21.10.21

-Tam zamanı! Onları yadedelim Antigone!


Yukardaki seslenişim kime, belli! Adalet savaşının, aynı zamanda saygıyla, eşitçe gömülebilme hakkını da içerdiğini en erken söyleyen, bu uğurda eyleyen ve ölen, Sofokles'in kadim öyküsünün kahramanı, Antigone'ye.

Yukardaki seslenişim, kendine “Sphinx 2021 – Saklı Bienal” ismini veren, Yunanistan'da, Antigone'nin antik kenti Tebai'de (Thebes) ya da şimdiki adıyla Thiva'da düzenlenen etkinliğe sunduğum projenin başlığıydı.

Davetliydim bu üçüncü kez katıldığım etkinliğe. Dolayısıyla, bir proje sunmam gerekmiyordu. Ama ellerim boş gitmek istemiyordum, daha önce iki kez gittiğim Thiva'ya, Sphinx etkinliğine. (SPHINX 2021 / Biennale of hidden Thebes - Social sculpture)

İlki altı yıl önceydi ve bir resim sergilemiş, bir çok katılımlı performans, bir de halka açık video gösterimi düzenlemiştim.
İkincisi, üç yıl önceydi ve Tebai'nin yedi kapısını, etkinliğin yedi gönüllüsüyle birlikte “yeniden aradığım”, bir haftaya yayılan bir performans düzenlemiş, sonuç sanat-işini de kentin ana meydanında sergilemiştim.

Tersini düşünen, ölüleri, “bizden” ve “onlardan” diye ayırabilen egemenlere karşı, yüzyıllardır, yanımız sıra taşıdığımız Antigone'nin öğretisi, bugünün de baskın öğretisiydi. Saygıyla, eşitçe gömülebilme hakkı, salgın sürecinde de, tekrar ve ısrarla hatırlanması gereken bir hak oldu. Bu salgını yaratanlar da, yerküre düzeyinde süreci yönetip, yasalarını belirleyenler de, ölüleri sınıflandırmaya, yeniden tanımlamaya, kendine yakın ya da uzak kılmaya muktedir egemenlerdi, o egemenlerin bu yerkürede nasıl yaşayacağımıza dair verdiği önceki kararlardı.

Bir çağrı kaleme aldım, bir dostum, ortaokul arkadaşım, Yunanistan vatandaşı, bir Rodoslu türk, Metin Nalbant, onu yunancaya çevirdi ve üç hafta öncesinden, gideceğim kentte yaygınlaşsın diye Sphinx etkinliklerinin beyni, temel organizatörü, bir diğer dostum, sanatçı, öğretmen Konstantinos Angelou'ya yolladım. Etkinliğin sosyal ağlardaki sayfalarından ve bir haber sitesinden yayınlanmaya başladı çağrım:

       -Tam zamanı! Onları yadedelim Antigone!
Selam.
Ben Türkiyeli bir sanatçıyım.
İsveç’ten yola çıkıp, Thiva’ya gelecek, Sphinx Bienali’ne katılacağım.
Ekim Başında oradayım. Orada bir akşam yemeğinde buluşmak istediklerim var. Kimi Thiva’lılar…
Pandemi süresince yakınlarını kaybeden ve onların cenazelerini hakettiği, istediğince düzenleyemeyenler. Gelip, katılıp da bu akşam yemeğinde benimle, Bienal’in yöneticileri ve gönüllüleriyle buluşmak isteyenler. Bize kayıplarını anlatacak, bizle birlikte onları anacaklar. Kendileri ile birlikte aynı yemeğe gelecek, kendileri gibi pandemi süresince kaybettiği ve hakkınca gömemediği sevdiklerini anlatacak diğer Thiva’lıları dinlemek isteyecekler.
Bienal’in ana çerçevesi “Antigone – Kısıtlar ve sınırlar”.
Adalet savaşının, aynı zamanda saygıyla, eşitçe gömülebilme hakkını da içerdiğini en erken söyleyen kadim öykü, Antigone. Bu hak, pandemi sürecinde de, tekrar ve ısrarla hatırlanması gereken bir hak oldu. Bu salgını yaratanlar da, saygıyla, eşitçe gömülebilme hakkını elden alanlar da yine egemenlerdi, egemenlerin bu yerkürede nasıl yaşayacağımıza dair verdikleri kararlardı.
Tebai’de (Thebes’te), Antigone ile kendini yenileyen bir bienale katılacaksam, odaklanacağım şey de ancak bu akşam yemeği daveti olabilirdi.
Katılır mısınız?
Kayıplarınızı birlikte analım ister misiniz?
Siz değilseniz bile, çevrenizde bunu yapmak isteyebilecek başkalarını tanıyor musunuz?
Onlarla bizleri buluşturur musunuz? Buluşmak üzere…
Hakan Akçura

Kente vardığımda, çağrıma olumlu cevap veren bir, çağrıma katılmak için kendi kendine ya da benle tartışma içinde olan diğer birkaç kişi dışında kimse yoktu görünürde, kalkışmamın ufkunda. Dolayısıyla, çağrımın yaygınlaşması için ne gerekiyorsa yapmalıydım.

İlk temasım, bir gazeteciye, etkinliğin medya duyuru destekçisi TV kanalında, kendi çağrımı, yunanca bilmeyen dudaklarımla sesli okumam, yanı sıra gerekiyorsa benle yapılacak bir söyleşi üzerineydi. Öğrendim ki, TV kanalının, birkaç kez Bienal'in duyuru videosunu yayınlamak dışında bir şey, hele de bu kadar kısa bir sürede yapmaya niyetli olması mümkün değil.

Ardından, daha önceki gelişlerimdeki gibi duyurumu şehrin değişik yerlerine asmak için basıp, çoğaltmayı düşünürken, bundan hızla vazgeçip, elle dağıtmaya karar verdim. Ancak bu kadar doğrudan, bu kadar yaygın, bu kadar her güne yayılabilecek ve sadece ısrarıma, gücüme, becerime sırtını dayayacak bir eylemle tatmin olmam, elimden geleni yaptım, diyebilmem mümkün.

Etkinliğin destekleyici, karar alıcı, yürütücü insanlarından oluşan ekibin, kendilerine verdikleri isimle “Sphinx üyelerinin” yardımıyla kağıda basılan, üzerine kuracağımız sofranın yeri ve zamanına dair bilgiler de eklenmiş (15 Ekim 2021 gecesi, saat 20.00'de, Dirkis Sokağı, 25 numarada yeralan etkinliğin ana sergi salonunda) bini aşkın çağrımı, dört gün boyunca, günlere göre hedeflerimi planlayarak, kentin değişik bölgelerinde, sokaklarda dağıttım.

Elden ele, posta kutularına, maskesiz girilemeyen tüm dükkan, kahvehane ve lokantalarda da, içerdekilere kapıdan seslenerek, ulaşabilecekleri bir yere bırakarak... Kullandığım kelimeler, genellikle “günaydın”, “iyi akşamlar” oldu. Bazen ekledim: “size özel!”. Bu nedir, diye soranları, “reklam değil, bir sanat etkinliği çağrısı”, “metin yunanca, okuyup öğrenebilirsiniz,” ya da “davet!”, diye cevapladım. Dilim yettiğinde yunanca, yetmediğinde ingilizceyi kullandım.

Sadece ilk gün tehdit edildim. Dört faşist üzerime bir arabayı sürüp, gerileyip, tekrar sürerek, ürkütmeye çalıştı. Arabadan çıkmadılar, birkaç dakika sonra bırakıp gittiler.



İkinci gün, polis yolumu kesip, ne dağıttığımı, kim olduğumu sordu, ne yapmaya çalıştığımı anladığında da, kibarca, gerekince aramam gereken acil durum telefon numaralarını vererek uzaklaştı.

İkinci günden sonra, artık, çağrıyı ellerine uzattığım birçok kişi, benim kim olduğumu duyan, bilen insanlardı. Ben o, hakkında konuşulan “türko”ydum işte. Gülümsediler, sırtımı sıvazladılar, çağrımı alırken ellerine. Yine aynı duymuş bilmişlikle, çağrıyı eline almak zorunda kalmamak için benden uzaklaşanlar, genellikle bunu yüzünü düşürerek, çevirerek yapanlar da oldu.


Bir eczacı kadın, bu etkinliğin iyileştiriciliğinden sözetti ve ekledi: “Biz sadece ilaç verebildik, onlar -devlet, belediye vs.- hiçbir şey yapmadı ama sen yapabiliyorsun. Ne güzel! Sağol!”. Her sabah, küçük ıspanaklı böreklerini satın aldığım pastanenin, aynı zamanda çalışan sahipleri, bu çağrıyı dağıtanın o her gün gördükleri insan olduğuna çok sevindiler, uzun uzun desteklerini ilettiler. Çağrımı basan kırtasiye dükkanındaki kadın çalışan, etkinliğin anlamlılığından sözedip, bana insanları yönlendireceğinden sözetti, başarı diledi. Pakistan göçmeni genç bir adam, Tahir, beni, benim kimliğimde biz sanatçıları, sanat etkinliklerini uzun uzun sorguladı, sahibi olduğunu sandığım kahvehanenin sandalyesine beni oturtarak. Arkadaşlarının yanında. Ekmek parası bile olmayan onların yanına para istemek için mi gelmiştim. İsteğim neydi, onlar bu kadar yoksulken. Peki bu nasıl bir sanattı. Neden böylesi bir sanat yapma yolunu seçmiştim. Sonunda, geleceğinden, başkalarını da getireceğinden sözetti, elimi sıkıp bıraktı beni. Eski bir Sphinx gönüllüsü arkadaşım, yakınlarına haber vereceğinden, yeni gönüllüler, çevrelerine yaymayı sürdüreceğinden, kimi adayların varlığından, güvensizliklerinden, kapalılıklarından, her an cayabileceklerinden sözetti.

Velhasıl, çağrımı dört gün boyunca, bir dizi olası katılımcının artan sayıdaki gölgesiyle birlikte dağıtmayı sürdürdüm.

Konstantinos ve geri kalan gönüllülerin birçoğu, Thiva halkının birden çok, kapalılıkta birbirleriyle yarışan topluluktan oluştuğunu sürekli vurgulayarak, fazla umutlanmamın önünü almaya, daha doğrusu bir düşkırıklığı yaşamamı engellemeye çalışıp, duruyordu. Ben de cevaplıyordum: “Ben elimden geleni, sonuna kadar yaptığıma inandıktan sonra, hiç kimse gelmese de çok üzülmem; korkmayın. Olacağı demek ki buymuş, derim.”

Geldik perşembe gününe. Bir gün kalmıştı önümüzde ve tuhaf şeyler olmaya başlamıştı. Bu etkinliğe zırnık destek vermeyen ve sağ partinin elinde olan Belediye, bir gazeteci aracılığıyla benim etkinliğimi halka duyuracağını iletti Konstantinos’a. Tuhaf karşıladık haliyle.

Her yeni gönüllü konuk ile gücü artacak olanın Sphinx etkinliği olacağında birleştik, kayıpları yüzünden gelecek olanlar ve Sphinx gönüllüleri dışında, kimliği ve bürokratik rütbesi kim olursa olsun kimseyi içeri almayacağımıza karar verdik.

Yunanistan'ın tanınmış bir fotograf dergisi için Atina'dan gelip de, soframızın fotograflarını çekmeyi isteyen bir kadın fotografçıya da o yüzden, ne yazık ki mümkün değil, dedik, ilgisi için teşekkür ettik.

Ayın on beşi, akşamına soframızı kuracağımız gün geldi, çattı. Son kez, yağmurun elverdiğince çağrımı dağıttım. Sürekli video kaydımız için gereken ve hâlâ bulamadığımız ikinci tripodu, ertesi gün aynı mekânda bir performans yapacak olan iki sanatçıdan ödünç alabileceğimizi öğrendik, sevindik. Akşam yemeği için neler sipariş edeceğimize karar verdik. Gönüllülerden biri, helvayı pişirme işini üzerine aldı. Ben sarj aletini almayı unuttuğum üçüncü kameranın pilini nasıl dolduracağıma dair telaşa düştüm. Çözemedik bu sorunu. Hafiften heyecanlanmaya başladığımı farkettim.

Dört hafta önce yazılıp yaygınlaştırılmaya başlanan, bir haftadır da her yolla sokaklarda dağıtılan çağrımın hedefi, akşam yemeğimizin masası, akşamüstü kurulmaya başlandı. Saat sekize yaklaşırken, özellikle son günlerdeki güzel geri dönüşlerden, Belediye'nin tuhaf tavrına neden olan o bilemediğimiz nedenden, bu suskun ve kapalı kentte çağrımın yayılmış olabileceğine, insanların hakkında konuşuyor olduğuna ve belki de birkaçının bize katılmak isteyeceğine dair umudun yeşerdiğini, kendime itiraf ettim.

Geleceğinden emin olduğumuz insan sayısı hâlâ birdi, oysa.

Başka kimse gelmedi.

Zaten bir süredir kayıtta olan kameraları son kez kontrol ettim, bu tek katılımcıyı dinlemek üzere, Sphinx üyeleri, gönüllüleriyle birlikte masada yerimi aldım.

Gece ağır geçti. Katılımcımız babasını kaybetmişti salgında. Anlattığı öykü sert, alışılmadık ve çok üzücüydü. Onu dinleyerek başlayan sohbetimiz, her birimizin yaşadığı başka kayıpların öyküleri, çıkarımlarımız, yeni sorular, cevaplar, öykülerle aktı. Daldığımız derinliklerde hepimiz kardeştik, birbirimize sakınmasız, dolayımsız seslenenler, dokunanlardık. 

Neydi kendi ölümünü seçememek ya da tam tersi, seçmek istemek? Neydi, iyileştirici emeği sadece bazı hastalara vermeye karar verebilip de, diğerlerini ölüme terkedebilmek? Neydi, derin mi derin kazılan, çimentoyla kaplanan mezarlarda, birilerinin yalnız, devlet eliyle gömülmesine karar vermek? Her birimiz, geçtiğimiz iki yıl boyunca, değişik coğrafyalarda, birbirine benzer, birbirinden farklı, nelere tanık olmuş ya da bizzat yaşamıştık? Neler düşünmüştük? Masa, yükselen, alçalan bir beden gibi soluk aldı verdi saatlerce. Katılımcımızın, gözlerinde parlayan ilk ışıkları, ilk gülümsemesini görene kadar, herkes aynı kara, ağır pelerinin içinde birbirine fısıldayandı. Sonra, güldük, yine gözlerimiz yaşlandı ardından, sonra kahkaha attık, çıkıp birer sigara içenler, uyuşan ayaklarını gerenler, masanın çevresinde dönüp yeniden oturanlar, tokuşturulan kadehler...

Açıkçası, tek katılımcıyla bu kadar derin, ağır, yoğun akan bir akşam yemeği, çok daha fazla katılımcıyla nasıl akardı, akabilir miydi, ne kadar sürerdi, sürebilir miydi, bilmiyorum.

Ben dahil -ki herkesin gözünde en zor buna karar verebilecek olan bendim, o yüzden dönüp dönüp soruyorlardı- herkes gecemizden yana, doygundu. Katılımcımız bana, herkese, ben ona, herkese teşekkür ettim. Masadan kalkan her Sphinx üyesi, gönüllüsü, bana yaklaşıp güzel bir şeyler söyledi, daha çok kendilerindeki değişime ve oldukları yerden gördüklerinin ne olduğuna dair.

Masayı toparladık. Son dağınıklığını toparlamadan, üzerindeki üç beş şeyle birlikte, olduğu gibi, kurulduğu yerde kalmasına karar verdiler, ben de elimde kalan son çağrıları üzerine koydum, sergiye dahil oldu.

...

Altı yıl önce, tam da 1922 yılında Anadolu'dan göçmek zorunda kalanların barındığı ilk yapının önüne kurmuştum projektörü, perdeyi, süreci anlatan fotograf sergisini ve “Sazak'ın dikenleri”ni seyretmeye çağırmıştım, o günden sonra kentte kalan, koca bir mahalleyi oluşturan o göçmenlerin torunlarını. Tam da o zorunlu göçün, ardından Mübadele'nin anıldığı günlerdi meydanlarda. Gelmemişlerdi. En az ben kadar üzgün, videoyu birlikte izlediğimiz Sphinx üyeleri, “üzülmek istemediklerini söylediler. Gülmek, eğlenmek istiyorlar,” demişti Thiva'nın bu en eski göçmenleri için. Bir yandan çok anlaşılır, çok öğreticiydi, yüzleşmeyi dert edinenler için bu sözler.

Aynı yıl, "Angela Merkel'in 2010 yılının Ekim ayında sarfettiği ve Avrupa'da yeni bir çağı başlattığını düşündüğüm cümlelere 5 yılın ardından vermeyi düşündüğüm bir cevap" diye tanımladığım toplu performansıma da katılmamıştı bu kentin halkı.

Artık tanışıyorduk.

Öncekiler değil ama bu çağrıma cevapsızlıkları, sanırım ilk kez, onları düşündürecek. Bu kadarını ummaya hakkım var. Ne kızgınım, ne küskün Thiva halkına. Sözünde durmayan Tahir'e bile... Çağrımız her şeye rağmen cevapsız kalmadı. Ben-biz, yapamadan edemeyenler, çağıramadan duramayanlardık. Azdık, ama galiba epey de çoktuk. Thiva'nın her kaybını, Eleni'nin babasıyla birlikte masamıza konuk etmeye hep hazırdık. Kim bilir, belki ettik de.

Benzer sofraları umarım Thiva'lılar kurmayı ihmal etmez. Umarım, yerkürenin her kentinde, benzer sofralar kurulur. Gereken bu, ben-bizce.

Önümüze kurulan her tuzağı yine görür ve aşarsak, hâlâ yaşıyorsak, yine buluşmak üzere.

Geçtiğimiz haftanın her dakikasında, Türkiye'de, İsveç'te, dünyanın değişik ülkelerinde, benle olan, zaman zaman istemeden kaygılandırdığım, desteğini esirgemeyen herkese, Yunanistan'da Angelos Marinis, Danai Papoutsi, Areti Petropoulou, adını bilmediğim, hakkında yazdığım eczacı, pastaneci ve kırtasiyeci o üç Thiva'lı kadına teşekkürlerim,

Sphinx üyeleri ve eski-yeni gönüllüleri, Konstantinos Angelou (Κωνσταντίνος Αγγέλου), Stella Douka (Στέλλα Δούκα), Kleopatra Baka (Κλεοπάτρα Μπάκα)Pepi Papadimitriou (Πέπη Παπαδημητρίου)Zografia Christou (Ζωγραφιά Χρήστου), Eugenia Vulgari (Ευγενία Βούλγαρη)Epaminondas Karatsolis (Επαμεινώνδας Καρατσώλης), Efstathia Kouli (Ευσταθία Κούλη), Maria Karahaliou (Μαρία Καραχάλιου), Lefteris Ayfadis (Λευτέρης Αϋφαντής), Ioanna Kalogeropoulou (Ιωάννα Καλογεροπούλου), Ioanna Manopoulou (Ιωάννα Μανοπούλου), Arietta Karanasiou (Αριέττα Καρανάσιου) ve Sofia Sotirchou'ya  (Σοφία Σωτήρχου) kucak dolusu teşekkürlerim,

Cesareti, açıkyürekliliğiyle çağrıma cevap veren ve öyküsünü bizle paylaşan tek Thiva'lı Eleni Baka (Ελένη Μπάκα) ve 

her zaman ilham perim, yol arkadaşım, aşkım Leyla'ya, şükranlarımla.

Dipnot: Benzer bir masayı İsveç'te kendi yöremin sanat merkezinde de kurmak istedim, yukardaki çağrıyı yeniden kaleme aldım, buralara özgü nedenleri sıralayarak. Tensta Konsthall (Tensta Sanat Merkezi) hepimizin yaşam ya da üretim alanı olan Järva Fältet'teki (Järva Çayırı) sanatçılara sürpriz bir açık çağrı yayınlamıştı geçen ay.
Pandemi sırasında, Folkhälsomyndigheten'in (İsveç Halk Sağlığı Kurumu) Covid-19'a karşı, daha sonra yanlış olduğunu kabul ettiği politikası, bu ülkenin karanlık tarihinin unutulmaz“ättestupa” kavramını doğru bir metafor olarak yeniden karşımıza çıkarmıştı. Bu politika, özellikle huzurevlerinde binlerce yaşlının ölümüne neden oldu. En fazla ölümün olduğu bölgenin de "Järva ve Stockholm'ün kuzey bölgesi" olduğu ortaya çıkmıştı.
İsveç'te son sergilenen işim olan ve “ättestupa” kavramının savunulduğu gibi, bir söylence değil, gerçek olduğunu belgeleyen düzenlemem “Listan”ı (Liste), yenilenmiş haliyle sanat merkezinin duvarına döşeyip, adalet savaşını sürdürmek, aynı zamanda saygıyla, eşitçe gömülebilme hakkını savunmak için yemek masamızı, bu kez, onun önüne kurmaktı hedefim. Eklemiştim başvurumda: “Bu sanat etkinliği, sanatçının Ekim ayında "Sfenks 2021 Saklı Bienali" kapsamında Yunanistan'ın Thiva kentinde (Thebes) düzenleyeceği benzer türden bir yemek masasıyla başlayan yaratım zincirinin ikinci halkası olacak.”
Seçici kurul tarafından kabul edilmedi.

No comments: