26.11.23

Solo sergim "Anamnesis" devam ediyor

 

15 Kasım gecesi, İstanbul Karşı Sanat Çalışmaları'nda açılan 5. solo sergim "Anamnesis" 15 Aralık'a kadar devam ediyor.

Bir şeyi hatırlama, geriye doğru belleği canlandırma, geçmiş deneyimleri ve bilgileri geri çağırma anlamlarıyla başlığına taşıdığım “Anamnesis”in omurgasını büyük ebatlı resimlerim oluşturuyor.

Tuval üzerine akrilik resimlerim, ilhamlarını, binlerce yıllık uygarlıkların, sonradan dönüştürülmüş, ehlileştirilmiş ya da cinsiyeti değiştirilmiş kadim imgelerinden, 80 yıl öncesinin, kentleri topyekün, sivil sakinleriyle birlikte yok eden hava savaşı katliamlarından, Kuzey Amerika yerlilerinin kolektif düşlerinden, kimi -içeriği tartışılası- mitolojik öykülerden alıyor. Sergide ayrıca katılımcı profesyonel oyuncuların, benim sorduğum bir soruya, ekranlardan, seyircilere dönük yüzleriyle cevap verdikleri videolar da yeralıyor. Sergi için hazırladığım bir performans videosu da “Anamnesis” başlığı altında izleyicilerle buluşuyor.


Açılış gecesinden...


Resimler:

Cuniculus taurus

Tuval üzerine akrilik, 188 x 90 cm, 2023, Stockholm

Sergide eşlik eden metin:

"...Sanksritçe jana'nın yer değiştirirken ses değişikliğine uğradığı bir örnek de Avesta dilindeki zana örneğidir. Arthur F. J. Remy’nin 1899 yılında Journal of the American Oriental Society dergisinin 20. cildine yazdığı kısa makalede açıkladığı üzere Sanskrit jan kökü, Avesta dilinin en eski kayıtlarından olan ve Zerdüşti tanrılarına yakılan ilahilerinin 19. yasht’inde de srvo-zanem şeklinde geçer. Buradaki srvo Latince cornus yani boynuzu, zanem ise ırkı ifade eder. İlahide srvo-zanem ile kastedilen boynuzlu ırka mensubiyettir, ki bu boynuzlu ırk tapınaklarda boynuzlu olarak resmedilen ilahlara atıftır. Burada bizi ilgilendiren kısmı zanem’im zana ile yani Sanskrit jana ile ilişkisidir. Yukarıda belirttiğimiz gibi jana’nın menzilinde ayrı bir topluluk anlamında ırk da vardır. Ayrıca Eski Farsça kitabelerde paru-zana yani “muhtelif ırklardan meydana gelen” anlamında ifadelere rastlanmaktadır…


Zenan, zen kelimesine getirilen Farsça çoğul eki –an ile birlikte kadınlar anlamındadır. Zen kelimesi Avesta aracılığıyla Farsça telaffuza geçmiş, zana yani Sanskrit jana’dan türetilmiş bir kelimedir. Sokak dilinde zen kelimesiyle hiç beklemeyeceğimiz bir şekilde zampara kelimesinde karşılaşırız. Zampara zen-bare (kadın dostu) kelimesinden doğmuştur..."


(Samet Yalçın, Sabah Ülkesi, Kültür-sanat ve felsefe dergisi, sayı 62, Ocak 2020)



Yolumuz, izimiz, kaybedişimiz....

Tuval üzerine akrilik, 194 x 104 cm, 2023, Stockholm



"Europae, Descriptio"

Tuval ve 17. yüzyıl bakır oyma baskı özgün Homann haritası üzerine akrilik188 x 120 cm, 2018, Stockholm



Psyche'nin buluşamadığı, bir uçurum olarak KADIN...

Tuval üzerine akrilik183 x 109 cm, 2023, Stockholm



Her gece...

Tuval üzerine akrilik185 x 122 cm, 2023, Stockholm


Ölüler kafilesi, Frongastell'den Pyrsau'ya doğru giderken...

Tuval üzerine akrilik, 188 x 111 cm, 2023, Stockholm


Sergide eşlik eden metin:


”…Hastalık ve ölümü her zaman bir sınamaya, hak edilen bir cezaya veya işlenmiş bir günaha bağlayan Elias'tan farklı olarak Evan hayata gözlerini zamansız kapayan, kendi paylarından mahrum bırakıldıklarını hisseden ve tekrar hayata dönmenin yollarını arayan ölüleri anlatıyordu. Ölülere yakın olan bir kimse, derdi Evan, onları sık sık görebilir. İlk bakışta sıradan insanlar gibi görünüyorlarmış, ama yakından bakınca yüzlerinin hatları siliniyormuş veya çevresi hafif titreşiyormuş. Genellikle de hayatta oldukları zamandan bir karış daha kısa olurlarmış, çünkü Evan'ın söylediğine göre tıpkı bir parça keten bezinin ilk kez yıkandığında çekmesi gibi ölüm tecrübesi de bizi kısaltıyormuş. Ölüler genellikle yalnız dolaşırlarmış, ama arada küçük bölükler halinde gezdikleri de olurmuş; renkli üniformalar giymiş veya gri pelerinlere sarınmış, ellerindeki değneklerle hafif hafif trampetlere vurarak tarlaları birbirinden ayıran, çoğunun hemen hemen boyuna yakın duvarların arasından geçerek köyün ardındaki tepeye doğru yürüdükleri çok sık görülmüş. Büyükbabasının bir keresinde Frongastell'den Pyrsau'ya giderken, arkasından yetişen ve sırf cüce boyundaki varlıklardan oluşan böyle bir hayaletler kafilesine yol vermek için kenara çekilmek zorunda kaldığını anlatan Evan, bunların hafif kambur yürüyerek ve tiz sesleriyle kendi aralarında konuşarak hızla büyükbabasının yanından gelip geçtiklerini söyledi. Evan'ın alçak çalışma tezgahının karşısındaki duvarda, dedi Austerlitz, büyükbabasının tepeden tırnağa örtülü bu küçük varlıkların taşıdığı cenaze sedyesinden almış olduğu siyah tül asılı duruyordu, ayrıca, dedi Austerlitz, eğer yanlış hatırlamıyorsam, bir keresinde bana bizi öbür dünyadan ancak böyle ince bir ipek tülün ayırdığını söyleyen de Evan'dı. . ..”


(W. G. Sebald, Austerlitz, çev. Gülfer Tunalı, Can Yayınları, 2008)




Wovoka'nın -gerçekleşen- düşü

Tuval üzerine akrilik, 110 x 185 cm, 2023, Stockholm


Sergide eşlik eden metin:


"Kuzey Paiute'nin ruhani lideri Wovoka (yak. 1856 - 20 Eylül 1932) 1 Ocak 1889'daki güneş tutulması sırasında bir rüya görür. Rüyasında tüm diğer, onca katliamdan arda kalan Amerikan yerlileriyle birlikte gökyüzüne çıkarılmış, ruhlar dünyasına taşınmış, yerküre yarılarak açılmış, tüm beyazları yutmuş ve tekrar kapanarak doğal haline dönmüştü. Ardından, gökyüzündeki Amerikan yerlileri, atalarıyla, tüm diğer canlılarla birlikte, barış içinde yaşamak üzere yeryüzüne geri konmuşlardı. Wovoka ayrıca, kendisine, bu rüyanın tüm Amerikan yerli halklarının ancak hayalet dansını sürekli yaparlarsa gerçeğe dönüşeceğini ve yeni dünyanın tadını çıkaracaklarının kendisine gösterildiğini söyledi.


O dönemde, geleneksel göçebe yaşam tarzları kısıtlanan kabileler federal hükümet tarafından yönetilen rezervasyonlarda yaşamaya zorlanmıştı. Wovoka'nın düşündeki umut, batı kabilelerinin temsilcilerinin onu ziyaret etmesine, vizyonları ve özellikle de bu dans ritüeli hakkında bilgi edinmelerine yolaçtı. 


1890 yılına gelindiğinde Hayalet Dansı artık özellikle batı kabileleri arasında, genellikle rezervasyonlarda yaşayan topluluklar arasında yaygınlaşmıştı. Toplu danslar, genellikle beşinci günün sabahına kadar süren geniş katılımlı ayinlere dönüşmeye, bu ayinler sırasında giyilen giysilerin kurşun geçirmez olduğuna inanılmaya başlandı.

.

Hayalet dansı, Oturan Boğa'nın liderliğindeki Siouxlar arasında da yaygınlaşırken, Güney Dakota'da, Pine Ridge Kızılderili Rezervasyonu Bölgesi’ndeki beyaz yerleşimciler arasında korku yaratmaya, Lakota Siouxları’nın Wovoka'nın görülerinde onlar için oldukça tehlikeli bir mesaj bulduklarına dair söylentiler yayılmaya başladı. Beyazların olmadığı yeni bir dönemden bahsetmesi, beyaz yerleşimcileri bölgeden yok etmeye yönelik bir çağrı olarak görülmeye başlandı.


Bu korku, Joseph Pulitzer ve William Randolph Hearst gibi yayıncıların sansasyonel haberler peşinde koştuğu bir dönemde gazeteler tarafından da ele alındı. Kasım 1890'da Amerika'daki bir dizi gazete manşeti, bu dansın beyaz yerleşimcilere ve ABD ordu birliklerine karşı en büyük başkaldırı hareketi olarak tanımlamaya başlamıştı bile.


New York Times'ta "Kızılderililer Kendilerini Nasıl Savaşa Hazırlıyor?" başlığıyla yayınlanan uzun bir makale, bir muhabirin ”dost kızılderili rehberler eşliğinde” karadan bir Sioux kampına nasıl yürüdüğü anlatılıyordu. "Düşmanların çılgınlığı nedeniyle yolculuk son derece tehlikeliydi." Makale, muhabirin kampa bakan bir tepeden gözlemlediğini iddia ettiği dansı anlatmaktadır. Bir ağacın etrafında geniş bir daire şeklinde gerçekleşen dansa 182 erkek ve kadın katılmıştır:


Dansedenler birbirlerinin ellerini tutuyor ve ağacın etrafında yavaşça hareket ediyorlardı. Ayakları güneş dansındaki gibi yükselmiyor, çoğu zaman yırtık pırtık mokasenleri yerden hiç kalkmıyormuş gibi görünüyor, dizleri yorgun bir şekilde bükülüyordu. Gözleri kapalı ve başları yere doğru eğik bir şekilde dönüp duruyorlar, aralıksız ve monoton ilahilerinde dost kızılderili rehberlerin çevirisine göre "Babamı görüyorum, annemi görüyorum, erkek kardeşimi görüyorum, kız kardeşimi görüyorum," diye mırıldanıyorlardı.


19. yüzyılın sonlarında Amerikalıların çoğu, Hunkpapa Sioux büyücüsü olan Oturan Boğa’nın ismine aşinaydı. Oturan Boğa, 1876'daki Custer katliamı diye anılan savaşa doğrudan katılmamış olsa da, yakınlardaydı ve takipçileri Custer ve adamlarına saldırmıştı.


Custer'ın ölümünden sonra Oturan Boğa halkını Kanada'ya güvenli bir yere götürdü. Ardından, kendine sunulan af teklifini kabul edip 1881'de Amerika Birleşik Devletleri'ne döndü. 80'lerin ortalarında Annie Oakley gibi sanatçılarla birlikte ”Buffalo Bill'in Vahşi Batı Şovu” ile turneye çıktı.

1890'da Güney Dakota'ya geri dönen Oturan Boğa, Hayalet Dansı hareketine sempati duyup, gençleri ayinlere katılmaya çağırdı.


Federal yetkililer Oturan Boğa'yı harekete verdiği destekten dolayı, olası bir büyük isyanın lideri olmaya başladığını düşünüp  tutuklamaya karar verdi.


15 Aralık 1890'da ABD Ordusu'na bağlı bir birlik, rezervasyonda polis memuru olarak çalışan ”dost” yerlilerle birlikte Oturan Boğa'nın, ailesinin ve bazı destekçilerinin kamp kurduğu yere gitti. 


Oturan Boğa işbirliği yaptı ve rezervasyon polisiyle birlikte gitmeyi kabul etti, ancak yanındaki gençler polise saldırdı. Yaşanan çatışmada Oturan Boğa vurularak öldürüldü.


New York Times, Oturan Boğa'nın ölüm haberini, birinci sayfasından, onu, ”yaşlı bir büyücü" ve "kurnaz yaşlı bir entrikacı" olarak tanımlayarak duyurdu.


Hayalet Dansı hareketi 29 Aralık 1890 sabahı Wounded Knee katliamında kanlı bir şekilde sona erdi. 7. Süvari Birliği'nden bir müfreze, Big Foot adlı şef tarafından yönetilen yerlilerin kampına saldırdı ve bir saat içinde yaklaşık 300 yerli erkek, kadın ve çocuk öldürüldü. 


Wounded Knee katliamından sonra Hayalet Dansı hareketi büyük ölçüde kırıldı. Sonraki yıllarda beyazların egemenliğine karşı bazı dağınık direnişler ortaya çıksa da, Batı'da Kızılderililer ve beyazlar arasındaki çatışmalar artık  sona ermişti."




Hamburg'un çaresiz melekleri (27 Temmuz 1943, Gomorrah Katliamı)

Tuval üzerine akrilik, 187 x 100 cm, 2023, Stockholm


Sergide eşlik eden metin:


“…1943 yazının ortasında, uzun süren bir sıcak hava dalgası döneminde, Kraliyet Hava Kuvvetleri, Hamburg’a, 8. Amerikan Hava Birliği destekli bir dizi hava akımı yaptı. “Gomorrah Operasyonu“ olarak adlandırılan bu saldırıların hedefi, şehri olabildiğince yerle bir etmek, yakıp küle çevirmekti. 27 Temmuz’u 28’de bağlayan gece saat birde başlayan hava akınında on bin ton patlama ve yangın tesirli bomba, Elbe’nin doğusundaki yerleşimi yoğun olduğu bölgeye atıldı. Bu bölge Hammerbrooke, Kuzey ve Güney Hamm, Bilwerder Ausschlag‘ın tamamını ve keza kısmen St. Georg, Eilbek, Barmabek ve Wandsbek mahallelerini kapsıyordu. Denenmiş bir yönteme uyularak iki bin kiloluk patlama tesirli bombalarla bütün kapı pencere, kasalarıyla beraber tahrip edildi, sonra da hafif yangın bombaları ile çatılar tutuşturuldu. Bu sırada 15 kiloya kadar yangın bombaları kısmen alt katlara kadar iniyordu. Aşağı yukarı yirmi kilometrelik saldırı sahasında birkaç dakika içinde her köşede büyük yangınlar çıktı. Bu yangınlar hızla birleşik büyüdü; ilk bombanın düşmesinden 15 dakika sonra bütün hava sahası göz alabildiğine bir alev deniz haline geldi.  Aradan bir beş dakika daha geçtiğinde, saat biri yirmi geçe, o güne kadar hiç kimsenin mümkün olabileceğini düşünemeyeceği kadar şiddetli bir alev fırtınası başlamıştı bile. İki bin metreye kadar yükselen alevler çevredeki bütün oksijeni öylesine büyük bir iştahla kendine çekiyordu ki, hava akımı kasırga hızına erişiyor ve bütün tuşlarına aynı anda basılmış devasa orglar gibi gümbürdüyordu. Yangın bu şekilde üç saat devam etti. Fırtına zirveye ulaştığında evlerin üçgen alınlıklarını ve çatılarını uçurdu, binaların kirişlerini ve duvar ilanı yapıştırılan tahta perdeleri havaya savurdu, ağaçları söktü ve insanları canlı meşaleler gibi önüne katıp sürükledi. Yıkılan bina cephelerinin arkasından fışkıran metrelerce yükseklikten alevler, tıpkı bir sel gibi saatte 150 kilometrelik bir hızla caddeleri aşıyor, şehrin meydanlarını tuhaf ritimlerle ateş silindirleri gibi ezip geçiyordu. Bazı kanallarda su bile yanıyordu. Tramvay vagonlarının camları erimişti, fırınların kilerlerinde depolanmış şeker kaynıyordu. Sığındıkları yerlerden kaçmak zorunda kalanlar, kabarcıklar çıkaran erimiş asfalta tuhaf biçimlere giren vücutlarıyla batıyorlardı.  Bu gece hayatını kaybedenlerin ya da ölüm kendisine ulaşmadan aklını kaçıranların sayısını tam olarak kimse bilmemektedir. Sabah olduğunda yaz ışıkları şehrin üzerine kurşun gibi çökmüş karanlığı delip geçemedi. Duman sekiz bin metreye kadar yükselmiş ve bu irtifada yayılarak kocaman, örs şeklinde bir kümülonimbus bulutu oluşturmuştu.  Pilotların, uçakların gövde kaplamalarının ardından hissettiklerini anlattıkları sıcak dalgaları, dumanlar çıkarak içten içe yanan moloz tepelerinden daha uzun bir süre yayılmaya devam etti. Toplam olarak iki yüz kilometre yol cephesi olan yerleşim yeri tamamen tahrip edilmiştir. Her yerde feci bir şekilde deforme olmuş bedenler yatıyordu. Bazılarının üzerinde hâlâ rengi maviye çalan, titrek fosfor alevcikleri göze çarpıyordu, bazılarıysa kahverengi veya erguvan rengi kavrulup büzüşerek doğal boyutlarının üçte biri kadar kalmışlardı. Kısmen çoktan katılaşmış kendi yağlarının oluşturduğu küçük birikintilerin içinde kıvrılıp kalmışlardı öylece. Ağustos ayında, yıkıntılar soğuduktan sonra ceza taburları ve toplama kamplarından getirilenler, ölüm bölgesinin hava saldırısının ertesi günü hemen yasak bölge ilan edilen çekirdeğinde enkaz kaldırma çalışmalarına başladıklarında korbonmonoksidin öldürdüğü insanlar buldular, bir masa ya da duvara yaslanmış kalmışlardı; başka bir yerde patlayan kalorifer kazanlarından fışkıran buharla pişmiş et ve kemik parçaları veya bütün olarak vücutlardan tepeciklerle karşılaştılar.  Başka bedenler bin dereceyi aşkın sıcakta öylesine kömürleşmiş ve küle dönmüşlerdi ki, çok çocuklu kalabalık ailelerin naaşlarından arta kalanlar bile bir tek çamaşır leğeniyle taşınabiliyordu…“


(W. G. Sebald, Hava Savaşı ve Edebiyat, s. 37-39, Çev: Hulki Demirel, 1. basım, Can Yayınları, Mayıs 2016)


Video performans


Gücü yetmemek...

Video performans, 07.40 dk., 2023, Stockholm



Videolar:


Gerektiğinde gözyaşı dökebilmek: Selen

Planlanmış zoom kaydı06.32 dk., 2023, Stockholm


Gerektiğinde gözyaşı dökebilmek: Yaşar

Planlanmış zoom kaydı, 19.11 dk., 2023, Stockholm


Gerektiğinde gözyaşı dökebilmek: Nazan

Planlanmış zoom kaydı15.33 dk., 2023, Stockholm


Gerektiğinde gözyaşı dökebilmek: Mahir

Planlanmış zoom kaydı13.29 dk., 2023, Stockholm


Gerektiğinde gözyaşı dökebilmek: Taner

Planlanmış zoom kaydı13.45 dk., 2023, Stockholm


Gerektiğinde gözyaşı dökebilmek: Tilbe

Planlanmış zoom kaydı13.42 dk. / min., 2023, İstanbul

Gerektiğinde gözyaşı dökebilmek: Laçin

Planlanmış zoom kaydı, 20.38 dk., 2023, İstanbul




No comments: