29.6.08

Baykam imzalı bir ibret vesikası ve açık istifam


İbret vesikası

kimden: upsd@upsd.org.tr
kime: hakcura@gmail.com
tarih: 27 Haziran 2008 Cuma 22:26

Hakan Akcura'nin UPSD yonetim kurulu olarak kendisine ilettigimiz yanita cevabini biraz ilgi biraz da dehsetle okudum. Birincisi kendisine olan yanitimizi tek basima yazsaydim tek basima imzalardim. Ama, biz bunu dunku yonetim kurulumuzda tum yonetim kurulu uyelerinin katildigi bir oturumda yedi kisinin birebir bilgisi dahilinde, tum icerik ve gerekceleriyle beraber tartisip, hemfikir olarak karar verdik. Merak ettim, Hakan Akcura neye dayanarak UPSD yonetim kurulunun karar ve imza yetkilerini sorgulama hakkini kendinde buluyor?


Evet, bu mailin benim mail adresimden UPD'ye, oradan kendisine gittigi dogru. Hangi mail server larini kullanip kullanamayacagimizin iznini Akcura'dan mi alacaktik?

Bugune kadar Turkiye neredeyse hergun, belki 30, belki 60 yildir buna benzer siyasi polemikler ve tartismalar, inis cikislar yasadi. UPSD ise 19 yildir var. Bugune kadar Akcura hangi UPSD yonetimine "su konu hakkinda tepki vermeyecek misiniz diye" bu sürecte kac kere girisimde bulunup, mail atti? Bize daha once onca cok kritik baska konuda atmadigini ben birinci elden biliyorum. Daha once de baska yonetimlere attigini da hic sanmiyorum.


Bu arada birden onumuze cikardigi bu konuya bakiyorumda, acaba Akcura hic dusundumu, neden kendisinden baska hic kimse, bu konuda dernekte boyle bir tepkiye gerek duymadi diye? 1200 kisi arasinda tek akilli kendisimi? Biz siyaseti ve ozellikle bizi ilgilendiren bolumlerini dikkatlice ve gerektigi kadar tabii ki izliyoruz. Ama anlasilan Sn Akcura heyecanla bu konulara birden yeni uyanmis!

Ayrica Akcura sunu bilmeli ki Ataturk devrimlerini korumak ve onlara bagli kalmak icin ne benim ne de inaniyorum diger yonetim kurulu uyelerimizin Ordunun gozumuzu acmasina ihtiyaci yok. Hakan Akcura kendi demokratik temayulleri dogrultusunda Ataturk hakkinda ister malum AKP li vekiller, ister Taraf gazetesi yazarlari, ister baska 2. Cumhuriyetci yazarlar kadar veya onlardan daha fazla sorgulayici olabilir. Bu onun kisisel hakkidir. Ancak bizler Ataturk devrimleri ile ovunuyoruz, hicbir sekilde bunlardan utanmiyoruz veya onlara bir tur "yeni donem mahcubiyeti" icinde bakmiyoruz.


Ataturk devrimlerini korumak icin Ordunun yonlendirmesine veya Akcura'nin onayina (!) benim ihtiyacim olmadigi gibi, kendi gorusume gore biraz tarihsel analiz yapabilen hicbir Turk aydini veya sanatcisinin da ihtiyaci olduguna inanmiyorum. [abç] Bu ulkemizin icinde bulundugu sartlar birbirimize zaman kaybettiren bos polemiklerle ugrasamayacak kadar vahim noktadadir.

Bu tartismanin bu noktalara tasinmasini da, da surdurulmesini de dogru bulmuyorum.

Bedri Baykam

Açık cevap, açık istifa

Polemik dilinde iktidar kurmaya çalışmanın belli başlı, ucuz birkaç çok bildik yöntemi vardır: Babacan bir sertlikle, haddini daha çok bildirebilecekken o kadarıyla yetinen deneyimli abiyi-dayıyı oynamak; sözkonusu polemiğin zemininin ne olduğuna, ne kapsamda ve ne kadar sürmesi gerektiğine dair kararları vermesi tartışılamayacak ve bunu zaten tek hakeden kimliğin gömleğini giymek; polemiğin zemini ne ise, o zeminin gerektiğinde en bıçkın sokak çocuğu, gerektiğinde en sıkıcı ama yetkin öğretmeni olabileceğini, ezcümle o yolların diğeri giderken kaçıncı defa döneni olduğunu "hatırlatmak"; saf tutulan yerin "değerlerinin" sorgulanamaz gücünü, onları elde bir doğa ya da tanrı
emriymiş gibi sunarak hissettirmek ve bu arada aba altından sopa göstermeyi ihmal etmemek; küstahlığı, sözkonusu polemiğin "umulmayan, şaşırılan, dehşete düşülen, ilginç bulunan kimi özellikleri" gerektirdiği için, –ister istemez ya da kendini tutmak istese de tutamadığını hissettireceğin bir hiddetle, ee ne yapalım artık- "hesap sormanın da gerektiği" bir üsluba yedirmek; herhangi bir şeyi yapmanın, söylemenin, istemenin, daha önce kaç defa yaptığınla, söylediğinle, istediğinle anlam bulabileceğini karşıdakine ve herkese bir kez daha hatırlatan, bu ucuz patriyarkal retoriğin elde bir haklı olduğunu "herkesin kabul ettiğini varsayan" bir dayatmayı kullanmak...

Yoruldum ağdadan. Siz de belki... Ama bir klasik Baykam polemik metninde bu yöntemlerin hepsinin birkaç paragrafta yeralabilmesine, bu kendini sürekli yinelemekten vazgeçemeyen, daha yaratıcı olamayan basiretsizlikten yana bir şaşkınlığım hep olmuştur. Bu kez paylaşayım dedim.


Bir de işin komiği, aynı sığ düzlem, karşıdakini -bu sefer mesela beni- bu kapışmada kolay pes etmeyecekse -bari-, aynı zeminde ve aynı sığlıkta cevap versin diye kışkırtır: "Yaa Bedri, geç bunları! Sen California College of Arts and Crafts'da, Lisa, Holly, Angelique, Olivia, Novella, vs. ile saklambaç oynarken ben 'bir sınıfın diğer sınıflar üzerine tahakkümünü tesis etmek için teşkilat organize etmekten' yargılanıyordum, bu işlerin hele Türkiye'de tevellüdünü sorgulamak tehlikelidir, ters teper. Ben Mustafa Kemal'le yollarını o Mustafa Suphi'leri öldürttüğünde ya da İzmir İktisat Kongresi kararlarında ayıran bir geleneğin izine sahibim, beni bu geleneğin oldukça sağında kalanlara benzetmeye çalışman sadece komikleşmeni sağlar ve cehaletini eleverir," ya da "ya oğlum sen değil miydin Kerinçsiz'le kolkola bu ülkenin aydınlarını yargılandıkları mahkeme önlerinde şeytan diye taşlayan; kaldı mı o kara ayinlerden geriye senin demokratlığın!" türü bir cümle kurmamı ister ki, o babacan, o deneyimli abi-dayı, bu kez karşısındakini aynı çamura düşürebilmiş ve kendini hedef kılabilmiş olmanın verdiği yeni yetkiyle, daha affedici, küçümseyici bir ezici küstahlığı tükürebilsin, özüne daha uygun bir yerden yoluna devam edebilsin, rahatlayabilsin.
Bu tür kurbanların ardından yazılan ve ona daha keyif verdiği ayan beyan olan birçok klasik Baykam polemik metni de eminim okumuşsunuz ya da okumaya başlayıp bırakmışsınızdır bu kısa hayatınızda ne yazık ki, benim gibi.

İşte tam bu yüzden bu tür cümleler de kurmayacağım ve onlar, sadece sizlere nasıl bir yorgun şaşkınlığı paylaştığımı aktaran, olası gerçeklerin kurgu cümleleri olarak yukarda kalacaklar.

Artık gelelim konumuza:

Sondan başlarsak, Baykam "bu noktalara taşınmasını da, sürdürülmesini de doğru bulmasa da" hele ki onları ben başlattıysam, içinde yeraldığım tartışmaların ne kadar, nasıl süreceğinin kararının bensiz alınmasından hoşlanmam. Polemiğe "boş" demenin de, "ülkenin bu şartlarında bunlarla zaman kaybetmemeliyiz" dese de, bu tür nitelik ve zamanlama vurgularına belirleme yetkisinin benden alınmasından hiç hoşlanmam.
O insan eti yiyici güzel sokak lakırdımızdaki gibi, "delikanlı ol ciğerini yiyeyim!" Ben seni üstümde ya da altımda görmeyebilen bir eşitlikle karşıma alıyorsam, bunu sen de becerebil.

