilenmeyi amaçlamadan Kadıköy’deki seyircisiyle buluştu. Kadıköy’ün sanatçılar arasında yükselen diyalog arayışı ve birlikteliğine de bir katkı vererek, kendisini varetti.
Lütfiye Bozdağ
Muhalefet / 11 Ocak 2012
Dünyada solun yükselen rüzgarını arkana alarak kendini “biz sanatın emekçileri” diye niteliyorsun. Olmadı Nusret efendi olmadı… Bourdieu’nun ve Marks’ın adını anarak sanat emekçisi olamazsın. O kadar kolay değil bu işler…
“Liberate yourself from being nice” Daha çok feministlerin bir söylemi olan bu cümleyle yazıya başlamak istedim. Çevirisi ve genişletilmiş anlamı; “Kendini cici kız, hanım kız, edepli kız olmaktan kurtar, özgürleştir.” Ben de öyle yaptım. Çünkü edepsizce yazılan bir yazıya ancak böyle bir üslupla cevap vermenin gereği kaçınılmaz oldu.
Türkiye kamuoyuna seslenen bir sanat dergisinin editörü, olanca kişisel, olanca yanlı ve olanca haddini aşan bir yazıyı hem de editör köşesinden yazınca.
Artist Actual dergisinin 2012 Ocak-Şubat sayısında, bahsi geçen yazı şöyle başlıyor; “Bugünlerde bir Bubi Vakası yaşanıyor... Bazıları bu vakayı o kadar ciddiye aldı ki, onu Türkiye’deki sanat tarihinin miladı olarak görmeye bile başladı.” (1)
Bubi'nin Yapıtı,
"Lütfen kapağı kapalı tutunuz"
Üretim yılı: 1999,
Tekniği: Tahta klozet kapağı üzerine akrilik boya
Nusret efendi, bu günlerde bir “Bubi Vakası” yaşanmıyor. Bu günlerde “Bir sanatçının yapıtına sansür koyan bir müze vakası” yaşanıyor. Devamında da; İstanbul Modern’in sansürcü tavrına karşı, gerek sistemin içinden gerekse dışından tepki gösteren, sanatın kamusallığına, özgürlüğüne ve devrimci ruhuna inanan ve bu konuda duyarlı olan sanat alanından insanların karşı koyuş eylemleri yaşanıyor.
Bunlardan biri, sanatçı Hakan Akçura’nın öncülüğünde yazılan basın bildirisi ve üç gün içinde 300’e yakın kişinin destek verdiği imza kampanyası. Devam eden imza kampanyası halen sürüyor. Ardından 27 Aralık 2011 günü İstanbul Modern’de "Hayal ve Hakikat" sergisiyle ilgili düzenlenen panelde sansür konusu gündeme geldi. “Hayal ve Hakikat” sergisine katılan sanatçıların, müzeden “sansür”le ilgili sorularına cevap alamamaları üzerine üstelik kendilerine önceden söz verildiği halde konuyu tartışmak ya da açıklamak üzere müzeyi temsilen bir yetkilinin panele gelmemesi ve sanatçıların karşılarında muhatap bulamaması sonucunda AtılKunst, Mürüvvet Türkyılmaz, Ceren Oykut, Gözde İlkin, Güneş Terkol, İnci Furni, Neriman Polat adlı sanatçılar müzeden işlerini geri çektiler.
Akabinde İnsel İnal ve öğrencilerinin üzerinde "Sansürü Gördük" yazılı pankartları müzenin duvarlarına asmaları ve kâğıttan yaptıkları uçak biçimi verilmiş “Müze Karşıtı Bildiri”leri kuşlama usulü dağıtmaları da, kurumun içinden gelen ilk tepki olan bir protest sanat eylemi olarak Türkiye sanatı tarihine geçti. Elbette Türkiye sanat ortamında bugüne kadar pek çok protest sergi, tavır ve açıklama yer aldı. Ancak bu açıklamalar zaten sisteme, müzeye, piyasalaşmaya karşı olan kesimlerce yapılıyordu. Bu kez müzeye karşı olmayan, sistemin içinden sanatçılar tarafından da ciddi bir karşı koyuş tavrı sergilendi. Bunun sonucunda müzede sergisi devam eden sanatçılar çalışmalarını geri çektiler ve sansürü de sansürü yapan kurumu da protesto ettiler.
Nusret efendinin, gafları şöyle devam ediyor; “Bazı sanatçılar imzaladıkları bir takım nesneleri veriyor, bazıları ise işi daha fazla ciddiye alıp yapıt veriyor. Buraya kadar her şey çok hoş ve sıradan. İstanbul Modern’in bu isteğine hayır yanıtı veren sanatçılar da oluyor bu arada. Neyse önemi yok, dünyanın her tarafında müzelerin bu tür numaralara başvurmalarına izin verilir çünkü onlara kar amacı gütmeyen kamusal kurumlar muamelesi yapılır, özel sektöre ait olsalar bile.” (2)
Nusret efendi, aynen itiraf ettiğin gibi müze numaraları var. Bu numaralar piyasalaşmanın bir parçası olarak her türlü oyunu, tahakkümü mübah sayar, tek geçer akçe olarak metayı tanırlar. Bu yaklaşımlar piyasa kurallarından başka kural tanımayan neo-liberal politikaların yaklaşımlardır. İstanbul Modern de aynen söylediğin gibi bir numara çekerek bu anlayışla hareket etmiştir.
“sanatçı Bubi müzeye, üzerine bir tuvalet oturağı eklediği bir sandalye yapıtı ile destek oluyor, olmak istiyor daha doğrusu. Anlaşılan o ki, hiçbir orijinalitesi olmayan ve bana kalırsa bırakın eleştirel olmayı bugünün sanat dünyasının normlarını yeniden-üretmekten başka bir derdi olmayan bu yapıt müzenin özel gecesinde müzeye bağış yapacak burjuvazinin beğenilerine hitap etmeyeceği gerekçesi ile reddediliyor.” (3)
Otodidakt olan Bubi’yi yeterince tanımadığın bu yargılarından ortaya çıkıyor. Bubi, Türkiye sanat tarihinde tabuları estetik bir dille yıkan, eleştirisini sanatın içinden yapan ve kendine özgü dil oluşturabilmiş nadir sanatçılardan biri. Bilmediğin bir şey daha; Bubi, anarşist bir sanatçı. Oturak konusunu ilk kez işlemiyor ki; bu konuyla ilgili ilk çalışmasını 1976 da, ikincisini de 1999 yılında yapmıştı. Ayrıca 1978 yılında tuvalet duvar yazıları ile yaptığı tez müstehcen bulunduğu için reddedilmişti. Gördüğün gibi Bubi’nin başına bu tür olaylar ilk kez gelmiyor. Orijinalitesi olmayan diyorsun, bugüne kadar İstanbul Modern’de sergilenen hangi işin orijinalitesi var?
Bubi’nin yapıtı Duchamp’ın “çeşme”si, Andy Warhol’un “elektrikli sandalye”si gibi maddeci kültürü eleştiren, sadece politik iktidara değil hayatın içindeki her türlü iktidara karşı çıkan bir gönderme yapıyor. Müzenin ibadethane olmadığını sanat yapıtının da tabu olmadığını Bubi üslubu ve Bubi diliyle anlatıyor, orijinalliği de buradan geliyor.
“…….Bubi kendine yapılan bu müdahalenin sanatçının özgürlüğüne yapıldığını iddia ediyor…” sanat kamuoyundan peşinen destek istiyor ve o desteği istediği gibi alamayınca da benim de üyesi olduğum Aica Türkiye (Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Derneği) başta olmak üzere sanat kamuoyuna teessüflerini aracılarla bildiriyor.” (4)
Ayrıca sanatçı, koltuğunun altına bir iş alıp sergilenmesi talebinde bulunmuyor. Küratör sipariş veriyor ve siparişi verirken de sanatçıyı özgür bırakıyor, hiçbir ön koşul koymuyor bu nedenle de müzenin önkoşulsuz verdiği siparişi reddetme hakkı yok. Daha sonra müze, satış kaygısı duyarak yapıtı verili haliyle kabul etmiyor ve aracılar vasıtasıyla yapıtta değişiklik istiyor. Sanat yapıtına müdahale ederek Bubi’den oturak bölümünü ya kaldırmasını ya da üstünü örtmesini istiyor.
İstanbul Modern’in sanatçı Bubi’nin yapıtını verili haliyle kabul etmeyip üzerinde değişiklik talep etmesi, sanatçı değişikliği kabul etmeyince de sergiden elemesi sanat yapıtına ve sanatçının özgür iradesine müdahaledir, sansürdür. Hem de bu sansür sadece Bubi’ye yapılmamıştır bütün sanatçılara yapılmıştır. Çünkü Bubi, bu konuda kamusal bir temsiliyettir.
Gaflar devam ediyor: “…….Bubi kendine yapılan bu müdahalenin sanatçının özgürlüğüne yapıldığını iddia ediyor, sanat kamuoyundan peşinen destek istiyor ve o desteği istediği gibi alamayınca da benim de üyesi olduğum Aica Türkiye (Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Derneği) başta olmak üzere sanat kamuoyuna teessüflerini aracılarla bildiriyor.”(5)
Nusret Efendi yanlış biliyorsun; Bubi, sanat kamuoyundan destek falan istemedi. Sadece kendisine yapılan sansürü kabul etmediğini kamuoyuna beyan etti. UPSD’nin kuruluş amacına ihanet ederek sansüre uğrayan sanatçıyı değil de sansürü uygulayan müzeyi haklı görmesi ve müzeden yana taraf olması sonucunda UPSD üyeliğinden istifa etti ve bunlara yönelik yaptığı basın açıklamalarıyla net ve kararlı bir duruş sergiledi.
“Bu arada, Aica’nın açıklamalarından memnun olmayan bazı anlı şanlı sanat insanları ise, Aica’yı da suçlayarak, İstanbul Modern’in şef küratörünün sanatın eleştirel ve bağımsız ruhuna ihanet ettiğini iddia ediyor ve İstanbul Modern’de sanatın ve sanatçının yanında bağımsız yeni bir şef küratör görmek istediklerini (Duchamp’ın ruhunu yardıma çağırarak) kamuoyu ile paylaşıyorlar – sanki böyle bir şey gerçekten mümkünmüş gibi.”(6)
Nusret efendi, senin gibi birilerine yaranmak için ince hesaplar yapmadığımızdan AICA’nın açıklamalarını kuruluş amacına bir ihanet olarak gördük. Sanat insanları olarak bir karşı duruş sergiledik. Sen bu yürekliliği bile gösteremedin ya…
Doğru, şef küratörün, sanatın eleştirel ve bağımsız ruhuna ihanet ettiğini söyledik. Ama İstanbul Modern’de sanatın ve sanatçının yanında bağımsız yeni bir şef küratör görmek istediğimizi de nereden çıkardın. Böyle bir talebimiz yok. Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş. Şef küratör oraya çok yakışıyor yerine başka birini koymak niye…
“Duchamp’ın ruhunu yardıma çağırarak, kamuoyu ile paylaşıyorlar – sanki böyle bir şey gerçekten mümkünmüş gibi.”(7)
Duchamp’ın ruhunu yardıma çağırmıyoruz çünkü kendimizi o kadar aciz görmüyoruz. Sadece Duchamp’ı yâd ediyoruz, orada senin anlayamayacağın kadar ince bir empati ve idealizm var. Bu idealizmden ancak devrimci ruh anlar. Senin gibi kendini sahte sanat emekçisi zannedenler anlayamaz.
Müzenin uyguladığı sansür karşısında “Hayal ve Hakikat” sergisinden işlerini çeken sanatçılardan birinin adını vermeden göstermelik bir muhalif ve marjinal tavır sergilediğinden dem vurup sanatçıyı edepsizlikle suçluyorsun, kendi edepsizliğini görmeden.
Nusret efendi müzeyi öyle hararetle savunuyorsun ki; heyecandan yazıda maddi hatalar yapıyorsun. Bubi’nin eseri müzeye gösterdikten sonra üstünde değişiklik yaptığını ve tuvalet oturağını eklediğini ve bu yüzden müzenin yapıtı kabul etmediğini söyleyerek kamuoyuna yanıltıcı bilgi veriyorsun. Oysa Bubinin yapıtında oturak verili halde müzeye sunuluyor. Bunu sağır sultan bile duydu, bir sen duymadın…
“Sanat alanımızda ilişkiler hiç de göründüğü gibi siyah-beyaz değil. Bir tarafta iyiler, bir tarafta kötüler yok. Ve bu ilişkiler, dışarıdan görüldüğü gibi objektif-etik ilişkiler hiç değil, fena halde öznel ve çıkar-güdümlü”(8)
Ne kadar haklısın Nusret efendi, tıpkı senin bu olayda ezilenden değil de ezenden yana, haklıdan değil de haksızdan yana taraf olman gibi. Senin bu sadakatin ve “kraldan çok kralcılığın” hem müze hem de Levent Çalıkoğlu tarafından ödüllendirilecektir. Bundan en ufak bir şüphem yok.
Görüyorsun ya, züppe kolejli edalarıyla, küstahça ahkâm kesmekle, yabancı dilden birkaç metin çevirmekle editörlük olmuyor. İyi bir editör nesnel olmalı, alanında donanmış olmalı ve en önemlisi de meslek ahlakına sahip olmalı yoksa kimse onu dikkate almaz…
Kamusallığı olan bir derginin editörü olarak nesnel olamaman, bireysel görüşlerini derginin görüşüymüş gibi sunman çok vahim. Hatta daha da ileri gideceğim bu yaptığın “Artist Actual” dergisinin tüm kamusallık alanına bir tecavüz…
Bütün bunlar yetmezmiş gibi Piere Bourdieu ve Marx isimlerini telaffuz ederek yükselen sol trende gönderme yapmayı da ihmal etmiyorsun ve “görüşünü hiç birimizin onaylayamayacağı “zavallı İçişleri Bakanı”’ndan dem vurarak bitiriyorsun.
Dünyada solun yükselen rüzgarını arkana alarak kendini “biz sanatın emekçileri” diye niteliyorsun. Olmadı Nusret efendi olmadı…. Bourdieu’nun ve Marks’ın adını anarak sanat emekçisi olamazsın. O kadar kolay değil bu işler…
Ayrıca Artist Actual dergisinde editör yetkini kullanarak, sanatın kamusallığıyla ilgili konulara yer vermediğini buna karşın hangi sanatçılara yer verdiğini, kimleri parlattığını ve piyasada değer bulması için çabaladığını biliyoruz. Ama ne hikmetse bunların içinde bağımsız olarak sanat yapan bir tane bile sanat emekçisi yok. Bütün bunları yok sayıp sol trendden nemalanmaya çalışarak kamusaldan, sanat emekçilerinden söz etme. Çünkü hiç ikna edici değilsin.
“Bugünlerde bir Bubi Vakası yaşanıyor... Bazıları bu vakayı o kadar ciddiye aldı ki, onu Türkiye’deki sanat tarihinin miladı olarak görmeye bile başladı.”(9)
Bubi’nin yapıtına sansür uygulayan müzenin tutumuna karşı sanat alanından gelen karşı koyuşu, Türkiye sanat tarihinde önemli bir kırılma noktası olarak görmek yerinde olacaktır. Bu yüzden evet tam da senin söylediğin gibi bu bir milat. Çünkü bundan böyle sanat adına kamusallık sorumluluğu yüklenen özel yada kamu kurumu keyfe keder hareket edemeyecek. İstanbul Modern içinden ve dışından gelen bu protestoları sevinçle karşılamalı. Çünkü müze ilk kez ciddiye alındı ve kamusal alanda tartışıldı. İstanbul Modernin şunu kati olarak anlaması ve kamusal sorumluluğunu bilmesi gerekiyor; sanatçı varsa müze var. Müze sanatçıya ve eserine saygı duymak zorunda, bundan böyle Türkiye sanat ortamında hiç kimse sanatçıya ve eserine karşı sansür uygulayamayacak, ehli keyif davranışlarla sanatın özgürlük alanına müdahale edemeyecek…
Başka bir yazının konusu olmakla birlikte Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Derneği Türkiye Şubesi (AICA) ve Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği Türkiye Şubesi (UPSD) sınıfta kaldı. Çünkü; AICA ve UPSD kuruluş amacına ihanet ederek sansüre uğrayan sanatçıyı değil de sansürü uygulayan müzeyi haklı gördü ve müzeden yana taraf oldu. Bunun nedeni “tamamen duygusal”; sanatın şirketleşmesinin piyasa üzerindeki yaptırımı ve bunun üzerine yapılan hesaplar.
Nusret efendi, bir sanat dergisi editörü olarak sansürü görmezden gelmen, kamusallığı olan bir kurumun, sanat işletmecisi bir şirket gibi davranarak kapalı kapılar ardında sanat yapıtlarına tahakkümde bulunma eylemini haklı görmen hiç şaşırtıcı değil. Neden şeffaf olmadıklarını sorgulamak yerine müzenin sorgulanabilirliğini ortadan kaldıran antidemokratik tutumu desteklemen de hiç şaşırtıcı değil.
Sen de haklısın son yazdığın cümle senin bu konuya bakışını ve takındığın tutumu pek güzel ifade ediyor ama ufak bir düzeltmeyle; “cahiller bilgiç, bilgeler de cahil rolünde…”
(1),(2),(3),(4),(5),(6),(7),(8),(9) Nusret Polat; Artist Actual, 2012 Ocak-Şubat Sayısı, Editör Yazısı
Sansür ya da değil temaşa sürüyor ya!
Barış Acar
Birgün / 10 Ocak 2012
Biz tikel olaylarda tükenmeyi severiz. Çünkü orada gündem vardır. Çünkü orada dedikodu vardır. Çünkü “para” orada döner. Çünkü aslında herkes çok iyi bilir ki, yaşam orada sürüp gitmektedir. Tikel olaylardan genel ilkeler çıkarmayız. İlke düzeyine yükselmiş gerçeklik bizi boğar. Batı, modernitenin ürettiği kavramsal çıkmaz sokaklarda bir aşağı bir yukarı dolanadursun, biz sabah uyanıp ansızın “kavram ötesi” oluruz. Bu yüzden, hakkında hiçbir şey bilmesek de, Kant’ı sevmeyiz. İnce ince düşünülmüş, sabırla arka sokakları dolaşılmış, kapıları, pencereleri bir bir kontrol edilmiş bir kuram yerine, tesadüfen bulunmuş patikalar, aforizma düzeyinde kısa yollar ilgimizi çeker bizim. Nietzsche, Heidegger, Foucault, Deleuze böyle girmiştir ufkumuza. Biz “alıntılama”yı severiz. Alıntılanan tikel bile değildir; ölesiye “tekil” bırakılmıştır ki eninde sonunda “para”ya tahvil edilebilir olsun.
DİRENÇ NOKTASINDA DURMAK
Bu sebeplerden, İstanbul Modern ile Bubi arasındaki diyalog ya da diyalogsuzluk bizi ilke düzeyinde değil, dedikodu düzeyinde ilgilendirir. “Kalburüstü” sanatçılar bu konuda sessizliklerini korurlar; sanatçı örgütleri ya da çeşitli düzeydeki sanat kuruluşları bir şaşkınlık nidasıyla yetinir. Genç sanatçıların ve sanatçı örgütlülüklerinin tavrına ikircikli yaklaşılır. Keza, herkes işin arka planını bildiği vehmiyle hareket etmektedir. Asla açıkça dile getirilmeyen -çünkü ağza alındığında dile getirenin ağzına yapışacağını herkesin bildiği- gerçeklik yeterince gerçek değildir. Kimse tarafından kabul edilmeyen gerçeklik, henüz soyutlama düzeyinde –genel geçerliğe ulaşmış– bir gerçek değildir. İstenmemektedir; işlevlendirilmemiştir; ne kadar kaskatı karşımızda dursa da, aslında yoktur.
İstanbul Modern’in “özel gece”si ve onun küratöryal arka planı ne olursa olsun, sanatçıyla bani (siparişçi/ patron) arasında tarihin her döneminde mevcut olan gerilimin burada da vuku bulduğunu belirtmek kritik önemdedir. Sanat tarihi için, önünde sonunda, önemli olan bu gerilimli ortamdaki öznelik konumlarının birbirine karşı gösterdiği dirençtir. Michelangelo’dan Caravaggio’ya, Rembrandt’tan Goya’ya klasik sanat tarihi bu direncin farklı ölçeklerdeki örnekleriyle doludur ve tarih yazımı bu örneklerin irdelenmesine çok şey borçludur. Modernizm açısından ise sorun biraz daha çetrefillidir. Keza görece özgür (sanatçının sanatsal yaratıdaki bağımsızlığının ona sözde koşulsuz şartsız teslim edildiği) bir dönemde sürtünme noktaları da direnç noktaları da görünmez olmuştur. Gerçekte ise söz konusu çatışma piyasa ilişkileri içinde çözülerek sanat tarihi yazımının iliklerine dek yayılmıştır. Sansür yok olmamış; sadece biçim değiştirdiği için gerçekte ortada neyin olup bittiğini seçmek zorlaşmıştır.
SANATÇININ BALTASI
Yoko Uno’dan Ai Weiwei’ye dek sanatçıyla onu kuşatan sistem arasındaki sürtüşme sürüp gitmekte, ancak, görünen o ki, bir zamanlar iskelesinin üstünde çalışırken kendisine komut vermeye çalışan kilise yetkilisine paletini, fırçasını fırlatan Michelangelo ekolünden sanatçı tipolojisi git gide kan kaybetmektedir. Yalnızca modern dönemler için konuşacak olursak şu soru önemlidir: Türkiye plastik sanatlar dünyasında sanatçının uğradığı kovuşturma ve baskılar ortadadır, hatta her geçen gün kat be kat artmaktadır; peki kaç çağdaş sanatçı bu duruma karşı bedel ödemeyi göze alarak hareket etmiştir/ etmektedir? Yazın dünyasında içinden geçtiği döneme karşı gösterdiği direnç yüzünden yıllarını sürgünde geçiren ya da halen hapiste olan sayısız kişi gösterilebilirken plastik sanatların bu ürkek sessizliği neye yorulabilir?
Sansür ya da sansür olarak addedilebilecek gelişmeler, özellikle küratöryal uygulamaların yaygınlaştığı 90’lı yıllardan bu yana, çeşitli boyutlarda sürüp gitmekteyken Bubi’nin eline geçirdiği baltayla işini, bağışladığı kurumun önünde parçalara ayırmasını beklerdim. Bu gerçekleşmedi. Gerçekleşmesi istenebilir miydi; bunu da kestirmek güç. Bunun yerine, aynı mekânda bir grup genç çağdaş sanatçı “piyasa”nın tepkisini de üzerlerine çekmeyi göze alarak bir protesto gösterisi gerçekleştirdi; işlerini mevcut sergiden çekti; hâlâ da bu protestoyu yaygınlaştırmak için çaba gösteriyor.
Alıntılar evreninde dedikodu tüketme alışkanlığından vazgeçeceksek öncelikle -kayıp olduğunu talkım satarak ilan ettiğimiz- öznelik konumları olarak neye karşılık geldiğimizi yeniden ölçüp biçmemiz gerekiyor. Belki buradan, kimilerinin ısrarla yaptığı gibi, alıntı üzerine alıntı yaparak sanatçıyı teröristten ayırt edecek gerekçeler üretme geleneği dışında, nicedir eksikliğini duyduğumuz, yeni bir kuramsal konumlanma bile çıkabilir. Kendi gerçekliğimizi sahiplenme zamanı gelmedi mi?
'Sanat üzerindeki baskılar arttı'
Radikal - 08/01/2012
İstanbul Modern'in Bubi'nin eserini reddetmesiyle patlak veren sansür tartışması çağdaş sanatçıları birleştirdi
İstanbul Modern’in Bubi’nin oturaklı koltuğunu reddetmesiyle patlak veren sansür tartışması çağdaş sanatçıları cuma akşamı bir araya getirdi. Sanata uygulanan sansür vakalarını araştıran SiyahBant Platformu, Tütün Deposu’nda Mürüvvet Türkyılmaz’ın her ay düzenlediği Açık Masa toplantılarının davetlisiydi. Toplantıya katılan yüze yakın sanatçı arasında İstanbul Modern’i protesto etmek için ‘Hayal ve Hakikat’ sergisinden işlerini çekmeye karar veren Selda Asal, Atılkunst, İnci Furni, Leyla Gediz, Ceren Oykut, Neriman Polat, Güneş Terkol da vardı.
Toplantıda söz alan sanatçılar, çağdaş sanat piyasasının patlamasıyla sermayenin sanat üzerindeki baskısının arttığını, İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in sanatı hedef alan konuşmasıyla “Devlet ve piyasa sansürünün bir araya geldiğini” dile getirdiler. Sansürle aslında çok sık karşılaştıklarını, ama genelde sessiz kaldıklarını belirten bazı sanatçılar, “İstanbul Modern vakası, bugüne kadar konuşulmayan birçok konunun tartışılmasına vesile oldu” dedi.
Sanatçılar, galeriler ve kurumların kendilerine dayattıkları sözleşmeleri de eleştirdi. İstanbul Modern’den eserini çekmeye çalışan sanatçılardan biri “Bir şey imzalamışız haberimiz yok. Eserin kaldırılmaması için her türlü koşul var sözleşmede” diye konuştu. Sansürle mücadele etmek için nasıl bir yol izlenebileceği tartışılırken, örgütlü hareket etmenin ve sansür vakalarını yakından takip ederek sosyal medya ve basın yoluyla görünülür kılmanın önemine değinildi.
Fisun Yalçınkaya
Sabah - 07.01.2012
Dün Bubi'nin eserinin İstanbul Modern'e kabul edilmemesi üzerine Depo Sanat Merkezi'nde düzenlenen söyleşide yaklaşık 100 çağdaş sanatçı bir araya geldi, sansüre karşı yeni bir örgütlenmede karar kıldı
Çağdaş sanatçı Bubi'nin Oturak eserinin İstanbul Modern'de 10 Aralık'ta düzenlenen Gala Modern'e alınmamasının yarattığı 'sansür tartışması' genç çağdaş sanatçıların örgütlenmesinin yolunu açtı. Dün akşam Depo Sanat Merkezi'nde sansür karşıtı Siyah Bant adlı oluşum, İstanbul Modern'in başküratörü Levent Çalıkoğlu ve sanatçı Bubi'nin de katılacağı bir söyleşi planladı. Ancak ne Levent Çalıkoğlu ne de Bubi söyleşiye katılmadı. Buna karşın aralarında Leyla Gediz, Güçlü Öztekin, Bashir Borlakov, Volkan Aslan, Alper T. İnce, Rafet Arslan, Nalan Yırtmaç, Kamusal Sanat Laboratuvarı gibi sanatçı ve sanat gruplarının bulunduğu yaklaşık 100 kadar genç çağdaş sanatçı sansürü tartıştı. Tartışma sonucunda sansür karşısındaki hukuki uygulamaların ne olacağının bilinmediği ortaya çıktı. Bunun sonucunda ise sanatçılar internet üzerinden yeni bir oluşumla bir araya gelmeye ve bu gibi benzer konular için yeniden buluşarak örgütlenmeye karar kıldılar. Eylül ayında kurulan ve görsel sanatlar, müzik ve sinema dallarındaki sansür olaylarını arşivleyen Siyah Bant adlı platform ise şimdilik bu kararın öncülüğünü üstleniyor. İstanbul Modern'in Gala Modern gecesine çağdaş sanatçı Bubi'nin eserini kabul etmemesi üzerine çıkan tartışma sonrası müzedeki Hayal ve Hakikat sergisinden bazı sanatçılar eserlerini çektiklerini açıklamışlardı. Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği ise konunun sansür değil küratörün kararı olduğunu savununca, kurucu üyelerinden olan Bubi dernekten istifa etmişti.
No comments:
Post a Comment