31.1.10

"Gerçekler Bilinsin Yeter" !F İstanbul 2010'da online



!F İstanbul 2010'un web sitesi, "Kendin Gör" bölümünün alt başlığı "Bizim Köy"de videom "Gerçekler Bilinsin Yeter"e yer verdi.

Bölüm ve alt başlıkları şöyle tanıtılıyor:
"Kendin Gör ikinci senesinde serbest içerikli proje ve belgeselleri festivalseverlerin beğenisine sunmaya devam ediyor. Seçki bu yıl Türkiye’nin ve dünyanın dört bir tarafından filmlerle insanlık hallerimize vurgu yapıyor, yerel ve küresel yaralara örnekler sunuyor. Hümanist, politik, çevresel ve bir o kadar da fantastik filmler 3 ana başlık altında toplanıyor.Bizim Köy: Türkiye’nin dinamiklerini daha derinlemesine anlama çabası güdüyor. Irkçılık, derin devlet, çevresel sorunlar ve göç gibi yakın geçmişimizde iz bırakmış ülke yaralarına ışık tutuyor.

Küresel Köy:
Savaş, cinsel ayrımcılık, çevresel sorunlar gibi küresel meselelere dünyanın dört bir yanından yerel kesitler üzerinden vurgu yapıyor. Türkiye için de göz ardı edilemez, 3. Dünya toplumunun ortak sorunlarına başka, uzak ama yakın coğrafyalardan örnekler veriyor.

Fantastik Online Projeler:
Sinema şekil değiştiriyor, kalıplar kırılıyor, internet yepyeni olanaklar sunuyor. Bu bölüm post-film boyutuna bir pencere açıyor ve internetle gelişen bu yeni katılımcı formlara yakından bir göz atıyor."



Gerçekler Bilinsin Yeter

Hakan Akçura / 2008, 230'


"...videoyu -sadece Türkiye'nin sanat ve kültür ortamına değil, on yıllara yayılan acıların ve akan kanın tartışıldığı tüm gündelik yaşam zeminlerine de - sunuyorum. Tüm siyaset, medya, hukuk kimlik ve kurumlarının bir kez daha sorumluluk ve samimiyetlerinin sınanacağı bir döneme bahane olsun, tek tek her Türkiyeliye daha aydınlık bir gelecek için, gerçeğin bilgisi, gücü ve yolgöstericiliğini taşısın diye..."

Abdülkadir Aygan 1977-1985 yılları arasında bir PKK gerillasıydı, 1991-1999 yılları arasında da varlığı hala kimilerince tartışılan kontr-gerilla timi JİTEM için çalıştı. Hakan Akçura’nın kayıt altına aldığı bu video Aygan’ın İsveç’e sığınana kadar geçirdiği 22 yıllık dönemin bir itirafnamesi. Akçura’nın İsveç’te bulup konuşmaya ikna ettiği Aygan üç farklı kimliğini temsilen üç farklı sandalyeden, üç farklı gömlekle ve üç farklı açıdan kameraya sesleniyor: ‘Gerçekler bilinsin yeter’.
(!F Istanbul tanıtımından)

21.1.10

Hrant: Üç çift gözbebeği


Baykuş yine erken yayınlandı. Elbette ki Hrant'ı anacaktım bu hafta.
Hrant bir gece
bana, hala sona erdiremediğimiz kirli savaşa geçen yıl kurban verdiğimiz o iki masum ve genç insanla göründü. Ben de onlarla andım kardeşimi bu yıl:
Ceylan Önkol ve Serap Eser.


Şahmeran: Ceylan'dan bize kalan
Serap'ın cenazesinden (Genç Siviller)


Barışalım artık!

Sennur Sezer

12/12/2009

Günlerce sürdü hazırlığımız. Kaç kişiydik bilemiyorum. Bir yöneten vardı kalabalığı. Bir de yönetenin buyruklarını yerine getirenler. Yani bir dans salonunda erbane, tef, darbuka, davul, tulumla bir kıyıda bekleyenler, bir de koro, yani hepimiz. Yani Barış İçin Sanat Girişimi’nin katılımcıları. İsimleri sıralasam kaç televizyon programı çıkar diye çok düşündüm. Önce dans grubu çalışıyordu, horon tepiliyor, semah dönülüyor, sonra slogan çalışılmasına geçiliyordu:
“Önce erbaneler.”
“Güm, güm (ya da düm tek düm tek)”
“Şimdi zilli tefler katılıyor”
“Güm çın güm çın”
“Şimdi de vurmalılar...”
“Güüm güm çın ... Güüm .. güm çın..”
“Koro”
“Şimdi , şimdi...Barış hemen şimdi...Yeter yeter Savaş artık yeter!”
“Deng bi de, deng deng bi de aşitiyê .”
Provalar 10 Aralık içindi. İnsan Hakları gününde saat 19.00’da Taksim’den Galatasaray’a “Barış İçin Umut” yürüyüşü yapılacak ve basın açıklaması okunacaktı. Çağrımız yayılıyordu:
“Biz, tarihin emri, sanatın kavliyle barışı halklarımıza isteyen sanatçılar...
-Barış yolunu tıkamak isteyen karanlığa karşı,
-Başka şansımız varmış gibi barışa karşı kayıtsız ve isteksiz kalanlara karşı,
-Ceylan’ı unutmamak için,
-Geleceğimizin bir gün daha karanlıkta geçmemesi için...
Türkülerimiz, şarkılarımız, halaylarımız, horonlarımızla...
Umutla, coşkuyla, müzikle, dansla, eğlenceyle, sanatla yürüyoruz.
Eylemcemize hepinizi bekliyoruz.
Barış İçin Sanat - Sanat İçin Barış”
Semahlar için yeni sözler üretilmişti, “Yuh yuh silahlara/Yuh yuh savaşlara/Yuh yuh çetelere/Yuh yuh darbelere/Yuuuh!” Horon: “Hayde hayde! Sen de katıl, horona /Barışın horonuna” sözleriyle tepiliyordu.
Slogan grubunun elinde vurguların yönergeleri vardı: “Sustur , sustur ! Savaşın sesini sustur. Yükselt, yükselt ! Barışın sesini yükselt!” (Bu iki kıta beşer defalık tekrarla söylenecek. Önce söylenen kıta yüksek sesle başlayıp fısıltı şeklinde bitecek o sırada bir es sonrası fısıltı biçiminde başlayıp ses yükselecek sonrasında yine es ve alkış bunu izleyen slogan...vb.)
Şendik, Roman dansları bile vardı yürüyüşümüz için düzenlenen “İlle de barış olsun !Hem de çabucak olsun!”
Ama hava değişti, üst üste kötü haberler geldikçe çalışmamızdaki danslardan kıvrak adımlar, şen melodiler eksiltildi. Kışkırtıcıların eline koz vermemiz gerekiyordu. Tempomuz, melodilerimiz gibi çağrımız da değişti Savaşta ve savaş ikliminin yarattığı şiddet ortamında kaybettiklerimiz için yürüyecektik:
“...Biz barış isteyen sanatçılar bugün kaygılıyız!
Kalbimizi yakan son gelişmeler, akan kanlar, barış umudumuzu söndürmesin diye, Geleceğimizin bir gün daha karanlıkta geçmemesi için... Silahlar artık sussun diye, Barış yolunu tıkamak isteyen karanlığa inat yürüyeceğiz.
Barış isteyen herkesi son günlerde gelişmekte olan gerilim ve çatışma ortamına karşı sokağa çıkmaya, hayata ve barışa yeniden tutunmaya çağırıyoruz. Barış İçin Sanat / Sanat İçin Barış”
TAKSİM’DE
Yaklaşık 500 kişi olduğumuzu yazdılar. Belki de coşkumuz ve disiplinimizle 5 bin kişiydik. Yürüyüşe izin verilmedi. Önümüz çevik kuvvet ekiplerince kesildi. Ama ne teflerin ne sloganların arkası kesildi:
“Hiç kimse unutturamaz!? Kimi Kimi ?/Hrant Dink’i/Hiç kimse unutturamaz!/Neyi ,neyi?/Dersim’i Dersim’i/Hiç kimse unutturamaz/Kimi , kimi? /Musa Anter’i!/Hiç kimse unutturamaz!/ Neyi , neyi?/Sivas’ı, Maraş’ı/Hiç kimse unutturamaz!?Kimi kimi?/Uğur’u, Ceylan’ı, Serap’ı, Vedat’ı!/ Hiç kimse unutturamaz!/Neyi ,neyi/1915’i” Ve el çırparak tek bir ses, kim bilir belki görevliler de içlerinden katıldılar bu melodiye “Barışalım yeter! Barışalım yeter!” Aramızda fotoğraf taşıyanlar vardı: Diyarbakır’ın Lice ilçesinde hayvan otlatırken bulduğu bir cisimle oynarken meydana gelen patlamada ölen Ceylan Önkol, Diyarbakır’da DTP’nin yürüyüşü sırasında vurularak öldürülen Aydın Erdem, İstanbul’da PKK yandaşlarınca İETT otobüsüne atılan molotofkokteyli nedeniyle yaşamını yitiren Serap Eser, Mardin’in Kızıltepe ilçesinde öldürülen Uğur Kaymaz’ın. Ve bir pankartta canımızı yakan 7 genç ölünün adları yan yana, Serap, Vedat ve Tokat’ın Reşadiye ilçesinde kurulan pusuda şehit edilen 7 asker. Türkçe, Kürtçe ve Ermenice yazılı dövizler. Barış isteyen dövizler. Herkes az sonra okunacak basın bildirisini ezbere biliyordu:
“10 Aralık Dünya İnsan Hakları Gününde biz, bu ülkenin sanatçıları, kaygılıyız...
Yola çıkarken “Barışı kim istemez?” demiştik. “Birlikte yaşayan, yaşayacak halklarımızın barıştan başka şansı var mı?” diyerek yola düştük.
Bugün, ona bu kadar çok ihtiyacımız varken, barışa böylesine hoyratça davranılmasını anlayamıyoruz.
Barışın düşü bile bizi umutlandırırken; yürek parçalayan haberler geliyor, Diyarbakır’dan, Tokat’tan, İstanbul’dan... Acılar, ağıtlar birbirine karışıyor. Karanlık, bir ağır bulut gibi barışa olan hasretimizin üzerine çöküyor, kelimelerimizi boğuyor.
Nereye gidiyoruz? Barışa mı? O halde yanlış yoldayız.
Barış silah sıkarak, ayak sürüyerek, yalan söyleyerek gelmeyecek...
Çünkü barışa ulaşmadan geçirdiğimiz her gün, gençler için daha çok ölüm, anneler için daha çok gözyaşı anlamına geliyor.
Oysa barıştan korkulmaz, savaştan korkulur.
Barış yenmek ya da yenilmek değildir. Barış savaşmamak da değildir.
Barış, kucaklaşmak ve hayata yeniden başlamaktır.
Yetkili, yetkisiz herkese sesleniyoruz: Barışa kıymayın!
25 yıl... Binlerce can... Akan gözyaşları... Kaybettiğimiz zaman...
Yeter, Barışalım!”
Dağılırken birimizin söylediği söz benim duygularımı da yansıtıyordu: “Eylemimiz son gelişmeler yüzünden istediğimiz ve planladığımız gibi yapılamadı. Ama büyük bir kararlılık ve barış özleminin ortaya çıkarıldığı güçlü bir tepki oldu. Bunun medyanın görüp görmeyeceğini bilmiyoruz. ama görmese de kendi kendimizin medyası olalım..”

20.1.10

Ece Temelkuran: "Hrant öldürülmeseydi bu harita böyle olmayacaktı."


TEKEL işçileri ve Hrant

Ece Temelkuran

20 Ocak Çarşamba 2010
Milliyet


Şimdi Hrant’ı anmak için Agos gazetesinin önüne gitmek üzereyim. Hava, -1 derece. Ama memleketin hali daha da kötü, siyasi hava -1’in de altında olduğu için, ısınmak için gideceğim. O kadar güzel adamı ve kadını öldürmeselerdi böyle olmazdı bu hava, yenilerini öldürmesinler diye gideceğim.

Selendi’de Romanları linç edip sonra da bir gecede tehcir etmezlerdi, bütün bu yapılanlardan sonra Başbakan çıkıp, Romanları her derde deva TOKİ bloklarına yerleştireceğini söyleyemezdi. Yoksulların şehrin dışında, insanlıktan uzakta bir yerde depolandığı dev konserve kutuları...

Edirne’de çocuklara vurmazlardı ve Türkiye’nin muhtelif yenlerinde alabros tıraşlı kabadayılar, kendinden başka herkesi linç etmek için, Türkiye’de kimin konuşacağını kimin susacağını belirlemek için her daim sokaklarda olmazlardı.

Birgün gazetesi bir harita verdi pazar günü. Hakan Akçura’nın bir çalışması. Türkiye’nin linç haritası. 1992’den beri ülkede yapılmış ya da girişilmiş linçlerin olduğu yerler kırmızıyla boyanmış. Harita kıpkırmızı. Kalan yerlerde de linç edecek ‘renkli’ insan kalmamış, ya da Kürtler yaşıyor, bakınca görüyorsunuz. Hrant öldürülmeseydi, Uğur Mumcu, Deniz Gezmiş, geriye doğru hafızamıza sökün eden, tanınmış ya da tanınmamış onca insan katledilmeseydi bu harita böyle olmayacaktı. Kendinden farklı olan her şeye saldıran, korku ve hınçla saldıran bu kalabalıklar böyle büyümeyecekti.

Linç, eğer kendini normal sayanın anormal olarak gördüğünü, devletin sessiz onayıyla, sokakta “itlaf” çabası ise, sormak isterim bu ülkede normal ne?

Tek bir normal var bu ülkede artık. Polat Alemdar. Polat ve onun işbirlikçileri. Karbon kopyası alınıp sokaklara dağıldıkça daha da beterleşen bir tip bu. Cümle kuramayan, kurulan cümleleri anlamayan, her an herkesi düşman sanabilen (birçok linç girişimi göstericilerin PKK’lı ya da yasadışı örgüt üyesi “zannedilmesi” yüzünden oldu son zamanlarda), dinlemeyen, herkesin susmasını isteyen, gelecekle ilgili tasarımsızlığı ürkütücü olan ‘kütleler’, normalin ne olduğunu belirliyor. Bu durum, ülkeyi kütleleşmiş dehşet bedenlerinden müteşekkil hale getirdi. Her şehirde bir kütleleşmiş, dehşet bedeni var. ‘Sapkın’ olarak tarif ettikleri her bir bireye, gruba karşı silahlanmış, tetikte bekliyorlar. Evet, söylediğim kadar ürkütücü. Hatta daha da.

Tek bir çözümü var bu işin: Kütleleşmiş, dehşet bedenine karşı duran bir kitleleşmiş, kardeşlik bedeni. Nerede o? Ankara’da. TEKEL işçilerinde. PKK’lı zannedebildiler mi onları? Yasadışı örgüt sanabildiler mi? Sanabilemezler. Zira kitle, konuşabilir. Cümle kurabilir. Kitle, dehşetin kütlesine karşı koyabilecek güçtedir.

Linç, öyle ya da böyle devlet tarafından onaylanan şiddettir. Ceza hukukumuzda lincin bir suç olarak tarif edilmemesi bir yana, polisin izlemesi, müdahale etmemesi linci her seferinde onaylar. Nihayet, linç edilecek olan “anormal” devlete, iktidara da bir tehdittir. Öldürsünlerdir onu, parçalasınlardır zaten.

Ama ne oldu? TEKEL işçileri, dönüp bakınız son yıllara, kimsenin hiçbir biçimde yerinden kıpırdatamadığı siyasi iktidara geri adım attırmış, susturmuş, pusturmuştur. Daha önemlisi, sokakta, linçin normalleşmesiyle kurulan yeni hukuku da bozmuştur. Yani sadece işçiler için değil, halkın bütünü için bir şey yapmıştır TEKEL işçileri. Türkiye için. Bu yüzden o büyük kardeşlik bedeninden, TEKEL işçilerinin oluşturduğu büyük gövdeden kol bacak koparmaya çalıştı iktidar. O gövdenin toplamından korktuğu için, uzuvlarını kopararak düşkünleştirmeye çalıştı onu. Ne oldu? Olamadı. Zafer, kardeşliğindir. Zafer, işçinindir. Hiçbir gazete bunu birinci sayfasına koymasa bile, bir tek televizyon vermese bile bu böyledir ve Türkiye tarihine böyle geçecektir. Yeni bir dönemin başlaması yakındır. Zafer, şimdiden işçilerindir. Bin kere helal olsun.

(Bu yazıda, Birgün gazetesinin geçtiğimiz pazar günü verdiği Linç eki ve Birikim dergisinin hediyesi olan, Tanıl Bora’nın hazırladığı “Türkiye’de Linç Rejimi” kitapçığından yararlanılmıştır. Emeği geçen herkesin ellerine sağlık.)

18.1.10

Tornavideo Hits The Road For Some Repair Work On Contemporary Art!


Tornavideo video-art activity

Özgen Yıldırım

Curated by Funda Oruç, Uğur Karagül
Artists: Ferhat Özgür, Gözel Radyo, Hakan Akçura, Maria Sezer, Nezaket Ekici, Ozan Adam, Şinasi Güneş


Contemporary art makes another appearance in Ankara. A new exhibition activity meets the audience in a dynamic and energetic platform. With Funda Oruç and Uğur Karagül as curators, Tornavideo exhibition will meet the audience in Tamirhane Bar, a meeting point of the youth.

When we take a look at the recent contemporary art history of Ankara down the time tunnel, we see that; the 1st -International Asia-Europe Art Biennial- in 1986 was motivating for Ankara art community. This biennial chain continued in 1998- 90- 92 years. By the end of 1980s, a student from Hacettepe University called Salim Özgilik, with the moniker -Moni-, exhibited some installations and performances challenging the established order of art environment.