Ben, bana verilen cevap metnine, altında yeralan tüm imzaların, –onlar nedense bana bunu kendileri de iletebilecekken- Baykam tarafından iletildiği biçimiyle " tüm içerik ve gerekçeleriyle beraber tartışıp, hemfikir olarak" katıldığını öğrenmekten pek memnun olmadım. En azından onların katılmamış olmasını beklerdim o satırlara. Onları çok tanıyıp, sevdiğimden mi? Hayır. Bulundukları konumun bence gerektirdiği insan ve aydın sorumluluğu adına. Dolayısıyla, Baykam'ın onlardan habersiz bir metni ortak kararmışçasına yayınlamasını "yakaladığıma" değil, onların o metnin içeriğine ortak olmamasına sevinecek bir duruşum vardı.

Ama yukardaki bu kez sadece Baykam'ın imzasına sahip metni ve özellikle "Ayrıca Akçura şunu bilmeli ki Atatürk devrimlerini korumak ve onlara bağlı kalmak için ne benim ne de inanıyorum diğer yönetim kurulu üyelerimizin Ordunun gözümüzü açmasına ihtiyacı yok. [O'ları büyük yazan Baykam'dır]" satırlarını okuyup, üslubundan belli ki
sadece bana yollanmamış, yaygınlaştırılmış olan bu içeriğe diğer yönetim kurulu üyelerinin yine sessiz kaldığını görünce, bana yapacak tek şey kalıyor.

Dünkü Genelkurmay bildirisini imzalayanların son yayınladığım videodan dolayı her gece aynı saatte uzun uzun bu blogu da incelediğini giren ziyaretçi kayıtlarından ilgiyle izlediğim bu günlerde, ilk yazışma konusuna geri dönmeyi pek düşünmüyorum. Güncel en büyük derdim daha çok insana "gerçekler bilinsin yeter" dedirtmek; asla UPSD'nin bu "yeni ve resmi" niteliğiyle polemiği sürdürmek değil.

Bana kalan tek şey ise, İsveç'e göçtüğümden beri sadece sembolik anlamıyla üyeliğimin sürüyor olmasından yine de hoşnut olduğum, ama artık "Uluslararası" olduğunu düşünmediğim, bağımsız olduğunu hiç düşünmediğim, belli ki Baykam'ın "Yurtsever Hareket"inin yeni mevzisi haline gelmiş, alabildiğine resmi ideolojinin etkisi ve gücüyle varolan bu Plastik Sanatlar Derneği'nden istifa etmek.


Asla İsveç'teki benzeri gibi sendikal bir sanatçı kuruluşu olamamasını, sadece bir lobi örgütü olarak kalmasını yönetim kurullarının karar ve uygulamalarına değil, kendim dahil tüm üyelerinin bu konudaki tembellik ve yetersizliklerine bağladığım UPSD, benim için üyesi olmaktan mutlu olduğum, olabildiğince, zamanım ve gücüm elverdiğince görev aldığım ve evet bu yukardaki yazışmaların öznesi olan "neden" dışında sadece "ölüm oruçları" zamanında siyasal otoriteye karşı üyelerini seferber etmeye çalıştığım bir sivil toplum örgütüydü.

Benim istifamla ne göğerecek, ne eksilecek olan bu oluşuma ilişkin kararımı, oralarda yaşasaydım, 'bağımsız' bir sanatçı sendikası kurma çabasına eklemler miydim, emin değilim ama bunu yapabilmeyi isterdim.

Sevgili UPSD emekçisi Ahmet Sarıkamış'tan bu açık istifa metninin -UPSD sayfalarındaki benim ismim, e-mail adresim ve bu blogun linklerinin silinmesi de dahil- tüm gereklerini yerine getirmesini rica eder, Türkiye'nin tüm "resmi olmayan sanatçılarına" dostça "kolay gelsin" dileklerimi yollarım.


Hakan Akçura

No comments: