29.10.07
23.10.07
Habertürk H2: İsveç'te ırkçılık karşıtı bir türk
Haber portalı Habertürk H2, "Ben, sahibimin köpeği" sergisi ve benim bu sergide yeralan işime dair benimle yaptığı söyleşiyi yayınladı.
Turkiska nyhetsportalen Haberturk H2 har publicerat en intervju med mig om "Jag, min husses hund" unstälningen och mitt konstverk.
İSVEÇ'DE IRKÇILIK KARŞITI BİR TÜRK
İsveç'te yaşayan güncel sanatçımız Hakan Akçura Avrupa tarzı ırkçılığa eleştirel bir bakış atan "Ben, sahibimin köpeği" adlı sergiye katılıyor. Perşembe günü açılacak sergide Akçura İsveç özelinde Avrupa'da ırkçılığın artık müslümanlar ve diğerleri olarak alt kategorilere ayrıldığını belirtirken sergide "Günaydın" adlı eseriyle yeralıyor.
Geçtiğimiz günlerde TC ve İsveç başbakanlarına yönelik ilginç bir çağrısını da yayınladığımız Hakan Akçura ile gerçekleştirdiğimiz bu online röportajda sanatçı, yeni sergisi ve Avrupa'da yükselen ırkçılık üzerine ilginç yaklaşımlar bulacaksınız.
Serginin adı neden “Ben, sahibimin köpeği”?
Sergi fikri, mekanın sahipleri, çok değer verdiğim sanatçılar olan ve biri sergiye de katılan Dror ve Gunilla Sköld Feiler çiftiyle, çok kısa sürede ama çok yoğun akan bir tartışmanın sonucunda ortaya çıktı. Biliyorsunuz, Lars Vilks isimli isveçli bir sanatçı, bir “meydan köpeği heykeli” önerisi olarak Muhammed’in suretini içeren bir çizim yaptı. Bu çizimi yolladığı sergi sergilemeyi reddetse de, yerel bir gazete yayınladı ve kıyamet koptu. El Kaide sanatçının başına ödül koydu, sanatçı koruma altına alındı ve İsveç’teki tüm basın yayın organları, olayı ve genel olarak “özgürlük” kavramını yoğun bir biçimde tartışmaya başladı.
Ne demek “meydan köpeği heykeli”?
İsveç’te son senelerde bir şehir sanatı olarak kimi meydanlara, değişik niteliklerde köpek heykelleri tasarlanıp uygulanıyor. Ama müslümanların mundar bulduğu “köpek kavramı” ile çizilmesi bir tabu olan peygamberlerinin, üstelik çirkin ve önyargılı bir suretini birleştiren bir tasarım, bu yaygın, hoş meydan heykelciliğine masum bir öneri daha eklemek demek değildi ve sözkonusu sanatçı bunu en başından beri çok iyi biliyordu.
Sergiye dönersek, başlığında yeralan “köpek” kelimesi bu gelişmelerle mi ilintili?
Hem hayır, hem evet… Şöyle ki, biz bu tartışmaları yeni bir zemine yükseltip, aslında bizce tartışılası olan şeyleri gündeme getirmek istiyorduk ve Dror’un elinde bir Orhan Pamuk metni vardı: “Benim adım kırmızı”dan köpeğin dillendiği bölüm. Bu bölüm, sergi boyunca bir duvarda akacak zaten.
Aynı günlerde İsveç’in en büyük günlük gazetesi Dagens Nyheter’de bir çokkültürlülük araştırması nedeniyle yazılan bir başyorumda şu kendi içinde çelişen iki cümle yayınlandı: “Göçmenlere karşı İsveçli yaklaşımı karşıtlıkları içerse de, temelde hoşgörü ve önyargısızlığa dayanıyor. Buna karşılık müslümanlara karşı varolan potansiyel düşmanlığın boyutu ise kaygı verici.” Hangi hoşgörü ve hangi önyargısızlığı tartışacağız? Artık, göçmenler ve göçmen Müslümanlar diye ayrı iki kategoriden mi sözedeceğiz? Varolan önyargılar ne? Ezberler bozulabilir mi? Tartıştık…
Sonuçta ortaya çıkan sergi, tanıtım metnimizden alacağım cümlelerle, “abartılı kibrimize ve doğudan da batıdan da gelsek, yahudi ya da arap, isveçli ya da göçmen de olsak sahip olmadığımızı sandığımız kendi önyargılarımıza da meydan okuyor.”
Sergimiz şu soruların sorulmasına vesile olmayı umuyor: “Güncel sanat keyif vermenin, bazılarının mal ve statüsünü yükseltmenin ve/veya bir sürüleri için de boş bir provokatif jest olmanın ötesine geçebilir mi? Sanat, çok sayıda insanın haberdar olduğu kamuya açık tartışmalarda da gerçek bir rol oynayabilir mi?”
Nasıl bir işle katılıyorsunuz sergiye?
1.5 saate yakın süren uzun bir videoperformansla… Adı isveççe “Godmorgon”, yani “Günaydın”. Sabit kamerayla, günlük bedava bir gazeteyi, herkese “Günaydın” diyerek dağıtırken beni belgeleyen bir çekim.
Nasıl ortaya çıktığına ve ne içerdiğine gelince, aslında sayfalarınızda yer vereceğinizi söylediğiniz ve videoperformansın ilk 8 dakikalık “Epilog” bölümünde, siz beni sözettiğim gazete dağıtımına çıkmadan önce, evimin mutfağında ilk sigaramı içerken yapıyorum bu açıklamaları.
Peki bize biraz sizi bu sergiye taşıyan süreçten bahseder misiniz?
Uzundur iş arayan ama bulamayan bir göçmenim İsveç’te. Yüzlerce işe başvurdum. Sanat yönetmeni, grafik tasarımcı, sayfa tasarımcısı, medya teknikeri olarak… 20 yılı aşkın bir iş kariyerim var bu alanlarda. Ama göçmenim. İş bulmak bir yana, görüşmeye bile çağrılmadım. O zaman genellikle göçmenlerin yaptığı, beden emeği yoğun, parası az olan işlere de başvurmaya başladım.
Sonunda buldum ve yaz aylarında gazete dağıttım bir ay, metro, banliyö istasyonu kapılarının önlerinde.
Sabah beşte kalkıp yola düşmem gerekiyordu bir güneyine, bir kuzeyine doğru Stockholm’un…
Gazete dağıtırken bizlere söylememiz gerektiği söylenen iki cümle vardı. İsveç’te biraz daha sık ve geniş bir kullanımı olan bir tür “buyrun” ya da “bugünün şu ya da bu isimli gazetesi”. Daha ilk gün, bu kadar pasif bir seslenişle değil de, onların çok şaşırdıkları basit bir kelimeyle dağıtmaya karar verdim gazeteleri: “Günaydın”.
Gördüm ki, orta sınıf hiçbir isveçli, hatta isveçlileşen göçmen, sabahın köründe, onlardan hiçbir şey talep etmeyen, hatta isterlerse üzerine bir gazeteyi bedava verecek olan, gözlerinin dibine gülerek bakan, orta yaşı geçmiş, göçmen mi, değil mi anlaşılmayan, ama belli ki göçmen işi yapan bir adama hazırlıklı ve donanımlı değildi. Çoğu seviniyor, renk değiştiriyor, cevap veriyor ve gazeteyi ister istemez alıyor, ardından neden yaptığını pek anlayamayarak beni, yani arkadan gelene de aynı sıcaklıkla “günaydın” dediğim halimi izleyerek metroya giriyordu.
Hasbelkader aynı yerde ikinci kez yine benim gazete dağıttığımı görürse, ertesi ya da bir sonraki gün, sıraya giriyor, donanımlı “günaydın”ı ile karşılıyordu beni. Ödülünü elimden alıp gidiyordu. Gelen, bir önceki gün, olanca sevimsizliği ile yüzüme bile bakmaz, gazeteyi almaz, yanımdan geçerken, ona ve arkasından gelenlere yönelik “günaydın”ımı fark edip, garipseyerek geçen bir başkasıysa, bu kez beni izleyerek ama daha yavaş yaklaşıyordu kapıya.
O başkalarını genellikle hatırlıyordum. Bakıyor, gülümsüyor ama “saygım bir yana, gazete almayacağını biliyorum” dediğim bir beden diliyle diğerlerine dönüyordum elimdeki gazeteyi uzatmak ve “günaydın” demek için.
Bu tanınma, hiç bekledikleri bir şey değildi. Bir diğerinden ayrılabilecekleri, fark edilebilecek bir özellikleri mi vardı! O fark neydi? Bir önceki günün sevimsiz suratı mı? Bir göçmen mahallesinde kaldığını unutturmaya çalıştığı, herkesi küçümser, hırslı ve korkak sulu mavi gözleri, kaldırdığı soluk çenesi, beyaz yeşil ince yatay çizgili ütüsüz gömleği üzerine çektiği siyah ceketi ve elindeki çantası mı? Tayyörünün altından aşağı iki kalın salam gibi uzanan tutuk ve doyumsuz bacaklarıyla ikide bir sol kenarı hafif titreyen dudaklarını ve balık donukluğundaki gözlerini indirip de düzelttiği “yaz geldi dekoltesi” mi?
Aralarından bazıları hafif utanarak, bu kez “talep ediyordu” gazeteyi. “Sevindiğimi anladıkları” bir beden diliyle ve bu kez “günaydın”ımla uzatıyordum. Ödülleri gibi alıyorlardı.
Dağıttığım gazete sayısı şaşkınlık vermeye başladı işverenlerime. Değişik değişik yerlere yollamaya başladılar beni. Genellikle sıkıcı bulunan otoban altı metro girişleri, uzak banliyölerin tren istasyonları… Yolcuların tek bir yönden akarak geldikleri ya da iki, giderek üç yönüne birden hakim olmak zorunda kalacağın kapılar. Merdivenden aşağıya inenlere, yukarı çıkanlara, merdivene inmek ya da çıkmak üzere yaklaşanlara dağıtmak zorunda kaldıklarıma. Yanım sıra başka gazeteleri dağıtanların olduğu ya da kuruyan boğazımı termosumdan içtiğim su ile sık sık ıslatmak zorunda kaldığım üç saatlik keyifli yalnızlıklarımın kapılarına.
Gazete dağıtırken metro kapılarının önlerinde, her gülümsemenin ve her “günaydın”ın ardından, belki de binlerce insana, hangi tende, yaşta, hal ve edada olurlarsa olsunlar usanmadan -nedense- tek tek, iyice bakmak istememden dolayı, yorgun düşüp uyuyorum öğlen suları. Tuhaf düşler görüyorum haliyle.”
Üç hafta boyunca aynı yerde, Stockholm’un uzak bir banliyösü olan ve adı Türkçeye Yakup’un dağı olarak çevrilebilecek Jakobsberg’de dağıttım gazete. Sonra bu videoyu yapmaya karar verdim: Üç haftanın ve bu yazlık geçici işim bittiği gün, gazete dağıtan kendimi ve yolcuları, yani müşterilerimi sabit kamerayla belgeledim. Yüzlerce “günaydın”ımla…
Eminim birçoğu için o gün kendisine söylenmiş tek “günaydın”la…
Yarın da, yani Perşembe açılacak sergimin iki gün öncesinde aynı yere gidip, aynı yolculardan bu kez seçtiğim kimilerine bu kez açılış davetiyemi dağıtacağım.
Bu kez de sizi videoya çekecek biri var mı?
Dror Feiler şaka yollu önermişti ama istemedim. Bu kez yapmak istediğim belgelenmesini isteyeceğim bir performans değil, samimi, yüzyüze bir davet diyaloğu.
İşsizliğiniz sürüyor mu?
Evet. Yaşamın her alanındaki ayrımcılıkla birlikte o da sürüyor. Daha önce yaptığım “İsveç Göçmen Bürosu’na Açık Mektup” ardından şu sıralar Bienal’in “Gecegezenler”i içinde de gösterilen Bush’u hedefleyen “Mr. President let me challenge you to face his (1-2)” isimli videolarım yüzünden ne kadar sakıncalıyım aslında bilmiyorum.
Ama artık daha öfkeli ve hak arayan bir işsizim. Geçen ay, onca geçmişime, kilolarca belgeye karşın beni sanatçı, hatta kültür insanı saymayan İsveç İş Bulma Kurumu’nun Kültür Bölümü’nü, “etnik ayrımcılık” yaptığı suçlamasıyla “Etnik Ayrımcılığa karşı Ombusman” isimli saygın ve etkin bir devlet kurumuna ihbar ettim. Yakında duruşmalar başlayacak.
Ne sonuç çıkabilir duruşmalardan?
Haklı bulunursam, kurumu teşhir edip, yapısında köklü değişimler yapmaya kadar olası sonuçlar var. Benim için önemli olan, birçok yeni göçmen sanatçının benim maruz kaldığım ayrımcılığa uğramamasını sağlamak…
Mart ayında başlattığınız ve ırkçılığa karşı konumlanmış bir sanat etkinliği diye tanımladığınız “Nefret tünelinde Aşk” çağrısına umduğunuz karşılığı alıp almadığınızı merak ediyoruz.
Ne yazık ki henüz umduğum karşılığı almadım. Çok destek veren ve katılmak isteyen olsa da, bana yollanan video sayısı henüz çok az.
Aslında, ülkenin tatsız bir ateş çemberine düştüğü ve boylu boyunca bir “nefret tüneli” haline gelmeye başladığı, şu günlerde, o çağrımın ve hedeflediği serginin önemi daha da artıyor.
Umarız aradığınız katılımı sağlayabilirsiniz. Şimdiden kolay gelsin diyor, çalışmalarınızda başarılar diliyoruz.
H2/necati yıldırım
Turkiska nyhetsportalen Haberturk H2 har publicerat en intervju med mig om "Jag, min husses hund" unstälningen och mitt konstverk.
İSVEÇ'DE IRKÇILIK KARŞITI BİR TÜRK
İsveç'te yaşayan güncel sanatçımız Hakan Akçura Avrupa tarzı ırkçılığa eleştirel bir bakış atan "Ben, sahibimin köpeği" adlı sergiye katılıyor. Perşembe günü açılacak sergide Akçura İsveç özelinde Avrupa'da ırkçılığın artık müslümanlar ve diğerleri olarak alt kategorilere ayrıldığını belirtirken sergide "Günaydın" adlı eseriyle yeralıyor.
Geçtiğimiz günlerde TC ve İsveç başbakanlarına yönelik ilginç bir çağrısını da yayınladığımız Hakan Akçura ile gerçekleştirdiğimiz bu online röportajda sanatçı, yeni sergisi ve Avrupa'da yükselen ırkçılık üzerine ilginç yaklaşımlar bulacaksınız.
Serginin adı neden “Ben, sahibimin köpeği”?
Sergi fikri, mekanın sahipleri, çok değer verdiğim sanatçılar olan ve biri sergiye de katılan Dror ve Gunilla Sköld Feiler çiftiyle, çok kısa sürede ama çok yoğun akan bir tartışmanın sonucunda ortaya çıktı. Biliyorsunuz, Lars Vilks isimli isveçli bir sanatçı, bir “meydan köpeği heykeli” önerisi olarak Muhammed’in suretini içeren bir çizim yaptı. Bu çizimi yolladığı sergi sergilemeyi reddetse de, yerel bir gazete yayınladı ve kıyamet koptu. El Kaide sanatçının başına ödül koydu, sanatçı koruma altına alındı ve İsveç’teki tüm basın yayın organları, olayı ve genel olarak “özgürlük” kavramını yoğun bir biçimde tartışmaya başladı.
Ne demek “meydan köpeği heykeli”?
İsveç’te son senelerde bir şehir sanatı olarak kimi meydanlara, değişik niteliklerde köpek heykelleri tasarlanıp uygulanıyor. Ama müslümanların mundar bulduğu “köpek kavramı” ile çizilmesi bir tabu olan peygamberlerinin, üstelik çirkin ve önyargılı bir suretini birleştiren bir tasarım, bu yaygın, hoş meydan heykelciliğine masum bir öneri daha eklemek demek değildi ve sözkonusu sanatçı bunu en başından beri çok iyi biliyordu.
Sergiye dönersek, başlığında yeralan “köpek” kelimesi bu gelişmelerle mi ilintili?
Hem hayır, hem evet… Şöyle ki, biz bu tartışmaları yeni bir zemine yükseltip, aslında bizce tartışılası olan şeyleri gündeme getirmek istiyorduk ve Dror’un elinde bir Orhan Pamuk metni vardı: “Benim adım kırmızı”dan köpeğin dillendiği bölüm. Bu bölüm, sergi boyunca bir duvarda akacak zaten.
Aynı günlerde İsveç’in en büyük günlük gazetesi Dagens Nyheter’de bir çokkültürlülük araştırması nedeniyle yazılan bir başyorumda şu kendi içinde çelişen iki cümle yayınlandı: “Göçmenlere karşı İsveçli yaklaşımı karşıtlıkları içerse de, temelde hoşgörü ve önyargısızlığa dayanıyor. Buna karşılık müslümanlara karşı varolan potansiyel düşmanlığın boyutu ise kaygı verici.” Hangi hoşgörü ve hangi önyargısızlığı tartışacağız? Artık, göçmenler ve göçmen Müslümanlar diye ayrı iki kategoriden mi sözedeceğiz? Varolan önyargılar ne? Ezberler bozulabilir mi? Tartıştık…
Sonuçta ortaya çıkan sergi, tanıtım metnimizden alacağım cümlelerle, “abartılı kibrimize ve doğudan da batıdan da gelsek, yahudi ya da arap, isveçli ya da göçmen de olsak sahip olmadığımızı sandığımız kendi önyargılarımıza da meydan okuyor.”
Sergimiz şu soruların sorulmasına vesile olmayı umuyor: “Güncel sanat keyif vermenin, bazılarının mal ve statüsünü yükseltmenin ve/veya bir sürüleri için de boş bir provokatif jest olmanın ötesine geçebilir mi? Sanat, çok sayıda insanın haberdar olduğu kamuya açık tartışmalarda da gerçek bir rol oynayabilir mi?”
Nasıl bir işle katılıyorsunuz sergiye?
1.5 saate yakın süren uzun bir videoperformansla… Adı isveççe “Godmorgon”, yani “Günaydın”. Sabit kamerayla, günlük bedava bir gazeteyi, herkese “Günaydın” diyerek dağıtırken beni belgeleyen bir çekim.
Nasıl ortaya çıktığına ve ne içerdiğine gelince, aslında sayfalarınızda yer vereceğinizi söylediğiniz ve videoperformansın ilk 8 dakikalık “Epilog” bölümünde, siz beni sözettiğim gazete dağıtımına çıkmadan önce, evimin mutfağında ilk sigaramı içerken yapıyorum bu açıklamaları.
Peki bize biraz sizi bu sergiye taşıyan süreçten bahseder misiniz?
Uzundur iş arayan ama bulamayan bir göçmenim İsveç’te. Yüzlerce işe başvurdum. Sanat yönetmeni, grafik tasarımcı, sayfa tasarımcısı, medya teknikeri olarak… 20 yılı aşkın bir iş kariyerim var bu alanlarda. Ama göçmenim. İş bulmak bir yana, görüşmeye bile çağrılmadım. O zaman genellikle göçmenlerin yaptığı, beden emeği yoğun, parası az olan işlere de başvurmaya başladım.
Sonunda buldum ve yaz aylarında gazete dağıttım bir ay, metro, banliyö istasyonu kapılarının önlerinde.
Sabah beşte kalkıp yola düşmem gerekiyordu bir güneyine, bir kuzeyine doğru Stockholm’un…
Gazete dağıtırken bizlere söylememiz gerektiği söylenen iki cümle vardı. İsveç’te biraz daha sık ve geniş bir kullanımı olan bir tür “buyrun” ya da “bugünün şu ya da bu isimli gazetesi”. Daha ilk gün, bu kadar pasif bir seslenişle değil de, onların çok şaşırdıkları basit bir kelimeyle dağıtmaya karar verdim gazeteleri: “Günaydın”.
Gördüm ki, orta sınıf hiçbir isveçli, hatta isveçlileşen göçmen, sabahın köründe, onlardan hiçbir şey talep etmeyen, hatta isterlerse üzerine bir gazeteyi bedava verecek olan, gözlerinin dibine gülerek bakan, orta yaşı geçmiş, göçmen mi, değil mi anlaşılmayan, ama belli ki göçmen işi yapan bir adama hazırlıklı ve donanımlı değildi. Çoğu seviniyor, renk değiştiriyor, cevap veriyor ve gazeteyi ister istemez alıyor, ardından neden yaptığını pek anlayamayarak beni, yani arkadan gelene de aynı sıcaklıkla “günaydın” dediğim halimi izleyerek metroya giriyordu.
Hasbelkader aynı yerde ikinci kez yine benim gazete dağıttığımı görürse, ertesi ya da bir sonraki gün, sıraya giriyor, donanımlı “günaydın”ı ile karşılıyordu beni. Ödülünü elimden alıp gidiyordu. Gelen, bir önceki gün, olanca sevimsizliği ile yüzüme bile bakmaz, gazeteyi almaz, yanımdan geçerken, ona ve arkasından gelenlere yönelik “günaydın”ımı fark edip, garipseyerek geçen bir başkasıysa, bu kez beni izleyerek ama daha yavaş yaklaşıyordu kapıya.
O başkalarını genellikle hatırlıyordum. Bakıyor, gülümsüyor ama “saygım bir yana, gazete almayacağını biliyorum” dediğim bir beden diliyle diğerlerine dönüyordum elimdeki gazeteyi uzatmak ve “günaydın” demek için.
Bu tanınma, hiç bekledikleri bir şey değildi. Bir diğerinden ayrılabilecekleri, fark edilebilecek bir özellikleri mi vardı! O fark neydi? Bir önceki günün sevimsiz suratı mı? Bir göçmen mahallesinde kaldığını unutturmaya çalıştığı, herkesi küçümser, hırslı ve korkak sulu mavi gözleri, kaldırdığı soluk çenesi, beyaz yeşil ince yatay çizgili ütüsüz gömleği üzerine çektiği siyah ceketi ve elindeki çantası mı? Tayyörünün altından aşağı iki kalın salam gibi uzanan tutuk ve doyumsuz bacaklarıyla ikide bir sol kenarı hafif titreyen dudaklarını ve balık donukluğundaki gözlerini indirip de düzelttiği “yaz geldi dekoltesi” mi?
Aralarından bazıları hafif utanarak, bu kez “talep ediyordu” gazeteyi. “Sevindiğimi anladıkları” bir beden diliyle ve bu kez “günaydın”ımla uzatıyordum. Ödülleri gibi alıyorlardı.
Dağıttığım gazete sayısı şaşkınlık vermeye başladı işverenlerime. Değişik değişik yerlere yollamaya başladılar beni. Genellikle sıkıcı bulunan otoban altı metro girişleri, uzak banliyölerin tren istasyonları… Yolcuların tek bir yönden akarak geldikleri ya da iki, giderek üç yönüne birden hakim olmak zorunda kalacağın kapılar. Merdivenden aşağıya inenlere, yukarı çıkanlara, merdivene inmek ya da çıkmak üzere yaklaşanlara dağıtmak zorunda kaldıklarıma. Yanım sıra başka gazeteleri dağıtanların olduğu ya da kuruyan boğazımı termosumdan içtiğim su ile sık sık ıslatmak zorunda kaldığım üç saatlik keyifli yalnızlıklarımın kapılarına.
Gazete dağıtırken metro kapılarının önlerinde, her gülümsemenin ve her “günaydın”ın ardından, belki de binlerce insana, hangi tende, yaşta, hal ve edada olurlarsa olsunlar usanmadan -nedense- tek tek, iyice bakmak istememden dolayı, yorgun düşüp uyuyorum öğlen suları. Tuhaf düşler görüyorum haliyle.”
Üç hafta boyunca aynı yerde, Stockholm’un uzak bir banliyösü olan ve adı Türkçeye Yakup’un dağı olarak çevrilebilecek Jakobsberg’de dağıttım gazete. Sonra bu videoyu yapmaya karar verdim: Üç haftanın ve bu yazlık geçici işim bittiği gün, gazete dağıtan kendimi ve yolcuları, yani müşterilerimi sabit kamerayla belgeledim. Yüzlerce “günaydın”ımla…
Eminim birçoğu için o gün kendisine söylenmiş tek “günaydın”la…
Yarın da, yani Perşembe açılacak sergimin iki gün öncesinde aynı yere gidip, aynı yolculardan bu kez seçtiğim kimilerine bu kez açılış davetiyemi dağıtacağım.
Bu kez de sizi videoya çekecek biri var mı?
Dror Feiler şaka yollu önermişti ama istemedim. Bu kez yapmak istediğim belgelenmesini isteyeceğim bir performans değil, samimi, yüzyüze bir davet diyaloğu.
İşsizliğiniz sürüyor mu?
Evet. Yaşamın her alanındaki ayrımcılıkla birlikte o da sürüyor. Daha önce yaptığım “İsveç Göçmen Bürosu’na Açık Mektup” ardından şu sıralar Bienal’in “Gecegezenler”i içinde de gösterilen Bush’u hedefleyen “Mr. President let me challenge you to face his (1-2)” isimli videolarım yüzünden ne kadar sakıncalıyım aslında bilmiyorum.
Ama artık daha öfkeli ve hak arayan bir işsizim. Geçen ay, onca geçmişime, kilolarca belgeye karşın beni sanatçı, hatta kültür insanı saymayan İsveç İş Bulma Kurumu’nun Kültür Bölümü’nü, “etnik ayrımcılık” yaptığı suçlamasıyla “Etnik Ayrımcılığa karşı Ombusman” isimli saygın ve etkin bir devlet kurumuna ihbar ettim. Yakında duruşmalar başlayacak.
Ne sonuç çıkabilir duruşmalardan?
Haklı bulunursam, kurumu teşhir edip, yapısında köklü değişimler yapmaya kadar olası sonuçlar var. Benim için önemli olan, birçok yeni göçmen sanatçının benim maruz kaldığım ayrımcılığa uğramamasını sağlamak…
Mart ayında başlattığınız ve ırkçılığa karşı konumlanmış bir sanat etkinliği diye tanımladığınız “Nefret tünelinde Aşk” çağrısına umduğunuz karşılığı alıp almadığınızı merak ediyoruz.
Ne yazık ki henüz umduğum karşılığı almadım. Çok destek veren ve katılmak isteyen olsa da, bana yollanan video sayısı henüz çok az.
Aslında, ülkenin tatsız bir ateş çemberine düştüğü ve boylu boyunca bir “nefret tüneli” haline gelmeye başladığı, şu günlerde, o çağrımın ve hedeflediği serginin önemi daha da artıyor.
Umarız aradığınız katılımı sağlayabilirsiniz. Şimdiden kolay gelsin diyor, çalışmalarınızda başarılar diliyoruz.
H2/necati yıldırım
Godmorgon (Günaydın)
87 dakika
Hakan Akçura, 2007, Stockholm
Epilog
8 dakika
İsveççe, türkçe altyazılı
22.10.07
"Jag, min husses hund" och "Godmorgon" Sverige!
Jag, min husses hund
Carl Mikael von Hausswolff,
Hakan Akçura,
Dmitri Plax,
ARK - Dariush M Doust,
Dror Feiler
TEGEN 2Projektplats, scen och utställningsyta
Vernissage torsdagen den 25 oktober, kl 17 – 20
Välkommen!
"Den svenska inställningen till invandrare är motsägelsefull men på det hela taget tolerant och fördomsfri. Däremot oroar en latent fientlighet mot muslimer."
(Huvudledarkommentar i DN 27 sept – 07 efter mångfaldsundersökningens rapport).
Kring en text av Orhan Pamuk ur romanen "Jag är en hund" kretsar utställningen "Jag, min husses hund".
Här kommer själva hunden till tals – "skällande" från historiens bakgårdar. I det symboliska mötet, ja själva brytningspunkten mellan väst ("oinskränkt" yttrandefrihet) och öst ("villkorad" yttrandefrihet).
I utställningen möter vi hunden och "hundlivet", i den muslimska resp västerländska världen beroende på VEM DU ÄR, VAD DU GÖR OCH VILKEN HUND DU ÄR. Med andra ord en utställning som vill utmana allas vår malliga självgodhet, och de fördomar vi inte anser oss besitta, oavsett om vi kommer från väst eller öst, är jude eller arab, svensk eller blatte.
TEGEN 2 har till skillnad från traditionella gallerier och konstscener den stora fördelen att kunna göra blixtsnabba nerslag i samtidsdiskussionen, och därmed både fördjupa och nyansera frågorna: kan samtidskonsten vara mer än njutning, vara och statushöjare för de få och/eller tom provokativ gest för de många. Kan/får konsten också spela en verklig roll i det fördjupande offentliga samtalet när den blir känd för de många?
Så låt oss tillämpa lite "derridastisk" strategi, (en tillämpning av Derridas tänkande) som specialiserade sig på att söka efter vad som inte står, vad som inte sägs och vad man väljer att glömma bort. Vilket ofta är mycket mer avslöjande!
Välkommen!
TEGEN 2
Öppet tord-sönd 12-17
utställningen pågår t.o.m 18 november
Bjurholmsg. 9b
T-bana Skanstull
08 - 6442717
070-2855777
070-7161923
Godmorgon
Godmorgon (Epilog)
Carl Mikael von Hausswolff,
Hakan Akçura,
Dmitri Plax,
ARK - Dariush M Doust,
Dror Feiler
TEGEN 2Projektplats, scen och utställningsyta
Vernissage torsdagen den 25 oktober, kl 17 – 20
Välkommen!
"Den svenska inställningen till invandrare är motsägelsefull men på det hela taget tolerant och fördomsfri. Däremot oroar en latent fientlighet mot muslimer."
(Huvudledarkommentar i DN 27 sept – 07 efter mångfaldsundersökningens rapport).
Kring en text av Orhan Pamuk ur romanen "Jag är en hund" kretsar utställningen "Jag, min husses hund".
Här kommer själva hunden till tals – "skällande" från historiens bakgårdar. I det symboliska mötet, ja själva brytningspunkten mellan väst ("oinskränkt" yttrandefrihet) och öst ("villkorad" yttrandefrihet).
I utställningen möter vi hunden och "hundlivet", i den muslimska resp västerländska världen beroende på VEM DU ÄR, VAD DU GÖR OCH VILKEN HUND DU ÄR. Med andra ord en utställning som vill utmana allas vår malliga självgodhet, och de fördomar vi inte anser oss besitta, oavsett om vi kommer från väst eller öst, är jude eller arab, svensk eller blatte.
TEGEN 2 har till skillnad från traditionella gallerier och konstscener den stora fördelen att kunna göra blixtsnabba nerslag i samtidsdiskussionen, och därmed både fördjupa och nyansera frågorna: kan samtidskonsten vara mer än njutning, vara och statushöjare för de få och/eller tom provokativ gest för de många. Kan/får konsten också spela en verklig roll i det fördjupande offentliga samtalet när den blir känd för de många?
Så låt oss tillämpa lite "derridastisk" strategi, (en tillämpning av Derridas tänkande) som specialiserade sig på att söka efter vad som inte står, vad som inte sägs och vad man väljer att glömma bort. Vilket ofta är mycket mer avslöjande!
Välkommen!
TEGEN 2
Öppet tord-sönd 12-17
utställningen pågår t.o.m 18 november
Bjurholmsg. 9b
T-bana Skanstull
08 - 6442717
070-2855777
070-7161923
Godmorgon
87 min.
Hakan Akçura, 2007, Stockholm
Godmorgon (Epilog)
8 min
Svenska
Hakan Akçura, 2007, Stockholm
Hakan Akçura, 2007, Stockholm
Labels:
invandrare,
migration,
performans,
sverige,
tidnings utdelare,
video
20.10.07
"Günaydın" İsveç!
Yeni tamamladığım 87 dakikalık, iki bölümlü video performansım "Godmorgon" (Günaydın) 25 Ekim'den 18 Kasım'a kadar, Stockholm'de, Tegen 2 "proje, sahneleme ve sergi mekanı"nda gösterilecek.
Videoperformansımı içeren ve "Ben, sahibimin köpeği" başlığını taşıyan karma sergiye, benim dışımda, Carl Mikael von Hausswolff, Dmitri Plax, ARK - Dariush M Doust ve Tegen 2'yi eşi sanatçı Gunilla Sköld Feiler'le birlikte vareden besteci, müzisyen ve görsel sanatçı Dror Feiler yeralıyor.
Aşağıda tanıtım metninin çevirisini okuyabileceğiniz sergi, Muhammed suretleri, meydan köpeği heykel tasarımları ve ölüm fetvalarıyla yeniden alevlenen güncel tartışmayı, seçilmiş, farklı bir zemine yükseltme çabası, önerisi ve dışavurumu. Metnin altında ise sergiye katılan videoperformansımın 8 dakikalık ilk bölümü "Epilog"un tamamını izleyebilir ve 79 dakikalık ana videonun görsellerini bulabilirsiniz.
Sergi metninin son cümlesiyle: Hoşgeleceksiniz! Ben, sahibimin köpeği
Göçmenlere karşı İsveçli yaklaşımı karşıtlıkları içerse de, temelde hoşgörü ve önyargısızlığa dayanıyor. Buna karşılık müslümanlara karşı varolan potansiyel düşmanlığın boyutu ise kaygı verici.
(Dagens Nyheter’de* çokkültürlülük araştırması üzerine 27 Eylül 2007’de yapılan başyorumdan)
"Ben, sahibimin köpeği" sergisi, aşağı yukarı Orhan Pamuk’un romanından alınan "Ben bir köpeğim" isimli metnin çevresinde dönüp dolaşıyor. Köpekler, tarihin arka bahçesinden, havlayarak dilleniyor. Evet, bu ("sınırsız" görüş bildirme özgürlüğüyle) batı ile ("koşullu" görüş bildirme özgürlüğüyle) doğu arasındaki kırılma noktasında sembolik bir buluşma.
Bu sergide KİM OLDUĞUN, NE YAPTIĞIN VE NE TÜR BİR KÖPEK OLDUĞUNA bağlı olarak, hem islam dünyasından, hem de batı dünyasından köpekler ve "köpek yaşamları" ile buluşacağız. Diğer yandan sergi, abartılı kibrimize ve doğudan da batıdan da gelsek, yahudi ya da arap, isveçli ya da göçmen** de olsak sahip olmadığımızı sandığımız kendi önyargılarımıza da meydan okuyor.
TEGEN 2, geleneksel galeri ve sanat merkezlerinden, güncel tartışmalara beklenmedik hızda vuruş yapmanın büyük yararına inancı ve bu vesileyle özenli ve ayrıntılı soruları sorabilmesi avantajıyla ayrılıyor: Güncel sanat keyif vermenin, bazılarının mal ve statüsünü yükseltmenin ve/veya bir sürüleri için de boş bir provokatif jest olmanın ötesine geçebilir mi? Sanat, çok sayıda insanın haberdar olduğu kamuya açık tartışmalarda da gerçek bir rol oynayabilir mi? Haydi biraz da yazılmayanı uzmanca arayan, söylenmeyenlere ve unutulması tercih edilenlere odaklanan "derridacı" stratejiyle (Derrida’nın düşünsel yöntemiyle) yaklaşalım! Ki çoğu zaman ifşa edici olanlar da bunlardır...
Hoşgeleceksiniz!
* İsveç’in gündelik en büyük iki gazetesinden biri. Sosyal demokrat eğilimlidir. [HA] ** Özgün metinde kullanılan, İsveç argosunda yeralan ve göçmenleri aşağılayan ”blatte” kelimesinin dilimizde tam karşılığı yok. [HA] TEGEN 2
Açılış: 25 Ekim 2007 17-20 arası Açık: Perşembe-Pazar 12-17 Adres: Bjurholmsg. 9b, Stockholm.
Metro istasyonu: Skanstull
Videoperformansımı içeren ve "Ben, sahibimin köpeği" başlığını taşıyan karma sergiye, benim dışımda, Carl Mikael von Hausswolff, Dmitri Plax, ARK - Dariush M Doust ve Tegen 2'yi eşi sanatçı Gunilla Sköld Feiler'le birlikte vareden besteci, müzisyen ve görsel sanatçı Dror Feiler yeralıyor.
Aşağıda tanıtım metninin çevirisini okuyabileceğiniz sergi, Muhammed suretleri, meydan köpeği heykel tasarımları ve ölüm fetvalarıyla yeniden alevlenen güncel tartışmayı, seçilmiş, farklı bir zemine yükseltme çabası, önerisi ve dışavurumu. Metnin altında ise sergiye katılan videoperformansımın 8 dakikalık ilk bölümü "Epilog"un tamamını izleyebilir ve 79 dakikalık ana videonun görsellerini bulabilirsiniz.
Sergi metninin son cümlesiyle: Hoşgeleceksiniz! Ben, sahibimin köpeği
Göçmenlere karşı İsveçli yaklaşımı karşıtlıkları içerse de, temelde hoşgörü ve önyargısızlığa dayanıyor. Buna karşılık müslümanlara karşı varolan potansiyel düşmanlığın boyutu ise kaygı verici.
(Dagens Nyheter’de* çokkültürlülük araştırması üzerine 27 Eylül 2007’de yapılan başyorumdan)
"Ben, sahibimin köpeği" sergisi, aşağı yukarı Orhan Pamuk’un romanından alınan "Ben bir köpeğim" isimli metnin çevresinde dönüp dolaşıyor. Köpekler, tarihin arka bahçesinden, havlayarak dilleniyor. Evet, bu ("sınırsız" görüş bildirme özgürlüğüyle) batı ile ("koşullu" görüş bildirme özgürlüğüyle) doğu arasındaki kırılma noktasında sembolik bir buluşma.
Bu sergide KİM OLDUĞUN, NE YAPTIĞIN VE NE TÜR BİR KÖPEK OLDUĞUNA bağlı olarak, hem islam dünyasından, hem de batı dünyasından köpekler ve "köpek yaşamları" ile buluşacağız. Diğer yandan sergi, abartılı kibrimize ve doğudan da batıdan da gelsek, yahudi ya da arap, isveçli ya da göçmen** de olsak sahip olmadığımızı sandığımız kendi önyargılarımıza da meydan okuyor.
TEGEN 2, geleneksel galeri ve sanat merkezlerinden, güncel tartışmalara beklenmedik hızda vuruş yapmanın büyük yararına inancı ve bu vesileyle özenli ve ayrıntılı soruları sorabilmesi avantajıyla ayrılıyor: Güncel sanat keyif vermenin, bazılarının mal ve statüsünü yükseltmenin ve/veya bir sürüleri için de boş bir provokatif jest olmanın ötesine geçebilir mi? Sanat, çok sayıda insanın haberdar olduğu kamuya açık tartışmalarda da gerçek bir rol oynayabilir mi? Haydi biraz da yazılmayanı uzmanca arayan, söylenmeyenlere ve unutulması tercih edilenlere odaklanan "derridacı" stratejiyle (Derrida’nın düşünsel yöntemiyle) yaklaşalım! Ki çoğu zaman ifşa edici olanlar da bunlardır...
Hoşgeleceksiniz!
* İsveç’in gündelik en büyük iki gazetesinden biri. Sosyal demokrat eğilimlidir. [HA] ** Özgün metinde kullanılan, İsveç argosunda yeralan ve göçmenleri aşağılayan ”blatte” kelimesinin dilimizde tam karşılığı yok. [HA] TEGEN 2
Açılış: 25 Ekim 2007 17-20 arası Açık: Perşembe-Pazar 12-17 Adres: Bjurholmsg. 9b, Stockholm.
Metro istasyonu: Skanstull
Godmorgon (Günaydın)
87 dakika
Hakan Akçura, 2007, Stockholm
Epilog
8 dakika
İsveççe, türkçe altyazılı
Labels:
ayrımcılık,
din,
göçmen,
isveç,
önyargı,
performans,
video sanatı
9.10.07
30th anniversary of Voyager's journey: Even though it is 30 years late, maybe...?
From:
hakan akcura <hakcura@gmail.com>Date:09.Oct.2007 15:26Subject:Open inquiry and invitation to Mr. Fredrik Reinfeldt and Mr. Recep Tayyip ErdoganTo:
Fredrik Reinfeldt <registrator@primeminister.ministry.se>, R. Tayyip Erdogan <rte@akparti.org.tr>
Even though it is 30 years late, maybe...?
Open inquiry and invitation to Mr. Fredrik Reinfeldt and Mr. Recep Tayyip Erdogan
Mr. Fredrik Reinfeldt,
Mr. Recep Tayyip Erdogan,
USA launched the unmanned probes Voyager 2 on August 20, 1977, and Voyager 1, on September 5, 1977 and sent them deep into space. This is the 30th anniversary of this meaningful journey toward deep in space.
Golden Record
Pioneers 10 and 11, which preceded Voyager, both carried small metal plaques identifying their time and place of origin for the benefit of any other spacefarers that might find them in the distant future. With this example before them, NASA placed a more ambitious message aboard Voyager 1 and 2-a kind of time capsule, intended to communicate a story of our world to extraterrestrials. The Voyager message is carried by a phonograph record-a 12-inch gold-plated copper disk containing sounds and images selected to portray the diversity of life and culture on Earth. The contents of the record were selected for NASA by a committee chaired by Carl Sagan of Cornell University.
Messages
"Friends of space, how are you all? Have you eaten yet? Come visit us if you have time," says the translation of one of the greetings recorded on identical gold-plated phonograph discs mounted under engraved covers on the side of each Voyager. That message is in Amoy, a language spoken by millions of people in eastern China, and one of 55 languages included on the record.
"Greetings to our friends in the stars. We wish that we will meet you someday," says a translation of the Arabic language greeting.
Some other messages don't sound quite as eager about getting together. The one in Rajasthani, a language of northwest India, translates to "Hello to everyone. We are happy here and you be happy there."
The English-language message among this set says, "Hello from the children of planet Earth."
Voyager 1, launched on Sept. 5, 1977, has already become the most distant of all human-made objects. Every day, it flies another million miles ( 1.6 million kilometers) farther from the Sun. Voyager 2 is about 80 percent as far away as its twin.
They are still returning scientific information from the outer reaches of the Sun's domain almost every day. Their durable electric power supply, generated from the heat of radioactive plutonium, will allow them to continue making measurements and radioing them home for about 20 more years. That may be long enough for at least Voyager 1 to still be operating when it passes the boundary between the solar wind from the Sun and the interstellar wind from death-explosions of other stars.
Even after the power supply runs too low to operate instruments and transmit data to Earth, the Voyagers will continue silently speeding away from the Sun and Earth. Many thousands of years from now, each will eventually become closer to other stars than they are to the Sun.
A committee headed by the late Dr. Carl Sagan of Cornell University chose what to put on the Voyager "golden record." The group had only about six months to decide on the contents and to gather the recordings.
Some choices, such as the multiplicity of languages, suggest that the message is as much for Earthlings as for aliens. A single language would be easier for an unearthly intelligence to decipher, if one ever acquires the record. A diversity of tongues aboard a craft leaving the solar system emphasizes the shared global significance of the endeavor.
Besides the multilingual greetings, each record also has music, ranging from Louis Armstrong and His Hot Seven to Melanesian panpipes, and from a Navajo night chant to a Beethoven symphony.
Other sounds of Earth on the record include both natural noises, such as a rainstorm and a chimpanzee, and human-created ones, such as a train and a kiss.
Pictures can be encoded into information on a record. The Voyager golden record 116 pictures. One document stored as an image is a greeting from Jimmy Carter, who was president at the time of the launch.
Part of Carter's text says, "We cast this message into the cosmos. It is likely to survive a billion years into our future, when our civilization is profoundly altered and the surface of the Earth may be vastly changed. Of the 200 million stars in the Milky Way galaxy, some – perhaps many – may have inhabited planets and spacefaring civilizations. If one such civilization intercepts Voyager and can understand these recorded contents, here is our message:
"This is a present from a small, distant world, a token of our sounds, our science, our images, our music, our thoughts and our feelings. We are attempting to survive our time so we may live into yours. We hope someday, having solved the problems we face, to join a community of galactic civilizations. This record represents our hope and our determination, and our good will in a vast and awesome universe."
Swedish and Turkish language messages
When it was observed that the Turkish and Swedish messages were obviously recorded by the personal acquaintances of the committee and without officially contacting the governments of these countries...
Inquiry
If one day these messages would find their counterparts and if they will be listened to, the Turkish and Swedish messages will be spoken with the content, accent and articulation I just mentioned.
What exactly do you think about these subjectively recorded messages and the way that the contents of these messages determined most probably by the people who read them?
I attached the greeting samples from other extinct and living languages, and can we honestly talk about the personal-national characteristics when we take place like this unserious manner within such a meaningful content?
How would you like the messages in your native language take place on this golden record instead of these messages?
Invitation
I am a contemporary artist from Turkey and who chose to live in Sweden for the last 3 years.
On the 30th anniversary of Voyager 1 and 2's launches, the only reason that I direct these questions about the quality and content of these messages to you as the currently office holding prime ministers of the native countries of these languages is related with who and what I am.
And of course, among all other languages only Turkish and Swedish messages were having this kind of extraordinary quality…
I invite you to record the answers of these questions vocally and have them sent to me, and then permit them to be exhibited –without any interference- with the original messages.
I sincerely carry the hope for both of you to hear my call in your busy schedule and will not be late to answer…
Respectfully,
Hakan Akcura
hakcura@gmail.com
Resources and useful links:
http://voyager.jpl.nasa.gov/spacecraft/index.html http://voyager.jpl.nasa.gov/spacecraft/goldenrec.html http://voyager.jpl.nasa.gov/spacecraft/languages/languages.html http://voyager.jpl.nasa.gov/spacecraft/languages/swedish.html http://voyager.jpl.nasa.gov/spacecraft/languages/turkish.html
Attachement:
Other messages
hakan akcura <hakcura@gmail.com>Date:09.Oct.2007 15:26Subject:Open inquiry and invitation to Mr. Fredrik Reinfeldt and Mr. Recep Tayyip ErdoganTo:
Fredrik Reinfeldt <registrator@primeminister.ministry.se>, R. Tayyip Erdogan <rte@akparti.org.tr>
Even though it is 30 years late, maybe...?
Open inquiry and invitation to Mr. Fredrik Reinfeldt and Mr. Recep Tayyip Erdogan
Mr. Fredrik Reinfeldt,
Mr. Recep Tayyip Erdogan,
USA launched the unmanned probes Voyager 2 on August 20, 1977, and Voyager 1, on September 5, 1977 and sent them deep into space. This is the 30th anniversary of this meaningful journey toward deep in space.
Golden Record
Pioneers 10 and 11, which preceded Voyager, both carried small metal plaques identifying their time and place of origin for the benefit of any other spacefarers that might find them in the distant future. With this example before them, NASA placed a more ambitious message aboard Voyager 1 and 2-a kind of time capsule, intended to communicate a story of our world to extraterrestrials. The Voyager message is carried by a phonograph record-a 12-inch gold-plated copper disk containing sounds and images selected to portray the diversity of life and culture on Earth. The contents of the record were selected for NASA by a committee chaired by Carl Sagan of Cornell University.
Dr. Sagan and his associates assembled 115 images and a variety of natural sounds, such as those made by surf, wind and thunder, birds, whales, and other animals. To this they added musical selections from different cultures and eras, and spoken greetings from Earth-people in fifty-five languages, and printed messages from President Carter and U.N. Secretary General Waldheim. Each record is encased in a protective aluminum jacket, together with a cartridge and a needle. Instructions, in symbolic language, explain the origin of the spacecraft and indicate how the record is to be played. The 115 images are encoded in analog form. The remainder of the record is in audio, designed to be played at 16-2/3 revolutions per minute. It contains the spoken greetings, beginning with Akkadian, which was spoken in Sumer about six thousand years ago, and ending with Wu, a modern Chinese dialect. Following the section on the sounds of Earth, there is an eclectic 90-minute selection of music, including both Eastern and Western classics and a variety of ethnic music.
Messages
"Friends of space, how are you all? Have you eaten yet? Come visit us if you have time," says the translation of one of the greetings recorded on identical gold-plated phonograph discs mounted under engraved covers on the side of each Voyager. That message is in Amoy, a language spoken by millions of people in eastern China, and one of 55 languages included on the record.
"Greetings to our friends in the stars. We wish that we will meet you someday," says a translation of the Arabic language greeting.
Some other messages don't sound quite as eager about getting together. The one in Rajasthani, a language of northwest India, translates to "Hello to everyone. We are happy here and you be happy there."
The English-language message among this set says, "Hello from the children of planet Earth."
Voyager 1, launched on Sept. 5, 1977, has already become the most distant of all human-made objects. Every day, it flies another million miles ( 1.6 million kilometers) farther from the Sun. Voyager 2 is about 80 percent as far away as its twin.
They are still returning scientific information from the outer reaches of the Sun's domain almost every day. Their durable electric power supply, generated from the heat of radioactive plutonium, will allow them to continue making measurements and radioing them home for about 20 more years. That may be long enough for at least Voyager 1 to still be operating when it passes the boundary between the solar wind from the Sun and the interstellar wind from death-explosions of other stars.
Even after the power supply runs too low to operate instruments and transmit data to Earth, the Voyagers will continue silently speeding away from the Sun and Earth. Many thousands of years from now, each will eventually become closer to other stars than they are to the Sun.
A committee headed by the late Dr. Carl Sagan of Cornell University chose what to put on the Voyager "golden record." The group had only about six months to decide on the contents and to gather the recordings.
Some choices, such as the multiplicity of languages, suggest that the message is as much for Earthlings as for aliens. A single language would be easier for an unearthly intelligence to decipher, if one ever acquires the record. A diversity of tongues aboard a craft leaving the solar system emphasizes the shared global significance of the endeavor.
Besides the multilingual greetings, each record also has music, ranging from Louis Armstrong and His Hot Seven to Melanesian panpipes, and from a Navajo night chant to a Beethoven symphony.
Other sounds of Earth on the record include both natural noises, such as a rainstorm and a chimpanzee, and human-created ones, such as a train and a kiss.
Pictures can be encoded into information on a record. The Voyager golden record 116 pictures. One document stored as an image is a greeting from Jimmy Carter, who was president at the time of the launch.
Part of Carter's text says, "We cast this message into the cosmos. It is likely to survive a billion years into our future, when our civilization is profoundly altered and the surface of the Earth may be vastly changed. Of the 200 million stars in the Milky Way galaxy, some – perhaps many – may have inhabited planets and spacefaring civilizations. If one such civilization intercepts Voyager and can understand these recorded contents, here is our message:
"This is a present from a small, distant world, a token of our sounds, our science, our images, our music, our thoughts and our feelings. We are attempting to survive our time so we may live into yours. We hope someday, having solved the problems we face, to join a community of galactic civilizations. This record represents our hope and our determination, and our good will in a vast and awesome universe."
Swedish and Turkish language messages
When it was observed that the Turkish and Swedish messages were obviously recorded by the personal acquaintances of the committee and without officially contacting the governments of these countries...
Inquiry
If one day these messages would find their counterparts and if they will be listened to, the Turkish and Swedish messages will be spoken with the content, accent and articulation I just mentioned.
What exactly do you think about these subjectively recorded messages and the way that the contents of these messages determined most probably by the people who read them?
I attached the greeting samples from other extinct and living languages, and can we honestly talk about the personal-national characteristics when we take place like this unserious manner within such a meaningful content?
How would you like the messages in your native language take place on this golden record instead of these messages?
Invitation
I am a contemporary artist from Turkey and who chose to live in Sweden for the last 3 years.
On the 30th anniversary of Voyager 1 and 2's launches, the only reason that I direct these questions about the quality and content of these messages to you as the currently office holding prime ministers of the native countries of these languages is related with who and what I am.
And of course, among all other languages only Turkish and Swedish messages were having this kind of extraordinary quality…
I invite you to record the answers of these questions vocally and have them sent to me, and then permit them to be exhibited –without any interference- with the original messages.
I sincerely carry the hope for both of you to hear my call in your busy schedule and will not be late to answer…
Respectfully,
Hakan Akcura
9 October 2007
Stockholm
Resources and useful links:
Attachement:
Other messages
Sumerian language message translated to English is "May all be well"Urdu language message translated to English is "Peace on you. We the inhabitants of this earth send our greetings to you".Italian language message translated to English is "Many greetings and wishes".Ila (Lambia) language message translated to English is "We wish all of you well".Akkadian language message translated to English is "May all be very well".Romanian language message translated to English is "Greetings to everybody".Hindi language message translated to English is "Greetings from the inhabitants of this world".Nguni (Zulu) language message translated to English is "We greet you, great ones. We wish you longevity".Nyanja language message translated to English is "How are all you people of other planets?".Hittite language message translated to English is "Hail".French language message translated to English is "Hello everybody".Vietnamese language message translated to English is "Sincerely send you our friendly greetings".Sotho (Sesotho) language message translated to English is "We greet you, O great ones".Hebrew language message translated to English is "Peace".Burmese language message translated to English is "Are you well".
Sinhalese language message translated to English is "Wish You a Long Life".
Wu language message translated to English is "Best wishes to you all".Ukrainian language message translated to English is "We are sending greetings from our world, wishing you happiness, goodness, good health and many years".Aramaic language message translated to English is "Peace".Spanish language message translated to English is "Hello and greetings to all".Greek language message translated to English is "Greetings to you, whoever you are. We come in friendship to those who are friends".Korean language message translated to English is "How are you?".Persian language message translated to English is "Hello to the residents of far skies".Indonesian language message translated to English is "Good night ladies and gentlemen. Goodbye and see you next time".Latin language message translated to English is "Greetings to you, whoever you are; we have good will towards you and bring peace across space".Armenian language message translated to English is "To all those who exist in the universe, greetings".Serbian language message translated to English is "We wish you everything good from our planet".Portuguese language message translated to English is "Peace and happiness to all".Kechua (Quechua) language message translated to English is "Hello to everybody from this Earth, in Kechua language".Japanese language message translated to English is "Hello? How are you?".Polish language message translated to English is "Welcome, creatures from beyond the outer world".Luganda (Ganda) language message translated to English is "Greetings to all peoples of the universe. God give you peace always".Cantonese language message translated to English is "Hi. How are you? Wish you peace, health and happiness".Punjabi language message translated to English is "Welcome home. It is a pleasure to receive you".Nepali language message translated to English is "Wishing you a peaceful future from the earthlings".Russian language message translated to English is "Greetings! I Welcome You!".German language message translated to English is "Heartfelt greetings to all".Mandarin Chinese language message translated to English is "Hope everyone's well. We are thinking about you all. Please come here to visit when you have time".Marathi language message translated to English is "Greetings. The people of the Earth send their good wishes".Thai language message translated to English is "We in this world send you our good will".Bengali language message translated to English is "Hello! Let there be peace everywhere".Welsh language message translated to English is "Good health to you now and forever".Gujarati language message translated to English is "Greetings from a human being of the Earth. Please contact."Kannada(Kanarese) language message translated to English is "Greetings. On behalf of Kannada-speaking people, 'good wishes'".Telugu language message translated to English is "Greetings. Best wishes from Telugu-speaking people".Oriya language message translated to English is "Greetings to the inhabitants of the universe from the third planet Earth of the star Sun".Hungarian (Magyar) language message translated to English is "We are sending greetings in the Hungarian language to all peace-loving beings in the Universe".Czech language message translated to English is "Dear Friends, we wish you the best".
Subscribe to:
Posts (Atom)