Founded as a branch of the first foundation university established in Turkey in 1984, Bilkent University, Fine Arts, Design and Architecture Faculty became the focal point of innovative artists. And a group of students from Fine Arts, Design and Architecture Faculty at Bilkent University formed -Grup Grip-in-. Grup Grip-in held the -Popular Myths and Graphic Image Circulation- titled exhibition in Ankara Anfa Altınpark Exhibition Center in 1992. In 1993, -Hangar Artistic Organization- was founded by Cebrail Ötgün, Atilla İlkyaz and Cezmi Orhan. After making some important activities contributing to the contemporary art setting of Ankara, the organization split. The interesting -Gar Exhibition- held in Ankara Station in 1995 was shut in a single day. The installation of Selim Birsel, -Lead Sleep- is still engraved in our memories. -Youth Art Activity- has been organized four times, the first being in 1998. The most striking of these were -Youth Art-3- exhibition organized in Ankara Contemporary Arts Center in 2000 with Vasıf Kortun as the curator. This exhibition was really decisive in terms of historical process. If we examine this exhibition properly, we can clearly see that the artists in this exhibition today direct contemporary art movement in Turkey.

After that, the art practices in Ankara have frayed around the edges and seem to have run dry for so long. 2 young curators are making a stagnation-breaking contribution with the -Tornavideo- exhibition devoting all their dynamism into the work. -Tornavideo- exhibition activity contains the works of 7 contemporary artists: Ozan Adam, Hakan Akçura, Nezaket Ekici, Şinasi Güneş, Ferhat Özgür, Gözel Radyo and Maria Sezer.

The first Tornevideo exhibition artist is Ozan Adam, known for his experimental video and film works. The story of the artist's film -The Two Names of A Testimony About The Execution of A Happening And A Suitcase Full of Broken Records- is mounted on some sequences from various stories in a sleeping man's dreams. In another film of him, -Zymotic-Amaurosis: Contagious Arbitrary Blindness- he builds on how reality and subconscious are mixed up in a surreal way as a consequence of experiments performed on a blind man's memory and dreams. The theme of these two films of the artist refers to psycho-social processes. And his film to be presented within the scope of Tornavideo exhibition is an animation. The music of this 1-minute animation called -Little Bird- is written by Ozan Akıncı. This animation is about the transformation of lines into shapes, then objects and figures by changing shape, and finally a spatial journey. This process takes place with a simple triangle turning into a pyramid object which is 3d form, then a cornered object after changing its shape, following it a human hand derived from this, and a woman figure with the re-forming of the hand, and finally transformation of this woman figure into a little bird flying in the tunnel of infinity. The artist finishes this animation, that begins with lines and turns into a bird figure and spreads into eternity, i.e. evolutionary process of forms with the idea of eternity ironically.

Another artist taking part in Tornavideo and describing himself as open flux artist is Hakan Akçura who lives in Sweden. The artist exhibited every document with the attribute of -mirror- requested from the persons on the internet according to their date of arrival in the -I Want My Mirrors- project leaving its mark on the minds of men. It should be noted that; Akçura also has some harsh and striking political works. One of them is the extraordinary video work he shot in Sweden with an individual named Abdulkadir Aygan, who once had connection with a terrorist organization [PKK (Kurdistan Workers' Party) and JITEM (Gendarmerie Intelligence and Counterterrorism) HA] and then escaped and settled in Sweden. Akçura preferred to spread this video known as -It Is Enough That The Truth Comes Out-. The -Open Letter to Swedish Migration Board- titled video of the artist turns the residence permit extension decision waiting process of the artist in Sweden in 2006 into a video performance, and he describes this work as -for the sake of accelerating this process for myself and to support all waiting immigrants as far as possible--. The video of the artist to be presented in Tornavideo exhibition is again a video making reference to immigration and being an immigrant. His video -Catharsis- contains improvised actions of a group of immigrant youth in Stockholm. We can see the traces of being an immigrant in a foreign country, cultural entrapment, sense of belonging or shortly being stuck in between from the dictions, the musical tastes, dressing styles, dances and technological equipments of the youth.



Another artist in Tornavideo is Nezaket Ekici, a performing artist living in Germany. Taking every social fact as a subject, women's problems being in the first place, the artist begins with expressing artistic actions with her body and turns them into a performance. Having also installation and video works, one of the artist's projects -Self Diversity- is composed of performance and installations and questions gender, race and identity concepts. The performance-video with the title -Wardrobe- will be exhibited in -Tornavideo-. The artist stands before a two-door wardrobe half-naked and takes some clothes and puts them down. After this, the artist stars wearing the clothes continuously one after the other. As the clothes are put on successively, they start creating a physical pressure on the artist. However, the artist is insistent on wearing them. The artist's insistence on wearing in her intellectual dimension clashes with the resulting physical pressure. This clash ends with the artist getting help from the individuals around. Emphasizing the naturalness of mankind at the beginning of the performance with -being naked-, the artist becomes distanced to this naturalness as she wears the clothes one after the other, and becomes alienated to herself first, and then the surrounding environment.

With his installations, works on canvas theoretically built on hermeneutics and constantly deconstructed, video art works where he interprets the visual sometimes with an ironical seriousness, and sometimes with a mise en scene language and his art aesthetics captured in the ordinary in all his works, one of the important projects of the contemporary artist Şinasi Güneş is -Obsession-. Seeing the light of day in 2005, this project helped to create a memory record in terms of audio art videos. The close ties of the artist with mail art have been actualized in his mail art projects on -Watch-, -Fundamentalism-, -Global Warming-, -Woman and Ecology-, -Gypsies-. Güneş also prepares street-art promoting publishes and fills a gap in this sense. He offers an alternative course to contemporary art practices with an e-zine named -e-benzin- published on electronic environment. Some of his videos area -Horned Toad-, -Anatolia-, -Batumi-, -After the Sheep-, -New York and Chewing Gum-. His video -New York and Chewing Gum- is built on the traces of many chewing gums deliberately or unconsciously thrown by people of New York to Brooklyn Subway floor. Having turned this performance into a book with the same title, the artist has completed the deconstruction process.

The artist is featured in Tornavideo with the -My Lovely Hats- titled video constructed again with an ironical and cynical mise en scene. The artist puts on several objects over his head like hats. There are art books, flower pots, bags, buckets, boilers etc. among these objects. Each hat refers to a social role and points to a character fact. The artist strengthens the sense of rhythm with a background rap song. We see ironic allusions in this video.

Ferhat Özgür, a contemporary artist living in Ankara, underlined and expressed urban progress of Ankara, rational and irrational results of modernism, city-individual and change facts in his -City Journal- titled exhibition composed of his photograph and video pieces of work. We witness the points underlined by the artist in the negative effects of recent urban transformation programs that eventually lead to -destruction- in metropolises particularly in Istanbul. A series of performative photo works of Özgür in historical places with the title -Jump", and also the -Jump- titled video of him creates some mise en scene situations with the artist trying to touch the peak points by jumping. The artist added city-individual dualism building and history and expended the interpretation perspective. Getting involved in -Tornavideo- with his video titled -Upper Garden-, Ferhat Özgür appears with a different theme. In this video, he shows the military greeting ritual process in sequences with the preparation to ceremony until the end of ceremony. The artist begins with showing ritual elements like cannon ball, helmet, shoulder mark one after the other, and following this, we see some sequences from the march of soldiers and greeting ritual, then the greeting ritual ends.

An interesting artist in -Tornavideo- is Gözel Radyo, who first of all brings together cues with music and as a pioneer blends electronic music with arabesque and oriental tunes. Some of the released music albums are -No-Exotic-, -Sound of the World: Turkey- and their fanzine is entitled -Güzel Mecmuası-. The artist creates versatile alternative works. The video which will be shown in -Tornavideo- is -İsyanbul 2010-. The artist acts in his own way over some scenes and dialogues from old Turkish films and achieves a comic effect. At this point, there are some experimental verbal rhythms streaming and they accompany the images in the background. The artist begins the message bombardment with smart cards and continues with microchips and ends with GMO. The artist associates these elements with Istanbul 2010 project as the name suggests. The artist makes use of ad techniques in the presentation of the messages placed within the video flow in critical moments. Therefore, the influence area of the video is extended.

Another artist in -Tornavideo- is Maria Sezer who states -Opposing the nature and trying to dominate the nature does not always bring happiness to people- and uses nature and time as a reference in her artistic works. Time and change are states where the artist makes the ironic and complicated association of these two concepts an object of inquiry in her works or naturally exhibits it. In one of Sezer's installation works taking Rapunzel story as the center, the artist nearly creates an image of ladder with black, long and bush-formed yarns just like Rapunzel's hair. Having assembled beauty and nature concepts with the sense of protection in this work, the artist designs original raku plates by using the special firing technique known as raku in another exhibition. Being a notable expert of transforming natural materials, the artist will appear in -Tornavideo- with her video titled -Swarm- created with similar operations. The video begins with the display of a colony of bees flying in the air, and then the movements of bees in and out of their hives are shown like a ceremony to the audience. Each entry to the hive means that a brood waiting at a cell gets fed and remains alive. Each swarm becoming a grown bee moves out of the cell to make honey.

I think the most striking element in Tornavideo exhibition activity including Funda Oruç and Uğur Karagül as curators is that; most of the internationally active artists in the exhibition consist of the rare independent artists in Turkey.
I hope this exhibition will precipitate art project initiatives and serve as a factor in emergence of new breath in the contemporary art scene.

tornavideo06@gmail.com
http://tornavideo.blogspot.com
http://www.tamirhanelive.com

Opening January, 15 2010, Friday 19:30
Tamirhane Live Music
Tunalı Hilmi Cad. Bestekâr Sok. 49/A Kavaklıdere - Ankara (Old Getto Pub)

17.1.10

"Az kaldı"

Bugünden başlayarak Birgün gazetesinde bir görsel köşem var. Adı "Baykuş".
Bugün Pazar ekinde yeralan ilk işimin adı "Az kaldı".
Köşem bundan sonra, özel bir değişiklik nedeni olmadıkça cumartesi günleri yayınlanacak.


Az kaldı/Hakan Akçura/Ocak 2010 (Detaylı görebilmek, inceleyebilmek, okuyabilmek için üzerine tıklayın.)

Ek:Haritaya ne yazık ki eklenecek "gelişmeler"
Erzincan 17 Ocak 2010

Adana Kozan 31 Mart 2010
Tire 6 Nisan 2010
Samsun 14 Nisan 2010
Denizli 14 Nisan 2010
Bursa 16 Nisan 2010
Kayseri 23 Nisan 2010
İzmir 28 Nisan 2010
Sakarya 1 Mayıs 2010
Samsun 3 Mayıs 2010
(Muğla-Milas 6 Mayıs 2010)
Antalya 7 Mayıs 2010
Manisa-Demirci 3-8 Mayıs 2010
Muğla 14 Mayıs 2010
Ankara 15 Mayıs 2010
İzmir 20 Mayıs 2010
Tekirdağ-Malkara 1 Haziran 2010
Tunceli 9 Haziran 2010
Şanlıurfa-Mardin Karayolu 11 Haziran 2010
Giresun-Tirebolu 27 Haziran 2010
Kütahya 12 Temmuz 2010
İstanbul 12 Temmuz 2010

İstanbul 18 Temmuz 2010
Bursa - İnegöl 25 Temmuz 2010
Hatay - Dörtyol 26 Temmuz 2010
Şanlıurfa - Suruç 25 Ağustos 2010
Bursa 10 Eylül 2010
Balıkesir - Susurluk 13 Eylül 2010
Bolu 25 Eylül 2010
Aksaray - Sultanhanı 25 Eylül 2010

Yenileme: "Daha da az kaldı!" (Eylül 2010)

Yenileme: "Bitmek üzere!" (Ağustos 2012)

Annem web kamerasından bana, işimin içinde nasıl yeraldığını erken saatlerde internet aracılığıyla göremediğim gazeteyi gösteriyor.

Cengiz Aktar: 19 Ocak öncesi ruh halleri

Cengiz Aktar
Vatan
17 Ocak 2010


Hrant Dink katledileli üç yıl oldu ve onu öldürtenler elini kolunu sallayarak dolaşıyor. Hrant’ı kollektif bir ‘resmî’ irade öldürdü. Cinayetin arkasındaki ‘devlet eli’ yargı önüne çıkarılmadıkça hiçbirimizin geleceğinin güvence altında olmadığını biliyoruz’ diyor Hrant’ın Arkadaşları. Salı 19 Ocak saat 14.30′da Agos‘un önünde toplanıp adalet taleplerini bir kez daha haykıracaklar. Dava avukatları Fethiye Çetin ve Deniz Tuna‘nın hazırladığı rapor incelenmeli.

Hrant’ın katli, ortalığa iyice saçılmış bulunan ‘vatankurtaran çete’ tezgâhları arasında adı daha öyle konmamış olanlardan. Hrant’ın vicdanı, kişiliği ve kimliği, hakikatin ortaya çıkmasının hayatiyetini ve aciliyetini katlıyor. Eğer adalet yerini Türkiye’de bulamayacaksa tıpkı Refik Hariri ve Benazir Butto’nun katlini aydınlatmak için Birleşmiş Milletler’de kurulan ‘Hariri Komisyonu‘ ve ‘Butto Komisyonu‘ gibi bir ‘Dink Komisyonu‘ kurulmasının vakti geldi.

Linç ve ırk

Her insan topluluğunda mevcut olan yabancısevmezlik, hakim unsur refleksinin küstahlığıyla harmanlanarak hızla ırkçılığa doğru evriliyor. Gün geçmiyor ki bir linç girişimi haberi gelmesin. En ironik olanı ‘Amerika defol bu vatan bizim‘ci güruha Edirne’de tıpkı kendileri gibi düşünenlerin onları Kürt sanarak saldırmasıydı.

Kitlesel dalgalar böyledir. Birikmiş kin ve envai çeşit doyumsuzluğun önünde kimse duramaz. Linç de bakarsın içsavaşa dönüşüverir. 1990′ların başında, sabah birlikte ‘kavitsa’ içen Sırp, Boşnak ve Hırvat öğle vakti birbirini kesmeye başlamıştı. Sosyalist kardeşlik masallarıyla büyümüş olanlar Yugoslav savaşlarının vahşetine, derinlerdeki ırkçı damarların birden bire patlamasına inanamamıştı. Tanıl Bora‘nın son kitabı ‘Türkiye’nin Linç Rejimi‘ ve sanatçı Hakan Akçura‘nın Türk Irkçılığı ile Yüzleşme Yazıtı incelenebilir.

Nüfus artışında azalma

Başbakan’ın ‘üççocukyapın’ takıntısı mâlum. Bunun ardında Kürt nüfusun (ne demekse) Türk nüfusu geçeceği gibi paranoyak bir endişe vardır. Hani et ile kemik idik? Ki öyleyiz, kız alıp kız vermedik mi? Üstelik Kürt illerinde de nüfus artışı azalıyor, daha da azalacak.

Geçende Eğitim Bakanı TÜİK’in nüfus artışı ile ilgili bir raporunu eğitim açısından değerlendirirken artış hızının düşmesini kaygıyla karşılamış. Türkiye gençlerini ne eğitebiliyor, ne de istihdam edebiliyor. Erkekleri askere yolluyor, o kadar. Asker sonrası eğitimi de televizyon sağlıyor. Yine TÜİK rakamlarında verilen 50 yaş altı nüfus, toplamın %88′i. Bu dev kitlenin eğitimi berbat, iş bulma şansı karanlık. Daha dilde karşılığı olmayan, ‘doğumcu’ veya ‘nüfusçu’ olarak tercüme edebileceğimiz ‘natalist‘ politikanın Türkiye’nin ekonomik ve sosyal konumunda hiç bir yeri yok, ama müstakbel sosyal patlamalarda yeri muhakkak olacaktır.

18 yaşında ve herşeyi biliyor

‘Bize AB’yi anlatmayın, AB’yi biliyoruz. TEKEL işçilerinin yaşadıklarının sebebi, özelleştirmelerle halkımızın fakirleşmesinin, Fransa’nın Fildişi Sahilleri’nde yağdırdığı bombaların sebebi olduğunu biliyoruz. Katil AB, işbirlikçi AKP.’ Zırcehalet manzumesi bu hükümleri geçen gün Bahçeşehir Üniversitesi‘nde Egemen Bağış ile yapılan sohbet toplantısının başında bazı ‘gençler’ vermişti. Hatırlarım, Romanya diktatörü Çavuşesku idam edildiğinde, Romanya’daki birkaç nostaljik dışında bir tek Türkiye’de protesto düzenlenmiş ve ‘Çavuşeskular ölmez‘ sloganı atılmıştı. Sade siyaseten değil ahlâken de çökmüş bir sistemi savunan stalinci solun tekne kazıntılarının gençliğin delifişekliğiyle falan ilgisi yok. Bunlar 18′inde kitabı, defteri kapatmış ihtiyarlar.

14.1.10

HEP Beijing will run!


HEP Beijing,
curated by Jose Drummond,
will run from 16 January (opening) to 14 March 2010
at
AFA Beijing
Opening hours: 12AM to 6PM Daily except mondays.

Video is one of the most prolific visual mediums in use today. The Human Emotion Project (HEP) Beijing selection links together more than 40 voices from all over the world. Presented in 4 weeks, each with a different program exploring different topics.

HEP was presented in Australia during February, in Italy during March, in Spain during April, in Portugal during May and in Macau in December. Exhibitions and screenings are also being prepared in Sweden, Denmark, Germany, Romania, Greece, Iran and USA.

Drawn together by the art that they share via the Internet, artists with disparate cultural and aesthetic identities approach the internal workings that exist in all humans. Emotions are inherently difficult to explicate. How does one describe fear? We know it when we feel it but how can we share, through the paltry use of language, our experience of it? Moving images, mostly embellished with sound, extend the expressive possibilities beyond what can be accomplished through language or even static imagery. By employing the largest palette of creative possibilities, film and video artists from around the world strive to externalize those complex driving forces that we all enjoy and endure and that bind us, as humanity, together despite our differences.

Alison Williams,
HEP Founder & Director

Video is one of the most prolific visual mediums in use today. The Human Emotion Project (HEP) Beijing selection links together more than 40 voices from all over the world. Presented in 4 weeks, each with a different program exploring different topics.

“Paradox”, “Loss & Desire”, “Transformation” and “Fantasy” are the chosen topics for understanding video art, its own multiplicity and the reunion around the imaginative subject of The Human Emotion Project (HEP).

Jose Drummond
Curator


Paradox
The artists in “Paradox” investigate the contradictions between documentary and performance, fact and fiction, order & chaos. What is real and what is staged? The absurdity of real life, the ambiguity of movement and the enigma of space are some of the perceptions raised in “Paradox”.



Dave Swensen Until Death Parts Us 01:23 - USA
Nicole Rademacher Walk With Me 01:16 - USA
Khairy Hirzalla Looking for 01:54 - Jordan
Hakan Akçura Catharsis 05:25 - Turkey/Sweden
Larry Caveney Arm Wresting Intervention 08:51 - USA
Kim Miller Thanx for Meeting Me Here 03:11 - USA
Vienne Chan Nightdance 05:53 - HK/Canada
Basmati Corpus Tracks 05:17 - Italy
Irina Gabiani Samaia or Triamazikamno 06:26 - Luxembourg
Xenia Vargova Tutu 03:10 - Bulgaria
Ng Fong Chao Redemption 10:55 - Macau


Loss & Desire
“Loss & Desire” explores the ambiguity of misplaced feelings from the philosophical aspect to the emotional. The strong deficit of engagement, the desire for connection and the interior struggle for clarity are permanent in each work.

Gaia Bartolini Unseen Dialogue 07:21 - Italy
Daniel Chavez Self Examination – I Am Nothing 02:38 - USA
Michael Douglas Hawk Bubble Girl 02:14 - Germany
Richard Jochum Mama 01:34 – Austria/USA
Alison Williams Cage-panic 01:46 - RSA
Debbie Douez Two in One 03:18 - Spain
Manfred Marburger Proud 02:15 - UK
Gili Avissar Self portrait-Dead artist 00:34 - Israel
Jose Drummond The Illusionist 01:58 – Portugal/Macau
Masha Yozefpolsky Deep Freeze Israel
Bianca Lei Won Ton noodles, I love …… IT ! 13:00 - Macau


Transformation
The power of “Transformation” is a vibrant and integral part of our lives. The mystery of life changing, the spirituality of isolated gestures and sounds and the manipulation of these elements compose a space of reflection and intimacy.

Amina Bech Tranquility Inverted 03:40 - Norway
Bill Millett The Book 06:46 - UK
Anders Weberg Undisclosed beauty 03:13 - Sweden
Glenn Church Fragility 05:33 - UK
Alison Williams & Anders Weberg Mirror Mirror 02:30 - RSA/Sweden
Christy Walsh Isolation 03:28 - USA
Alberto Guerreiro Transcendent 04:30 - Portugal
Alicia Felberbaum There and Back 02:47 - UK
Sue Pam-grant Portrait 03:26 - RSA
Danny Germansen Alienation & loneliness 01:59 - Denmark
Alice Kok The Duet 03:21 - Macau


Fantasy
“Fantasy” draws inspiration from the apparent fascination of lively graphic imagery. The looping of the modern era, the provocation of literature, the encounter with the fantastical and the employment of technology contribute to the process making of these visual stories.

Adamo Macri OOC 05:51 - Canada
Ebert Brothers Bluescape 02:57 - Germany
Verena Stenke/Andrea Pagnes Crossing 02:44 - Italy
Robertina Sebjanic Bubble 06:02 - Slovenia
Niclas Hallberg The Crying Man 01:23 - Sweden
Michael Chang Concerto Azzurro 06:10 - Denmark
Paolo Bonfiglio Mater 07:20 - Italy
João Ricardo Scarleet 07:04 - Portugal
Cindy Ng Walking 09:25 - China

6.1.10

Tornavideo (Screwdriver + Video = Screwdrivideo): The world, art and Ankara are changing


TORNAVIDEO*

World is changing...

Art is changing

So is Ankara...

Thanks to globalization, technology, informatics and the internet, we are close to every corner of the world through just a “click”. The borders are disappearing and the area is expanding. Apart from the artistic dimension of this situation, when we turn back to our life, it is not that easy and colourful in fact, especially for the ones living in big cities and metropolises. We waste our time running from one place to another because of some reasons such as work, school, shopping, social activities and so forth. In addition to affecting our life style, the conditions of this era and its heady speed naturally affect the scope of the current art and its application techniques as well.

The fact that technology, informatics and the Internet is constantly renewing and getting more widespread has also affected the techniques used in art. Thus, multimedia’ has become apparent in the production of art. Art works produced by using computer programmes like Photoshop, digital press on canvas or on different materials, digital pictures, e-mail, video and audio recordings, advertisement ( display poster, billboard, TV, etc.) are among the most widely used practice and presentation techniques. Besides, an interactive expansion via technology and the Internet has had a place in art practices. The aim is to make the audience actively participate in the process of art production by using internet or sometimes by live performances or such activities. By this way, the borders between artists and the audience will be replaced by interaction.

Different from the traditional understanding, presentation and exhibition are not restricted to the galleries any more. All indoor buildings and also outer space like streets, in other words every place which belongs to the public space, is now used for exhibition. This is because in the 21st century, most of us have neither time to spend years in front of a canvas for a painting, nor time to go to a gallery and see an exhibition

Due to the reasons discussed in detail so far, bars/ cafes and such places are among the most convenient places for exhibitions. Among these places, the most convenient one is undoubtedly the “Tamirhane (repair-shop)”. (We are getting tired at school, at work, on streets, we are getting exhausted. Each of us is like a machine; we need a repair-shop/ TAMİRHANE). As for the Tamirhane, it needs an activity that will expand its horizon. It needs – ‘TORNAVIDEO’.

With the Tornavideo activity, it is aimed to bring every sector together whether they are interested in art or not by attracting attention to the video art which is the focus of the contemporary art and also to the exhibitions in public space. By doing this, it is targeted that contemporary art practices will become more popularized and contribute to contemporary art practisers by creating an alternative space to exhibit their work. Besides, our all expectation is to get rid of the prostration by bringing a new insight into art practices in Ankara.

The Curators of the Tornavideo Activity
Funda ORUÇ, Uğur KARAGÜL

* TORNAVIDEO : Screwdriver + Video = SCREWDRIVIDEO

Artists: Ferhat Özgür, Gözel Radyo, Hakan Akçura, Maria Sezer, Nezaket Ekici, Ozan Adam and Şinasi Güneş


TORNAVIDEO Video-Art Activity, 15-22 January 2010

Place: Tamirhane, Tunalı Hilmi Cad. Bestekar Sk. 49/A Kavaklıdere-Ankara
Tel: +903124662142


Two "recording videos" of Hakan Akçura in this activity: "Catharsis" and "Rush Hour"



Tornavideo: Dünya, sanat ve Ankara değişiyor


TORNAVIDEO

Dünya değişiyor…
Sanat değişiyor…
Ankara da değişiyor…

Küreselleşme, teknoloji, bilişim, internet derken dünyanın bir ucundan diğer ucuna bir “tık” kadar yakınız artık. Sınırlar kayboluyor, alan genişliyor… İşin sanal boyutu bir tarafa gerçek yaşantımıza döndüğümüzde hayatımız hiç de o kadar kolay ve renkli değil aslında, özellikle de büyükşehirler ve metropollerde yaşayanlar için. İş, okul, alışveriş, toplantı, sosyal aktiviteler vs. vs. vs... Zamanımızın çoğu bir yerden başka bir yere koşarken kaybolup gidiyor… Çağın koşulları ve bu baş döndürücü hız, yaşam biçimimizi etkilediği gibi, günümüz sanatının kapsamını ve uygulama tekniklerini de etkiliyor doğal olarak.

Uygulama konusunda, teknoloji, bilişim ve internetin sürekli kendini yenilemesi ve yaygınlaşması sanat üretiminde kullanılan tekniklere yansımıştır, böylelikle ‘multimedya’ sanat üretiminde kendisini göstermiştir. Bilgisayar ortamında photoshop ve benzeri programlarla üretilen işler, tual bezi veya farklı materyaller üzerine dijital baskılar, dijital fotoğraflar, e-mail, video ve ses kayıtları, reklam( afiş, billboard, tv vb.) yaygın olarak kullanılan uygulama ve sunum teknikleri arasındadır. Ayrıca teknoloji ve internet aracılığıyla interaktif bir açılım da sanat uygulamalarında yerini bulmuştur. Kimi zaman internet aracılığı ile kimi zaman canlı performans ya da benzeri etkinliklerle, izleyicinin de sanat eserinin üretim sürecine aktif katılımı sağlanmaya çalışılmaktadır. Böylelikle sanatçı-izleyici arasındaki sınırlar da yerini açık etkileşime bırakmıştır.

Geleneksel anlayışta olduğu gibi, sunum ve sergileme galeri mekânıyla kısıtlı değildir artık. Her tür iç mekân; bina/yapı, dış mekân; sokaklar, yani kamusal alana ait her yer sunum için kullanılan yeni mekânlar arasındadır. Çünkü 21. yüzyılda birçoğumuzun ne bir resim için tuval başında yıllarını verecek vakti var, ne de günlük koşuşturma arasında sergi ya da etkinliği izlemek için bir sanat galerisine özellikle gidecek vakti…

Yukarda uzun uzun değinilen sebeplerden dolayı, artık sergi için en uygun mekânlar arasında barlar/kafeler ve türevleri de yer almaktadır… Bu mekânlar arasında en uygunu ise “Tamirhane”dir şüphesiz. (Okulda, işte, sokakta, gün boyu yoruluyor, yıpranıyoruz… Makineler gibiyiz her birimiz, TAMİRHANE'ye ihtiyacımız var…) Tamirhane’nin ise eğlenirken öğreten, ufuk genişleten bir etkinliğe, yani “TORNAVİDEO”ya ihtiyacı var…

Tornavideo etkinliği ile, çağdaş sanatın odak noktasında olan video sanatı ve kamusal alanda sergilemeye dikkat çekerek, sanatla ilgilenen ilgilenmeyen her kesimi buluşturmak amaçlanmaktadır. Böylelikle, Türkiye’de çağdaş sanat uygulamalarının yaygınlaşması, mevcut çağdaş sanat uygulayıcılarının çalışmalarını sergileyebileceği alternatif bir alan yaratmak konusununda katkı sağlamak hedeflenmektedir. Ayrıca, Ankara’da yapılan sanat etkinliklerine yeni bir bakış açısı getirerek silkelenip, üstümüze yapışıp kalan memur bezginliğinden bir nebze olsun kurtulmaktır bütün ümidimiz…

Tornavideo Etkinliği Küratörleri
Funda ORUÇ, Uğur KARAGÜL

Uluslararası sanat ortamında aktif olan sanatçılardan, Ferhat Özgür, Gözel Radyo, Hakan Akçura, Maria Sezer, Nezaket Ekici, Ozan Adam ve Şinasi Güneş’in katılımları ile gerçekleşecek olan etkinlikte, sanatçıların animasyon, performans, video-art gibi farklı tür ve içeriklerde video çalışmaları sergilenecek.


TORNAVIDEO Video-Art Etkinliği, 15-22 Ocak 2010 tarihleri arasında bir hafta süresince izlenebilir.

Yer: Tamirhane, Tunalı Hilmi Cad. Bestekar Sk. 49/A Kavaklıdere-Ankara
Tel: +903124662142


Hakan Akçura'nın etkinlikte gösterilen iki "kayıt videosu": "Catharsis" ve "Rush Hour (Paydos vakti)"


Catharsis from hakan akcura on Vimeo.

Rush hour from hakan akcura on Vimeo.