28.3.12

Yeni resim: "- C'est la vie!" / New painting: "- C'est la vie!"


"- C'est la vie!"
Hakan Akçura
Tuval üzerine akrilik / Acrylic on canvas , 205 x133 cm.
Mart /March 2012

Detaylar / Details:





Nasıl mı yapıldı? / How was it made?
How was "-C'est la vie!" made? / "-C'est la vie!" nasıl mı yapıldı? from hakan akcura on Vimeo.
Kaydeden ve ayakların sahibi: Leyla Akçura / Recorder and owner of feet: Leyla Akçura 
Tayfun Sembol'e yarı isim babalığından dolayı teşekkür ederim.

Bir önceki resim / Previous painting 

12.3.12

"Meslekler Kitabı" ve benim cevaplarım...

Oda Projesi'nin Meslekler Kitabı yayınlandı. Projeyi gerçekleştirenler Meslekler Kitabı hakkında şunları yazıyor:
Oda Projesi, sanatçıların, sanat çerçevesinde ve çevresinde eyleyen kişilerin ekonomik olarak ayakta kalabilmek için neler yaptıkları, ne tür yöntemler geliştirdikleri ve bunu sanat alanındaki pratikleriyle nasıl ilişkilendirdikleri üzerine bir proje gerçekleştiriyor. Sanatçı emeğini farklı mecralarda nasıl yaşatıyor ve dönüştürüyor? Bu proje kapsamında iki yıldan bu yana özgeçmişler topluyoruz. Davet edilen kişiler kendi kaleme aldıkları özgeçmişlerle projede yerlerini alıyorlar. İki temel sorudan hareket ettik:
- Yaşamınızı idame ettirmek için ne tür işler yaptınız, yapıyorsunuz?
- Bu işleri sanat üretiminizle nasıl ilişkilendiriyorsunuz? 
Bu projenin başlangıç niyeti bir kitap yayınlamaktı. Bu niyeti hâlâ taşıyoruz, ancak özgeçmişler daha fazla eskimeden paylaşıma açmayı istedik ve bu blogu oluşturduk. Burası açık bir alan olacak, davet ettiklerimiz ve katılmak isteyenler özgeçmişlerini burada paylaşabilecek. Böylece “bir hayatını idame ettirme yöntemleri bankası” oluşacak.
Kişisel ya da kolektif olarak 74 katılımcının yeraldığı Meslekler Kitabı'nda bu soruları benim verdiğim cevaplar da yeraldı:
Hakan Akçura
621127
Çalışmaya 17 yaşında başladım. Yıl 1979. İlk işim İzmir’in en çok satan iki kitapçısından birinde çıraklık. Ben liseyi yeni bitirmişim. Bu zaten bir yaz işi. Yanısıra yaptığım işlerden biri oyuncak, diğeri ansiklopedi pazarlamacılığı. Bir yaşlı, yoksul amca, aslında içeriği hemen hemen aynı olan iki ansiklopediyi birden almaya kalkınca, ona gerçeği söyleyip de terkettiğim iş pazarlamacılık. İzmir yıllarımdan hatırladığım bir diğer işim İzmir Fuarı’ndaki Elektrik Mühendisleri Odası Pavyonu’nda gece bekçiliği. Bu işten para alıyor muydum, yoksa sadece örgütsel (TİP – TKP) bir görev miydi, hiç hatırlamıyorum. Ama 1980 yılı 12 Eylül sabahını o pavyonda karşılayışım dün gibi gözlerimin önünde.
1980-1982 arası benim İzmir’deki son iki yılım. Önce bir yıl Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü, ardından 9 Eylül Hukuk Fakültesi öğrencisiyim. Siyasal gözaltı, tutukluluk aylarım da bu yıllar içinde. Beni gönülsüz serbest bırakan İzmir Emniyeti 1. Şube polislerinin sürekli takibi ve gözdağından usanıp İstanbul’a göçmeye karar veriyorum. En az dört yıl, yani 1986’ya kadar, kendini İzmir’de yaşıyor ve okuyor gösteren, sıkıyönetimin yasadışı gözetim uygulaması gereği İzmir’deki aile evinde polisçe yoklandığını annesinden öğrendiğinde otobüse atlayıp İzmir’e giden, karakola uğrayıp, ben buradayım, diyen, sonra da yeni kentine dönen bir garip İstanbulluyum.
O yıllarda Cağaloğlu’nda muhabirlik, foto muhabirlik, pikajörlük, montajcılıkla başladığım yaygın basın işçiliği kariyerimi sayfa sekreterliğine doğru yönlendiriyorum. Ekin Yazın Merkezi’nde birçok sendikal, turizm, sağlık periyodik yayının ve İletişim Yayınları’nda ansiklopedinin sayfa sekreterliğinden geçiniyorum.
(Hatırlıyorum: Maaşım 50 bin, ev kiram 30 bin TL.) TÜRSAB, Petrol-İş, Tıp ve Sağlık, Toplum ve Hekim, Abstract dergileri ve Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye, Çağdaş Liderler, Devrimler ve Karşı Devrimler Tarihi ansiklopedileri, bünyesinde çalıştığımı hatırladığım yayınlar. Yarı kaçak konumumdan dolayı o dergilerin künyelerinde ismim farklı yayınlanıyor. Tüm bu süreçte, artık hukukçu olmamaya karar versem de askerliği ertelemek adına sürdürdüğüm öğrenciliğimin girilmesi zorunlu sınavları için İzmir’e gidip gelmeye devam ediyorum. Son sınıfta devamsızlıktan atılıyorum.
1986’da, yine ve sadece askerliği ertelemek adına, bir yandan çalışırken en rahat devam edilesi okul olarak MSÜ Güzel Sanatlar Fakültesi’ni gözüme kestirip, sınavlarına girip, kazandım. Sanatı ve sanatsal kaygıları daha içkin cümlelerle yaşantıma eklemlemem, daha ilk iki yılda beni okuldan atmaya çalışan temel sanat öğretim üyeleri sayesindedir. Öğrenciliğim sekiz yıl sürdü ve 1994’te diploma projemin kabul edilmemesi ile olaylı bir biçimde sona erdi. Aynı yıl 4. İstanbul Bienali’ne çağrılı sanatçı olarak katıldım. Yeni bir diploma projesi vermeyi reddederek okuldan atıldım. Bol olaylı, dilekçeli, dergilerde yazılan polemiklerle akan bu sürecin öyküsünü şuradan okuyabilirsiniz.
Tüm bu öğrencilik yılları boyunca yine periyodik ve çoğu sendikal içerikli dergilerin muhabirlik, yazarlık, sayfa sekreterliğiyle, serbest ya da ücretli grafik tasarımcılıkla geçindim. TÜRSAB,Petrol-İş (gazete ve dergisi), Kristal-İş, Otomobil-İş, Laspetkim-İş, Cönk, Genç İnsan, bünyesinde çalıştığımı hatırladığım yayınlar. Bu dönemde Uygarlıklar Tarihi ansiklopedisi için harita da ürettim ve galiba ilk kişisel sergim olan “Kentresimleri”ne varan harita aşkım böyle başladı.
Öğrenciliğimin ardından, 2000 yılı ekonomik krizine kadar bir dizi yayıncılık şirketinde (İnterpress Yayıncılık / Mimarlık dergisi, İnterpro Yayıncılık / BT-Haber dergisi, Hayal Mahsulleri Ofisi / Resimli Roman dergisi, Bisiklet Yayınları, Dalga Yayıncılık / Bilim-Scientific American dergisi, Sinema Gazetesi) yazar, sayfa sekreteri ve grafik tasarımcı olarak ve küçük bütçeli reklam ajanslarında (GİFT Ajans, Ring Ajans) sanat yönetmeni olarak çalıştım ve geçindim. En uzun süre çalıştığım işyeri ise birbirinin devamı olan Güzel Sanatlar/Bates ve Güzel Sanatlar/Saatchi&Saatchi reklam ajansı. Bu ajanstaki işim, basılı tüm malzemeden sorumlu teknik koordinatörlük ve trafikerlikti. Bir büyük reklam ajansında sanat yönetmeni ya da yaratıcı yönetmen olarak çalışmayı hiçbir zaman seçmedim.
1998 yılında kuruluşundan itibaren gönüllü destek verdiğim Dulcinea Çağdaş Sanatlar için Özgür Mekan’da ikinci solo sergimi açtım. Bu yıllar birçok resmimin oldukça iyi fiyatlara alıcı bulduğu, neredeyse her sinema günlerinde işi bırakıp, onlarca filmi izleyip, ardından aynı işe ya da bir başkasına rahatlıkla dönebildiğim, geçim derdimin beni pek sıkıştırmadığı yıllar...
2000 yılı ekonomik krizi, bulabildiğim her ufak tefek işe atladığım uzun işsizlik yıllarımın da başlangıcı. 2005 yılına kadar kısa sürelerle, Roll Reklamcılık’ta lentiküler baskı tasarımı, Kesişim Yayınları’nda görsel yönetmenlik, Herşey Yayıncılık’ta sayfa tasarımı (Turkishtimedergisi) yaptım. Bu yıllar aynı zamanda İxir, Paralax ve Superonline’da sanata ve hayata dair ücretsiz yazılar yazdığım yıllar. Yine Dulcinea’da açtığım Türkiye’deki son solo sergim “Aynalarımı İstiyorum”, bu yarı işsizliğimle de katmerlenen depresif yıllarımın iyi bir yansıması.
"Aynalarımı İstiyorum" çağrı posteri / 2000
2004 yılında İsveç, Stokholm’e göçmeye karar verdim, 2005 yılı Ocak ayında da göçtüm. Önceki sergilerden elimde kalan birçok resmin, daha çok da bu kararıma destek olmak adına birçok dostum, arkadaşım tarafından ardı ardına satın alındığı yıllardır aynı zamanda 2004-2005. Borçlarımın hemen hepsini ödeyerek yola çıkmamı sağladılar, sağolsunlar.
Yeni bir ülke, yeni bir kent, yeni bir dile yolculuğa dair seçimim, verili mesleki kariyerimin ne kadar zengin olursa olsun hiçbir yeni iş başvurusunda zerre kadar değerinin olmadığı bir göçmen ayrımcılığını da beraberinde getirdi. Bir yandan İsveççe dil kurslarına devam ederken bir yandan da bu zor yolculuğun her yeni adımı, sorunu, sanatsal yaratımımda karşılığını bulmaya başladı: oturma iznime dair yaşadığım sorunlardan Hakan Akçura’nın aşkına ve kişiliğine dair kitap sanat nesnem, İsveç Göçmen Bürosu’na Açık Mektup video performansım, aylarca çalıştığım göçmen işlerinden Asansörler, asansörler... foto düzenlemem, Günaydın video performansım, devam ettiğim İsveç İş ve İş Bulma Kurumu’nun zorunlu bedava işgücü kurslarından da İşyeri İsveççesi Sınıfında İsveç Kültürü ve İşsizlik Üzerine Bir Tartışma videom ortaya çıktı.
 Asansörler, asansörler... / 2007
Aradığım işlerin çoğunda kullanacağım ve çoğundaki gelişmelerin çok gerisinde kaldığım tasarım ve uygulama programlarına dair kurslara ücretsiz katılmamı sağlayacak, İsveç İş ve İş Bulma Kurumu’nun Kültür Bölümü’ne dahil olmak için dört yıl arayla iki kez başvurdum. Gerekli tüm koşullara fazlasıyla sahip olmama rağmen sadece yeni bir göçmen olduğum için başvurularım reddedildi. 2007’deki ilk başvurumun ardından bu ayrımcılığa dair olup bitenleri kamuoyunu ilettim. İsveç Sol Parti, bu ayrımcılığı Meclis’e taşıdı ve bir gensoru verdi. Gensoru, Bakanlık tarafından geçiştirilen aslında cevap olmayan bir cevapla karşılandı. Konuyu bu kez ayrımcılıkla ilgili en üst karar kurumu olan Ayrımcılık Ombdusmanlığı’na taşıdım.  Ayrımcılık Ombdusmanlığı, başvurumu, “ayrımcılığın niteliğinin etnik olduğuna kanaat getirmediği” yerden reddetti. İsveç İş ve İş Bulma Kurumu’nun Kültür Bölümü’ne ikinci kez, bu sefer gerekli koşulların çok daha zengin bir biçimde karşılandığı bir belge, kanıt yığınıyla, üstelik bir İsveç vatandaşı olarak 2010 yılında başvurdum. Yine reddedildim ve ayrımcılığın sürekliliğini “Cehennemin dibine gidin!” başlığıyla yayınladığım bir basın açıklamasıyla teşhir ettim. Bu çabamdan tümüyle vazgeçtim.
İsveç’teki ilk yıllarımda yukarda da yazdığım gibi, çok az ücret karşılığı alışıldık göçmen işlerinde, gece ev kapılarına gazete dağıtımı, gündüz metro ve tren çıkışlarında bedava gazete dağıtıcılığı, engellilere yönelik kişisel asistanlık gibi işlerde çalıştım. Genellikle ırkçı bölüm şeflerim tarafından, bedenimi çok zorlayan güzergahlara yönlendirildim. Belimin iki omurunda disk kayması oluştu. Bir kez ev temizliğine gittim.
2007-2009 arası iki yıl, İnteraktif Enstitü isimli, IT temelli yaratıcı uygulamalar üreten bir kurumda grafik tasarımcılık ve proje asistanlığı yaptım. İsveç İş ve İş Bulma Kurumu’nun destek programıyla bulduğum ve asgari ücrete denk gelen maaşımın % 80’ini işveren yerine kurumun ödediği bu işin bana sağladığı en büyük olanak, artık işsizlik sigortasına sahip olmaktı. Ailemin geçim yükü tüm bu yıllar boyunca ağırlıklı olarak aşkımın, karımın omuzlarındaydı. Geçen yıl ilk kez bir iş sözleşmesi imzaladım. Kadrolu elemanların hasta ya da tatilde oldukları günlerde çağrıldığım ve çalışabildiğim, süresiz, güvencesiz bir işe dair: 25 kadar –çoğu şizofren– ağır psikiyatrik hastanın birlikte yaşadığı üç apartmanlık bir komplekste, onların gündelik hayatı götürebilmelerine destek veren belediye sağlık bakım görevlisiyim. Genellikle yaz aylarında ve noel tatillerinde iki hafta, diğer aylar ayda 3-5 gün çağrılıp, çalışıyor ve artan günlerde asgari ücretle eşit düzeyde işsizlik sigortası alıyorum. Olağanüstü sevdiğim, istekle kadrolu çalışabileceğim bir iş. Her birisi sevilesi, çok özel bir iç zenginliğinde varolan, ben gibilere çok ihtiyacı olduğunu bildiğim insanlara hizmet...
Hâlâ kadrolu, sürekli bir işim yok anlayacağınız. Hâlâ aradığım işlere dair skala aslında çok geniş: sanat yönetmenliği, grafik tasarımcılık, tişört baskı tasarımcılığı, grafik uygulamacılık, dijital görsel rötuş işçiliği, sayfa sekreterliği, dijital baskı işçiliği, fotoğrafçılık, trafikerlik, matbaa koordinatörlüğü, engelli insanlara kişisel asistanlık, gençlere ya da göçmenlere yönelik proje liderliği, uygulamacılığı, görsel veri bankaları ya da görsel arşivlerde işçilik... 2005’ten bu yana başvurduğum iş sayısı 1000’i geçmiştir. Sadece ikisinde, sonuç vermeyen görüşmelere çağrıldım. 
Ayrıca her yıl, varolan tüm sanat kültür alanındaki kamu ve özel destek fonlarına genellikle birbirinden farklı ve yeni projelerle sürekli başvuruyorum. Kimisi sanatsal projeyi, kimisi sanatçı atölyesini, kimisi ise sanatsal yaşamı kısa ya da uzun süre boyunca desteklemeyi hedefleyen fonlar bunlar. Herhalde başvuru sıklığımdan dolayı aracılarla bana iletilen, bilmem istenen, İsveç’te bir göçmen sanatçının on yıl geçmeden hiçbir fondan destek alamayacağına dair varolan “gizli ve egemen kurala” uygun olarak hiçbir başvurum kabul edilmedi. Benim başvurularımın reddedildiği her yeni fon döneminde destek alabilen göçmen kökenli sanatçı sayısı asla % 5’i geçmedi (ülkedeki göçmen oranı üçte biri geçti, yarıya ulaşmak üzere) ve birçok has İsveçli zanaatkâr (mücevher, takı, tekstil, örgü satıcısı) “ticari dükkan”, toplam yüz binlerce İsveç Kronu destek aldı. 
Tüm bu işsiz ya da yarı işli İsveç yıllarımın atmosferi, içeriği, tek tek sonuçları, burada ürettiğim ve çoğu sergilenen tüm işlerimin temel konusu. Burada açtığım tek kişisel sergim “Dikkat: Sıkışma Riski!”, katıldığım karma sergiler “Labirent” ve “Ben, sahibimin köpeği” tümüyle bu işlerimin sergilendiği zeminler oldu. Günaydın ve İsveç Göçmen Dairesi’ne Açık mektup Zagrep’te de sergilendi
Çoğunlukla yaygın paylaşımını önemseyip, herkesle paylaştığım videolarımın sınırlı sayıdaki DijiBeta kopyalarını kurumlara, müzelere satmayı, bunun yolunu, bunu becerebilen sanatçı arkadaşlarımdan öğrensem de hiç başaramadım. 
Ayrıca “Yerdeki Yığın” başlıklı karma sergide yer alan "Bir eksik (İsveç ikilemi: Steril ya da değil" işim, İsveç devletinin geçmiş kısırlaştırma politikası ile yasadışı göçmenlerin yasal sağlık hizmeti almasını engellendiği bugünkü ırkçı politikası arasındaki paralelliği gösterdiği yerden, çevremde her gün soluduğum bir haksızlığın teşhiriydi. 
"Bir eksik (İsveç ikilemi: Steril ya da değil") / 2008
Yeni ve çok önemli olan, altı yılın ardından ilk kez bir atölyem var. Beş aydır orada çalışıyor ve ürettiğim diğer her şeyin yanı sıra, satabileceğimi sandığım resimler de yapıyorum. Geçim derdini resim satarak çözmek diye, belki de çok hayalci olmayan bir yeni hedefim var. İlk yaptığım resim ise, İstanbul’daki dişçime, çeneme çaktığı üç implant ve yerleştirdiği bir köprünün ücreti olarak sözverdiğim resim. 
Bu yedi yılın her gününde, dakikasında, anında soluduğum, üzerine düşündüğüm, yazdığım ve İsveç gündelik hayatının dibinde gürül gürül, kapkara akan binlerce “gizli kodun” teşhir edileceği bir sergi hazırlıyorum. Onlara, yani artık vatandaşlık bağıyla da yanlarında olduğum ve esareti içinde yaşadıkları bu kodlardan kurtulup, özgürleşmeyi önermek isteğim kodları kulaklarına fısıldayacağım. Birkaç yüzü hazır. Birkaç yüzü kaldı. Bakalım...
14.01.2012
Meslekler Kitabı'nı amaçladığı hedefe ulaşan, başarılı ve etkileyici bir proje olarak alkışlıyorum. "Kitap" yayınlandıktan sonra Oda Projesi'ne merak ettiğim iki şeyi sordum: 
Yeni katılımlara açık mı "kitap"? 
Kaç kişi çağırdınız da katılmak istemedi?


Oda Projesi adına Özge Açıkkol şöyle cevapladı sorularımı:
Açıkçası çok net bir sayım yapmadık bu konuda aklımıza geldikçe davet ettik, dolayısıyla tam sayı bilemiyorum ama yazacağını söyleyip yazamayanlar oldu, ki bunların sayısı, bloga katılanlar kadardır. Zaman zaman yazışıp yeniden biyografilerini istiyoruz. 
Bir gerekçe ile reddedenlerin sayısı ise yaklaşık 10 kişidir. 
Blog şu an yeni katılımlara açık, yani tabii kriter ne olacak, o önemli ... Bunun üstüne düşünüyoruz. Ama açık tutmak istiyoruz ki canlı ve beslenen bir yer olsun, katılabilecek kişiler dışarıda kalmasın ve mümkün olduğunca geniş bir yelpazede  olasılıklar çıksın ortaya. 
Meslekler Kitabı'nın katılımcıları -şimdilik- şunlar: Ahmet Öğüt, Ali Taptık, akcg, Åsa Sonjasdotter, Aslı Çavuşoğlu, Aykan Safoğlu, Ayşe Orhon, Banu Cennetoğlu, Berin Golonu, Bijari, Boba Mirjana Stojadinović , Burak Delier, Camille Louis, Canan, Claire Bishop, Danny Kerschen, David Cuartielles, Deniz Erbaş, Dilek Winchester, Dirk Van Lieshout, Dmitry Vilensky, Elmas Deniz, Erik Göngrich, Esra Aliçavuşoğlu, Etcétera..., Fatoş Üstek, Ferhat Özgür, Florian Zeyfang, Gözde İlkin, Gülçin Aksoy, Güneş Savaş, Güneş Terkol, Hakan Akçura, h.arta, Heidi Hove, Heman Chong, Işıl Eğrikavuk, İnci Furni, İnsel İnal, Javier Rodrigo, Julie Upmeyer, Katleen Vermeir & Ronny, Heiremans, Leyla Gediz, Libia Castro, Mika Hannula, Minna Henrikkson, Murat Morova, Mustafa Kaplan, Mürüvvet Türkyılmaz, Nadin Reschke, Nalan Yırtmaç, Neriman Polat, Nico Dockx, Nina Wöhlk, Nikusha Chkhaidze , Nis Rømer, Otto von Busch, Özge Açıkkol, Piero Passacanatando, Pilvi Takala, Ricardo Valentim, ROS-KA, Seçil Yersel, Selim Birsel, Serkan Özkaya, Shane Munro, Stéphane Bauer, Şener Özmen, Temporary Services, Ursula Biemann, Yasemin Nur Toksoy, Yasemin Özcan Kaya, YNKB, Zeyno Pekünlü

4.3.12

Edinburg günleri...

Daha önce de duyurduğum gibi 2012 Edinburg Ortadoğu Film Festivali, "Kürt Sineması"na ayırdığı bu yılki gösterim programına üç kısa "Kürtçe Dersi" videomu da dahil etti ve 10 Şubat günü onları, Kasım Öz'ün "Fotograf" isimli uzun metraj filminin öncesinde gösterdi.

Festival kontağım Agent:RiA/registeredinart, "Phuket: Adaların İki Yüzü" adlı videomun yayınladığım fragmanını bu blogdan izlemiş, ilgilenmiş ve videonun tümünü de yolladığım dvd'den izlemesinin ardından Festival'le eşzamanlı olarak beni de davet ettiği bir "sanatçı konuşması" ve gösterim organize etmişti. Videomu Şubat ayı boyunca kanalına da konuk etti.

18 Şubat cumartesi günü düzenlenecek bu etkinliğe katılmak üzere 15 Şubat'ta Edinburg'a ayak bastık.



2. Paylaşım Savaşı'nda nazi uçaklarının bombalamadığı nadir ada şehirlerinden biri olan Edinburg, çarpıcı, sizi her an "yüzyıllar öncesine" taşıyan bir kent dokusuna sahip. Herhalde, beni ve eşimi karşılayan, Agent:RiA/registeredinart'ın gülen yüzü Lyndsay Mann'ın da ilk aktardığı ("Tam bir skandal!") talihsizliklerden biri olan  ve kenti boydan boya saran kitle ulaşım ağlarının yenilendiği inşaat çalışmaları bize her an eşlik eden tek sürekli gerçeklik olmasaydı, biz de bu keyifli zaman yolculuğunu yaşayabilirdik. İstanbul'un ardından, "her an, her yerinden bir ses çıkan" bir ikinci kent bulduğumuza şaşırıp, iskoçları da, genellikle iş aletlerinin üzerinde, iş tulumlarıyla oturan işçiler olarak hafızamıza kazıdık..



Şaka bir yana, onca gürültüsüne rağmen çok sevdiğimiz şehre her gün güneşle birlikte uyandığımız için çok şanslıydık. Bize hep Edinburg'da ardışık -iki, üç ve- dört güneşli günün birlikte yaşantılanmasının çok kolay olmadığı söylendi. 

Ama sanmayın ki güneşli bir Edinburg günü, kemiklerinizin kısmen de olsa ısınacağı bir gün demek! Onlarca birbirinden bağımsız hızda ve ayrı yönlere esen dondurucu rüzgarın aynı anda bulunabildiği sokaklardı sabah akşam yılmadan arşınladığımız. Bazen az kaldı uçtuk, genellikle donduk ki, ne donduk! Ne gam, nasılsa en istemeden alıştığı şeylerden biri donmaktı bu Stokholm'luların...  Hayalet turlarına katılmasak da, şehrin belli başlı tüm mezarlıklarını, en dibine girmek için bilet kuyruğunda beklemeye tahammül edemesek de üç aşağı beş yukarı tüm kaleyi gezdik.






Bir gün onlarca kimbilir kaçıncı kuşak afrikan kökenli Edinburg'lunun otelimizde düzenlediği, duygusu pagan kendisi fazla hıristiyan ayinlerine katıldık ve en şık takım elbiseleri, rengarenk tuvaletleriyle saatlerce danseden o insanların gün içinde hangi mekanlarda ne tür işlerle uğraştığını çok merak ettim. Sonradan Antony Gormley'in olduğunu öğrendiğim ve hayran olduğum aşağıdaki kent heykelinin fotografını çekerken, kenti boydan boya kesen ırmakta epeyce çırılçıplak ayin yapan uzun boylu bir afrikanın mahremiyetini ihlal ettiğimi sanıp, utanmamın nedeni belki de sadece salaklığım değil, o ayindi...
  

Cumartesi günü (18 Şubat), gösterimin mekanı Stills Galeri'yi haritaya bakmadan kolaylıkla bulacak kadar kenti öğrenmiştik.

Gösterim mekanı umduğumdan küçük ve izleyicilerim umduğumdan az olsa da, sorulan sorular, gelen tepkiler, hoşnutluğum için yetti. Aşağıdaki foto, Lyndsay bir yanda, ben öteki yanda etkinliğe nasıl hazırlandığımızı, izlemek isterseniz aşağıdaki kayıt da videomu nasıl sunduğumu belgeliyor.

Sonra? Yeni arkadaşlarımızla bir pub'a gittik ve ben bilmem kaçıncı marka denemesine giriştim; "şundan!" dedim, sudan ucuz yeni bir lezzeti, bu kez de romlu birayı yudumladım, sohbete daldık. 

Sonra? Güneşli bir Stokholm'e döndük, günler, haftalar geçti, güneş hala bizle... Şaşkınız.