Bugün bir başka blogg yazarını konuk etmek istiyorum Open Flux'a. Benbukalemun'u:
Gerçekler Bilinsin Yeter
İsveç'te yaşayan video sanatçısı Hakan Akçura, Abdülkadir Aygan'ın yaşamını konu alan bir belgesel çekmiş. Üç buçuk saatlik belgeseli Hakan Akçura'nın blogundan izleyebilirsiniz.
Belgesel izlediğiniz herşeyden daha gerçek. Abdülkadir Aygan röportaj şeklinde gerçekleşen belgeselde hayatını 3 dönemde anlatıyor. PKK militanı, PKK itirafçısı - JİTEM elemanı ve İsveç gizli polisinin korumasında ailesi ile yaşayan Abdülkadir Aygan.
Anlatılanlar, biliyoruz diyemeyeceğimiz fakat korkunç oldukları kadar da inanılası şeyler. Basite indirgersek, Türkiye'deki gerilla - kontgerilla çatışmasının iki tarafında yer alan bir insanın günlüğü. Türkiye hakkındaki bu çarpıcı gerçekleri görmek ilginç olabilir. Bence hepimizin bilmesi gerekiyor.
Bilmemiz gereken başka birşey de dünyanın bu ve benzer şekillerde birbirini öldürdüğüdür. Kavganın amaçsızlığı ve anlamsızlığı ne kadar ayan beyan meydanda ise de, ceset yığınlarının arkasında görünmez hale geliyor. Lütfen izlerken "Türkiye'nin sorunları" penceresinden bakmayın. "Tüm insanlığın silahlanıp birbirini katletmesi çılgınlığı" penceresinden bakın.
Ben konunun başka bir tarafına girmek istiyorum. Abdülkadir Aygan tüm açıklığıyla, isimler ve tarihler ile olayları anlatıyor. Belgelenebilecek, çok dürüst itiraftlarda bulunuyor. İsimler öldürdüğü insanlara ait, onlarca can aldığından bahsediyor. Hikayesinin hiçbir yerinde, "haklılığından" bahsetmiyor." Ağlanıp, sızlanmıyor. Pişmanlık, utanç veya üzüntü duyduğunu ne söylüyor ne de hissediyorsunuz. Hatta Aygan tüm hikayesini duraksamadan ve hiçbir duygusal yoğunluk yaşamadan anlatıyor. Hikayenin genelinde taraf tutmasa da, konuşurken hangi tarafa "biz" hangi tarafa "onlar" diyeceğini şaşırdığı yerler çok ilginç. İtirafları, korunmak, öç almak, para kazanmak veya bir çeşit ün kazanmak için yaptığını sanmıyorum.
İtiraflarının nedenini, hikayenin sonunda, "arınmak" olarak özetliyor ve "gerçekler bilinsin yeter" diyor. Burayı kafamda kurcaladım. Gerçek iç dünyasını bilemem ama Aygan'ın hissettikleri ile ilgili bir tahminde bulunmaya çalışabilirim.
Bir katilin itiraf ederek arınmak istemesi için arınarak ulaşmak istediği temizlik halini bilmesi gerekir. Bu hikayenin en ilginç yanı da bu. Aygan sadece öldürerek ve savaşarak yaşamış, bunu bir yaşam şekline dönüştürmüş. Öldürmek istemediği zaman geldiğinde de, örgüt izin vermemiş ve "öldürmezsen, ölürsün" demiş. Tek saklanacağı yer olan "düşman"a sığınmış ve onlardan da "öldür" emrini almış. 22 sene bu şekilde yaşadıktan sonra ve cephenin her iki tarafında da insan öldürmüş birinin arınması veya arınmak istemesi bana imkansız geliyor. Çünkü, en azından bir tarafın sosyal coğrafyasının bu kişiye sempati duyması gerekir ki, toplumun "temiz" diye adlandırdığı yaşama kabul edilebilsin. Bu sempatiyi kazanamayacağı kesin.
Aygan cinayetlerini kişisel zevki için işlemiyor, ya vatan millet adına, daha iyi yarınlar için, yani "temiz" amaçlarla. Ya da kötülerden korunmak için işliyor. Ancak ne yaparsa yapsın hiç "temiz" tarafta yer alamıyor. Bu noktada insanın aklı karışır. Kötünün tersinin iyi olması gerektiği önermesi yıkılıyor.
Aklıma gelen soru şu; tarihin klasik iyi-kötü dualitesinde iyi tarafa geçmeyi başaramayan birisi acaba "iyiliğin" varlığından süphe eder mi?
Aygan'ın tüm biz iyilere, "duygusuz" gelen itiraflarının bu tonda olmasının nedeni, acaba, toplumun çoğunluğunun algıladığı iyi-kötü kavramları ile Aygan'ın yaşam tarzı nedeni ile ulaşabildiği iyi-kötü kavramlarının algılanması arasındaki fark mı? Hiç öldürmedim dolayısı ile öldürmenin haklı olabileceğini de duyumsamadım. Bu deneyimi yaşamadan Aygan'ın nasıl ve neden "duygusuz" olduğunu bilebilir miyim. Veya yargılayabilir miyim?
Toplumların en büyük kavgaları, zaten hiç deneyimlemediğimiz için anlamamızın teknik olarak imkansız olduğu fikirleri; doğal olarak anlayamayışımızdan çıkmış.
Özellikle dinler ve milletler arasındaki kavgalar bu tek taraflı bakış açısı ile körüklenmiş. Müslümanlığı hiç bilmeyen hristiyanlara, müslümanları öldürmek anlamlı gelmiş. Zenginler ve fakirler, medeniler ve barbarlar, siyahlar ve beyazlar, kadınlar ve erkekler, normaller ve anormaller. Herkes kendi gerçekliğinden yola çıkmış ve nefret etmekte haklı olduğuna karar vermiş. Öldürmek de görev olmuş.
Abdülkadir Aygan şimdi herkese hikayesini anlatıyor. Bence, ne özür dilemek için ne de arınmak için. Bunların ne demek olduğunu zaten bilmiyor. Öldürürken kirlendiğini düşünmedi ki şimdi arınsın. Bence iyi miyim kötü müyüm sorusunun cevabını bilmiyor ve toplumun bu taraflardan birini seçmek için getirdiği zorunluluğa boyun eğiyor. Şimdi cevabı arıyor! Bunun için seçtiği yol ise kendini anlatmak. En duygusuz, en çıplak, en gerçek hali ile yaptıklarını herkese anlatmak. Ne kadar çok kişi duyar ve bilirse örneklem büyüyecek ve alacağı cevabın güvenilirliği artacak. Bu yüzden bir kitap yazmış, röportajlar vermiş ve şimdi de herşeyi bir filme anlatmış.
Bu belgesel sinema adına, bir şaheser veya siyasi arenayı sarsacak bir belge olmayacak. Sadece hayatı anlamak için dürüstlüğün kılavuzluğuna ne kadar ihtiyacımız olduğunu hatırlatacak.
11 Şubat 2009 Çarşamba
No comments:
Post a Comment