3.6.10

Gerçek Hayat röportajından sonra: Tılsımım işe yaramadı ama tüm dünya Gazze oldu.


Haftalık Gerçek Hayat dergisi editörü Gülcan Tezcan'ın geçen hafta bana yolladığı soruları 29 Mayıs günü cevaplayıp geri yollamıştım. Yani benim, Stockholm Tegen 2'de hala sürmekte olan "Belalı Sularda..." isimli sergimiz için yaptığım "Ship to Gaza: Sizi gözüm gibi sakınırım!" isimli eserim, tılsımım, gözboncuğum işe yaramazdan önce... İsrail'in amansız saldırısından ve katliamından hemen önce...

Bu hafta dergide kısaltılmış haliyle bu röportaj yayınlanmışlar. Kısaltırken, sonradan çok üzüldüklerini ve asla kasıtlı olmadıklarını belirttikleri, düzeltmesini de gelecek sayıda yapacaklarına söz verdikleri bir vahim hatayla, Bülent Yıldırım'ın cümlelerinin bir kısmını bana mal ederek bunca yıllık ateistliğimle bana "İnşallah!" dedirtmeyi başarmışlar.


Geçen hafta bana sorulan soruların ve verdiğim cevapları hiç kısaltmadan yayınlıyorum:


Gazze'ye giden gemilere İsveç'teki sergiyle destek verdiğinizi duyduk. İsveç'te nasıl bir duyarlılık var Gazze konusunda?

Aslında bu sorunun cevabının birçok ülkede aynı olduğunu düşünüyorum. "Türkiye'de nasıl bir duyarlılık var Gazze konusunda?" diye sorsam, o herkesin Filistin dostu olduğu, vatandaşlarının çoğu müslüman ülkede, tabii ki herkes çok duyarlı denebilir mi bugün?

Sabahleyin, İsrail hükümetinin gemileri Gazze'ye yaklaştırmamaya ilişkin kararlılığını aktaran türkçe haberlere yapılan yorumlara gözattım. Beş yorumdan ikisi İsrail'e hak veriyor, üçüncüsü de İsrail'in kendisine sataşmaya kalkacaklara dersini hep verdiğini "hatırlatıp", yine vereceğine vurgu yapıyordu. Onlar türkçe yorum yazmayı bilen Türkiye'deki İsrail ajanları ya da İsrail dostu museviler değildi. Güce tapmayı öğrenmiş, dünyanın o mazlum ve onlara göre aynı zamanda "kirli, kokan, yokolası" halklarının mücadelelerinden usanmış, tüm savaşların nedenlerinin onlar gibiler olduğunu sanan müslüman türklerdi.

Bugün İsrail'in Özgürlük Filosu'na karşı yürüttüğü, dışişleri bakanlığı sözcülerine Youtube'da videolar yüklettiren propaganda savaşı en çok bu tür çok yaygın bir kitle psikolojisini hedef alıyor: "Bu filo Hamas'ın destekçisidir. Hamas, çocukları roketlerle öldüren bir katil örgüttür. Biz yurttaşlarını koruduğu kadar, Gazze halkını da koruyan, onu besleyen yüce gönüllü bir ülkeyiz. Bu filo ise kötüniyetli bir kışkırtmadır." Sanki Gazze coğrafyasını bir yarıaçık cezaevi haline getirmemişler gibi. Sanki fosfor bombalarını o Gazze'nin halkı, çocukları üzerine çok yakın bir geçmişte yağdırmamışlar gibi. Sanki Gazze'ye çimentosundan çikolatasına kadar girmesi yasaklanan yüzlerce maddenin listesini yayınlamamışlar gibi.

İsveç? Dışişleri Bakanı günlerce süren baskımızdan sonra daha geçen gün kendi vatandaşlarına yönelik herhangi bir saldırıyı hoşgörmeyeceklerini nihayet açıkladı. Tek bir TV kanalı, sahibi bir musevi olmasına rağmen ilk günden bu yana Ship to Gaza'nın yanında, hatta teknede. Özerk devlet kanallarının çoğu, politik doğruculuk bu koşullarda ne demekse onun adına birbirinden kışkırtıcı İsrail devlet sözcülerine siz hakkı vererek, sonra onların tespitlerinden güç alarak gemilerin Hamas'ın ne kadar yanında, ne kadar uzağında olduğunu sormaya kalkışabilecek bir körlük ve cahillikte röportajlar yapıyor.

Pazar günü gösteri düzenliyoruz. Yarın -Cumartesi- ya önü kesilmiş ya da Gazze'ye varmış filonun ardından, ya arkadaşlarımızın serbest bırakılması ve yardımın Gazze'ye ulaşması için, ya da Gazze'ye ulaşmış Filo'nun bu ambargoyu kırmasını kutlamak için... Eminim geleceklerin sayısı, İsrail'in Gazze'ye saldırdığı günlerin görkemli kalabalıklarını çok aratacak. Cevabım? İsveç'te nasıl bir duyarlılık var Gazze konusunda, bilmiyorum. Türkiye'de de...

Avrupa'da ve özelde İsveç'te kamuoyunun ve devletlerin İsrail'e yaklaşımı nasıl?

İzin verin bu soruya dostum ve şu anda Gazze yolunda olan İsrail kökenli İsveçli sanatçı dostum Dror Feiler cevap versin, geçenlerde AA muhabiriyle yaptığı röportajdan:

"Dror Feiler, "İş konuşmaya gelince AB çok başarılı. Bazı Avrupalı bakanlar Gazze'deki dramı yerinde görüyor ve insanlığa karşı işlediği suçlar nedeniyle İsrail'i kınıyorlar. Döndüklerinde hiçbir şey yapmıyorlar. Doğruyu konuşuyorlar, ama icraatları sorunlu. İnsanlığa karşı suç işleyen İsrail'i Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) üyesi yaparak ödüllendiriyorlar. Hükümetler bir şey yapmıyorsa bizim elimizden geleni yapmamız lazım" diye konuştu.

Yaşadığı ülke İsveç'te halkın çoğunluğunun İsrail'in saldırgan politikalarına karşı olduğunu, fakat hükümetin buna uygun politikalar izlemediğini kaydeden Feiler, yeni kampanyalarla İsveç hükümeti üzerindeki baskıyı artıracaklarını ifade etti. Avrupa'daki Yahudilerin büyük çoğunluğunu "İsrail'in apartheid (ayrımcı) politikalarını gözü kapalı desteklemek" ile suçlayan Feiler, "Bence bu büyük bir hata. Avrupa'daki Yahudiler kendilerini ırkçı ve zalim bir rejimle aynı safta görünmemeli. Böyle bir rejimin uzun vadeli olması mümkün değil" şeklinde konuştu.

Feiler, "Yahudiler geçmişte ayrımcılığa uğradı, yalnız kaldılar, terk edildiler. Şimdi bizim çıkıp 'İsrail Yahudileri temsil etmiyor' diyebilmemiz çok önemli. İsrail maalesef orada yaşayanları temsil ediyor. Avrupalı Yahudiler İsrail'i desteklemek zorunda değil. Biz İsrail hükümeti için oy kullanmadık. İsrail bizim adımıza konuşmasın" dedi."

Bir yandan Avrupa'da yükselen bir İslamofobya gerçeği var. Öte yanda Gazze'deki müslümanlar için her şeyi göze alarak yola çıkanlar... Bu tablo ne düşündürüyor size?

Sorunuzun güç aldığı mantık yanlış. İsveç'ten yola çıkanlar sadece Gazze'deki müslümanlar için değil, çoğu müslüman olsa da her inanç ve görüşteki Gazze halkı için yola çıkıyor. Onlar, Gazze halkının tümü musevi olsaydı yine yola çıkardı. Bunu Türkiye'den yola çıkanlar için de söylemek isterdim ama siz de biliyorsunuz ki İHH ne yazık ki, yardımını sadece müslümanlara götürmekten yana... Yine de bugün ilk defa İHH Vakfı Genel Başkanı Bülent Yıldırım'dan farklı cümleler duyduk. Dürüstlüğüne inanmak isterim: "İnşallah hedefimize ulaşacağız. İnşallah iki zaferden biri bizim olacak. Hıristiyan da, Yahudi de olsa böyle bir zulme uğruyorsa eğer yine gideriz. Çünkü biz adaletin ve barışın taraftarıyız. Çünkü biz vicdan sahibiyiz. Şimdi birleşin. Bu ambargo kalkacak inşallah."

Evet, islamofobi özellikle 11 Eylül'den sonra ama bence Avrupa'da daha çok sağ liberal politikaların yarattığı krizin sonuçlarını örtbas edebilmek, hedef şaşırtmek için yükseltilen göçmen karşıtı açık ya da gizli devlet politikalarından sonra çok yaygınlaştı. Sadece Gazze'ye yardım filosu yola çıkarırken değil, işsizliğe, ırkçılığa, gençlerin yarınsızlığına karşı alternatif politikalar üretirken de islamofobiyle savaşmak gerekiyor Avrupa'da.

'Belalı Sularda' sergisini kim düzenliyor? Sizin de bu sergide bir eseriniz var. Ne demek istiyorsunuz 'Gözüm Gibi Sakınırım' diyerek?

İsveç'te bulunduğum bu beş yıl içinde 4 karma sergide yeraldım, bir kişisel sergi açtım. "Belalı sularda..." sergisini düzenleyen Tegen ilk karma sergim hariç bunların tümünün mekanı. Galerinin sahipleri ve bu sergiyi düzenleyenler şu anda Özgürlük Filosu'nda, Sofia isimli gemide Gazze'ye doğru yol alan sanatçı dostum Dror Feiler ve onun karısı yine sanatçı Gunilla Sköld Feiler.

"Belalı sularda..." on sanatçının katıldığı, Ship to Gaza girişimi ve Özgürlük Filosu ile dayanışma sergisi. Sergi, ilk gemi İrlanda'dan yola çıkar çıkmaz açıldı. Ne zaman kapanacağı ise bu yolculuğun ne zaman ve nasıl biteceğine bağlı.

Sergide yeralan işim "Ship to Gaza: Sizi gözüm gibi sakınırım", Gazzeli balıkçıların ekmek derdi için denize açılan küçük teknelerine bile ateş açmaktan geri durmayan

işgalci İsrail Donanması ile karşı karşıya gelecek Ship to Gaza (Özgürlük Filosu) gemilerine, o gemilerde yeralacak dostlarıma ilişkin kaygılarımdan varlık buldu. Üç büyük dinin derdi, umudu, hedefi, kutsalı Gazze’yi, üç peygamberin kaburga kemikleri, karnı, bedeni kılarken, gemileri de “katran ve ziftle bulanmış hasır bir sepetin” içine yerleştirerek “denize” bırakmayı seçtim.

Tevrat’ın ikinci kitabı Exodus’ta yeralan öyküde bebek Musa’yı koruyan “hasır sepet” benim dostlarımı, onların Filistin bayrağının renkleriyle boyadığım demir gemilerini, Gazze’ye, Gazze halkına yönelik umut ve çabalarını korusun istedim. Paradoksal bir biçimde Musa’yı da koruduğu biçimde… Exodus’un cümlesini değiştirdiğim yerden bu kaygımın metnini de ekledim işime, ibranice: “Daha fazla gizleyemeyeceğimi anlayınca, hasır bir sepet alıp katran ve ziftle sıvadım. İçine gemileri yerleştirip denizin kıyısına bıraktım.”

Aslı şuydu: ”Exodus, 2:3 Daha fazla gizleyemeyeceğini anlayınca, hasır bir sepet alıp katran ve ziftle sıvadı. İçine çocuğu yerleştirip Nil kıyısındaki sazlığa bıraktı.”

İsveç'ten yola çıkan yardım gemisi nasıl bir süreçte hazırlandı bu yolculuğa? Kimler destek verdi?

Ben iki yıldır ilmek ilmek örülen bu yolculuğun en erken, öncü örgütü olan Ship to Gaza'nın sürecini çok yakından izleyenlerdenim. Bugün geldiği yerde Ship to Gaza'ya destek veren örgütlenmelerin, kurumların çeşitliliğine baktığımızda Türkiye'deki her siyasal çizgide ve örgütlenmede yeralan milyonlarca Filistin ve Gazze dostunun ve onları bu sürece katabilecekken katmayanların üzülmesi ve bolca düşünmesi için çok fazla neden var: Hemen tüm insani yardım ve kültür, tiyatro kuruluşları, İsveç Barış ve Adalet için Müslümanlar Derneği, İsveç'in Genç Müslümanları Derneği, İsrail -Filistin Barışı için Yahudiler Derneği, Komünist Parti, Sol Parti, Yeşil Parti, Hıristiyan dostluk dernekleri, Olof Palme Uluslararası Merkezi, tüm Filistin örgütleri, sendikalar ve öğrenci örgütlenmeleri.

Gazze'ye insani yardım malzemeleri ile dolu gemilerle yola çıkmanın ve insanlık dışı, acımasız İsrail ambargosunu delmenin bir düş olduğu günlerden bugüne onlarca tanıtım toplantısı ve kampanya yapıldı. Bağışın daha yaygın ve çok toplanması için yöntemler geliştirildi. Uluslarararası ilişkiler kuruldu. Ortak çabalar birleştirildi. Bugüne gelindi. 10000 ton yükle yola çıktılar, Gazze'ye yaklaşıyorlar.

Hakan Akçura neden gerilla sanat işleri yapıyor? En çok nelere itirazı var? Türkiye'deki sanat çevrelerindde gerilla sanat diye adlandırdığınız işler yapanlar var mı?

2008 yılında yayınladığım Open Flux manifestosunda yaratımımın zeminini şöyle tanımlamıştım:

"Ben bir open flux sanatçısıyım. Kaygı ve sorumlulukla yaratmaktan geri duramayan günümüz sanatçılarının sahip olmaları gerektiğine inandığım şu nitelikler, benim yaratımımın da hedefidir: ”Zamanın ruhu”na (zeitgeist) bir kez daha tanıklık etmek yani giderek daha boka batan bu yerkürede daha muhalif ve radikal olmak. Yaratımlarının mülkiyet sorunlarından daha çok, yaygın dolaşım ve paylaşımını önemsemek. Bağımsız olmak. Yol gösterici, zihin açıcı, sorunlara yeni tanımlar önerebilen bir sanatçı olmanın yanısıra, her türlü etkileşim ve iletişime açık, gerektikçe oyun kurucu olmayı becerebilen bir sanatçı da olabilmek. Elitizm batağına da, popülizme de düşmeyen bir cesareti, özgünlüğü ve niteliği varetmeye, ötesi hep korumaya çalışmak."

Özellikle güncel gelişmelere yönelik gereksindiğim yaratıcı müdahalelerde benim "gerilla sanat işleri" diye tanımladığım kimi görsel tasarımları etkili bir sunum biçimiyle hızla yaygınlaştırmamı gerekli kılmakta... Bu tür tasarımları Türkiye'de "Extra Mücadele", "İç Mihrak", "Anti-Pop" ve "Atıl Kunst" gibi yaratıcı grup ya da kişiler de kullanmakta.

No comments: