29.6.08

Baykam imzalı bir ibret vesikası ve açık istifam


İbret vesikası

kimden: upsd@upsd.org.tr
kime: hakcura@gmail.com
tarih: 27 Haziran 2008 Cuma 22:26

Hakan Akcura'nin UPSD yonetim kurulu olarak kendisine ilettigimiz yanita cevabini biraz ilgi biraz da dehsetle okudum. Birincisi kendisine olan yanitimizi tek basima yazsaydim tek basima imzalardim. Ama, biz bunu dunku yonetim kurulumuzda tum yonetim kurulu uyelerinin katildigi bir oturumda yedi kisinin birebir bilgisi dahilinde, tum icerik ve gerekceleriyle beraber tartisip, hemfikir olarak karar verdik. Merak ettim, Hakan Akcura neye dayanarak UPSD yonetim kurulunun karar ve imza yetkilerini sorgulama hakkini kendinde buluyor?


Evet, bu mailin benim mail adresimden UPD'ye, oradan kendisine gittigi dogru. Hangi mail server larini kullanip kullanamayacagimizin iznini Akcura'dan mi alacaktik?

Bugune kadar Turkiye neredeyse hergun, belki 30, belki 60 yildir buna benzer siyasi polemikler ve tartismalar, inis cikislar yasadi. UPSD ise 19 yildir var. Bugune kadar Akcura hangi UPSD yonetimine "su konu hakkinda tepki vermeyecek misiniz diye" bu sürecte kac kere girisimde bulunup, mail atti? Bize daha once onca cok kritik baska konuda atmadigini ben birinci elden biliyorum. Daha once de baska yonetimlere attigini da hic sanmiyorum.


Bu arada birden onumuze cikardigi bu konuya bakiyorumda, acaba Akcura hic dusundumu, neden kendisinden baska hic kimse, bu konuda dernekte boyle bir tepkiye gerek duymadi diye? 1200 kisi arasinda tek akilli kendisimi? Biz siyaseti ve ozellikle bizi ilgilendiren bolumlerini dikkatlice ve gerektigi kadar tabii ki izliyoruz. Ama anlasilan Sn Akcura heyecanla bu konulara birden yeni uyanmis!

Ayrica Akcura sunu bilmeli ki Ataturk devrimlerini korumak ve onlara bagli kalmak icin ne benim ne de inaniyorum diger yonetim kurulu uyelerimizin Ordunun gozumuzu acmasina ihtiyaci yok. Hakan Akcura kendi demokratik temayulleri dogrultusunda Ataturk hakkinda ister malum AKP li vekiller, ister Taraf gazetesi yazarlari, ister baska 2. Cumhuriyetci yazarlar kadar veya onlardan daha fazla sorgulayici olabilir. Bu onun kisisel hakkidir. Ancak bizler Ataturk devrimleri ile ovunuyoruz, hicbir sekilde bunlardan utanmiyoruz veya onlara bir tur "yeni donem mahcubiyeti" icinde bakmiyoruz.


Ataturk devrimlerini korumak icin Ordunun yonlendirmesine veya Akcura'nin onayina (!) benim ihtiyacim olmadigi gibi, kendi gorusume gore biraz tarihsel analiz yapabilen hicbir Turk aydini veya sanatcisinin da ihtiyaci olduguna inanmiyorum. [abç] Bu ulkemizin icinde bulundugu sartlar birbirimize zaman kaybettiren bos polemiklerle ugrasamayacak kadar vahim noktadadir.

Bu tartismanin bu noktalara tasinmasini da, da surdurulmesini de dogru bulmuyorum.

Bedri Baykam

Açık cevap, açık istifa

Polemik dilinde iktidar kurmaya çalışmanın belli başlı, ucuz birkaç çok bildik yöntemi vardır: Babacan bir sertlikle, haddini daha çok bildirebilecekken o kadarıyla yetinen deneyimli abiyi-dayıyı oynamak; sözkonusu polemiğin zemininin ne olduğuna, ne kapsamda ve ne kadar sürmesi gerektiğine dair kararları vermesi tartışılamayacak ve bunu zaten tek hakeden kimliğin gömleğini giymek; polemiğin zemini ne ise, o zeminin gerektiğinde en bıçkın sokak çocuğu, gerektiğinde en sıkıcı ama yetkin öğretmeni olabileceğini, ezcümle o yolların diğeri giderken kaçıncı defa döneni olduğunu "hatırlatmak"; saf tutulan yerin "değerlerinin" sorgulanamaz gücünü, onları elde bir doğa ya da tanrı
emriymiş gibi sunarak hissettirmek ve bu arada aba altından sopa göstermeyi ihmal etmemek; küstahlığı, sözkonusu polemiğin "umulmayan, şaşırılan, dehşete düşülen, ilginç bulunan kimi özellikleri" gerektirdiği için, –ister istemez ya da kendini tutmak istese de tutamadığını hissettireceğin bir hiddetle, ee ne yapalım artık- "hesap sormanın da gerektiği" bir üsluba yedirmek; herhangi bir şeyi yapmanın, söylemenin, istemenin, daha önce kaç defa yaptığınla, söylediğinle, istediğinle anlam bulabileceğini karşıdakine ve herkese bir kez daha hatırlatan, bu ucuz patriyarkal retoriğin elde bir haklı olduğunu "herkesin kabul ettiğini varsayan" bir dayatmayı kullanmak...

Yoruldum ağdadan. Siz de belki... Ama bir klasik Baykam polemik metninde bu yöntemlerin hepsinin birkaç paragrafta yeralabilmesine, bu kendini sürekli yinelemekten vazgeçemeyen, daha yaratıcı olamayan basiretsizlikten yana bir şaşkınlığım hep olmuştur. Bu kez paylaşayım dedim.


Bir de işin komiği, aynı sığ düzlem, karşıdakini -bu sefer mesela beni- bu kapışmada kolay pes etmeyecekse -bari-, aynı zeminde ve aynı sığlıkta cevap versin diye kışkırtır: "Yaa Bedri, geç bunları! Sen California College of Arts and Crafts'da, Lisa, Holly, Angelique, Olivia, Novella, vs. ile saklambaç oynarken ben 'bir sınıfın diğer sınıflar üzerine tahakkümünü tesis etmek için teşkilat organize etmekten' yargılanıyordum, bu işlerin hele Türkiye'de tevellüdünü sorgulamak tehlikelidir, ters teper. Ben Mustafa Kemal'le yollarını o Mustafa Suphi'leri öldürttüğünde ya da İzmir İktisat Kongresi kararlarında ayıran bir geleneğin izine sahibim, beni bu geleneğin oldukça sağında kalanlara benzetmeye çalışman sadece komikleşmeni sağlar ve cehaletini eleverir," ya da "ya oğlum sen değil miydin Kerinçsiz'le kolkola bu ülkenin aydınlarını yargılandıkları mahkeme önlerinde şeytan diye taşlayan; kaldı mı o kara ayinlerden geriye senin demokratlığın!" türü bir cümle kurmamı ister ki, o babacan, o deneyimli abi-dayı, bu kez karşısındakini aynı çamura düşürebilmiş ve kendini hedef kılabilmiş olmanın verdiği yeni yetkiyle, daha affedici, küçümseyici bir ezici küstahlığı tükürebilsin, özüne daha uygun bir yerden yoluna devam edebilsin, rahatlayabilsin.
Bu tür kurbanların ardından yazılan ve ona daha keyif verdiği ayan beyan olan birçok klasik Baykam polemik metni de eminim okumuşsunuz ya da okumaya başlayıp bırakmışsınızdır bu kısa hayatınızda ne yazık ki, benim gibi.

İşte tam bu yüzden bu tür cümleler de kurmayacağım ve onlar, sadece sizlere nasıl bir yorgun şaşkınlığı paylaştığımı aktaran, olası gerçeklerin kurgu cümleleri olarak yukarda kalacaklar.

Artık gelelim konumuza:

Sondan başlarsak, Baykam "bu noktalara taşınmasını da, sürdürülmesini de doğru bulmasa da" hele ki onları ben başlattıysam, içinde yeraldığım tartışmaların ne kadar, nasıl süreceğinin kararının bensiz alınmasından hoşlanmam. Polemiğe "boş" demenin de, "ülkenin bu şartlarında bunlarla zaman kaybetmemeliyiz" dese de, bu tür nitelik ve zamanlama vurgularına belirleme yetkisinin benden alınmasından hiç hoşlanmam.
O insan eti yiyici güzel sokak lakırdımızdaki gibi, "delikanlı ol ciğerini yiyeyim!" Ben seni üstümde ya da altımda görmeyebilen bir eşitlikle karşıma alıyorsam, bunu sen de becerebil.

Ben, bana verilen cevap metnine, altında yeralan tüm imzaların, –onlar nedense bana bunu kendileri de iletebilecekken- Baykam tarafından iletildiği biçimiyle " tüm içerik ve gerekçeleriyle beraber tartışıp, hemfikir olarak" katıldığını öğrenmekten pek memnun olmadım. En azından onların katılmamış olmasını beklerdim o satırlara. Onları çok tanıyıp, sevdiğimden mi? Hayır. Bulundukları konumun bence gerektirdiği insan ve aydın sorumluluğu adına. Dolayısıyla, Baykam'ın onlardan habersiz bir metni ortak kararmışçasına yayınlamasını "yakaladığıma" değil, onların o metnin içeriğine ortak olmamasına sevinecek bir duruşum vardı.

Ama yukardaki bu kez sadece Baykam'ın imzasına sahip metni ve özellikle "Ayrıca Akçura şunu bilmeli ki Atatürk devrimlerini korumak ve onlara bağlı kalmak için ne benim ne de inanıyorum diğer yönetim kurulu üyelerimizin Ordunun gözümüzü açmasına ihtiyacı yok. [O'ları büyük yazan Baykam'dır]" satırlarını okuyup, üslubundan belli ki
sadece bana yollanmamış, yaygınlaştırılmış olan bu içeriğe diğer yönetim kurulu üyelerinin yine sessiz kaldığını görünce, bana yapacak tek şey kalıyor.

Dünkü Genelkurmay bildirisini imzalayanların son yayınladığım videodan dolayı her gece aynı saatte uzun uzun bu blogu da incelediğini giren ziyaretçi kayıtlarından ilgiyle izlediğim bu günlerde, ilk yazışma konusuna geri dönmeyi pek düşünmüyorum. Güncel en büyük derdim daha çok insana "gerçekler bilinsin yeter" dedirtmek; asla UPSD'nin bu "yeni ve resmi" niteliğiyle polemiği sürdürmek değil.

Bana kalan tek şey ise, İsveç'e göçtüğümden beri sadece sembolik anlamıyla üyeliğimin sürüyor olmasından yine de hoşnut olduğum, ama artık "Uluslararası" olduğunu düşünmediğim, bağımsız olduğunu hiç düşünmediğim, belli ki Baykam'ın "Yurtsever Hareket"inin yeni mevzisi haline gelmiş, alabildiğine resmi ideolojinin etkisi ve gücüyle varolan bu Plastik Sanatlar Derneği'nden istifa etmek.


Asla İsveç'teki benzeri gibi sendikal bir sanatçı kuruluşu olamamasını, sadece bir lobi örgütü olarak kalmasını yönetim kurullarının karar ve uygulamalarına değil, kendim dahil tüm üyelerinin bu konudaki tembellik ve yetersizliklerine bağladığım UPSD, benim için üyesi olmaktan mutlu olduğum, olabildiğince, zamanım ve gücüm elverdiğince görev aldığım ve evet bu yukardaki yazışmaların öznesi olan "neden" dışında sadece "ölüm oruçları" zamanında siyasal otoriteye karşı üyelerini seferber etmeye çalıştığım bir sivil toplum örgütüydü.

Benim istifamla ne göğerecek, ne eksilecek olan bu oluşuma ilişkin kararımı, oralarda yaşasaydım, 'bağımsız' bir sanatçı sendikası kurma çabasına eklemler miydim, emin değilim ama bunu yapabilmeyi isterdim.

Sevgili UPSD emekçisi Ahmet Sarıkamış'tan bu açık istifa metninin -UPSD sayfalarındaki benim ismim, e-mail adresim ve bu blogun linklerinin silinmesi de dahil- tüm gereklerini yerine getirmesini rica eder, Türkiye'nin tüm "resmi olmayan sanatçılarına" dostça "kolay gelsin" dileklerimi yollarım.


Hakan Akçura

27.6.08

UPSD-AIAP yönetimine bir sorum, cevapları ve yorumum

Soru:

kimden: hakan akcura
kime: aiap upsd
tarih: 24 Haziran 2008 Salı 23:08
konu: Soru

Selamlar,

Genelkurmay'ın
Turkiye'yi Biçimlendirme Planı (Genelkurmay Başkanlığı, Bilgi Destek Planı ve Faaliyet Çizelgesi) içeriğinde yeralan asağıdaki satırlara karşı, AIAP-UPSD yeni yönetim kurulunun yayınlayacağı umarım gereğince sert olacak bildiriyi merak ve hasretle bekliyorum:

"Kamuoyu oluşturma gücüne sahip bulunan üniversiteler, üst yargı organları başkanları, basın mensupları, sanatçılarla temasın muhafaza edilmesi suretiyle, bu kişilerin TSK ile aynı paralelde hareket etmelerinin sağlanması. Temas için uygun zemin/fırsatlar oluşturulacak, bu maksatla iş yemeği adı altında toplantıların yapılması da düşünülecektir."

"Uygun sanatçı ve yazarlara eser hazırlatılması: 'TSK ile benzer dünya görüşü olduğu bilinen sanatçı ve yazarlara öncelik verecek şekilde, seçilecek temaları işleyecek eserlerin hazırlatılması ve böylece hedef kitlelerin bilgilendirilmesi sağlanacaktır. Bu kapsamda bazı sanatçı ve yazarların desteklenmesi ve ön plana çıkarılması sağlanırken, TSK karşıtı fikir ve eylemleri ile bilinen sanatçı ve yazarların yıpratılması hedef alınacaktır.' "

Gecikilecek mi, yoksa ne hasret ne de merakla beklenmemeli mi?

--
Hakan Akcura
http://open-flux.blogspot.com/

Cevap:

kimden: upsd@upsd.org.tr
yanıt: upsd@upsd.org.tr
kime: hakcura@gmail.com
tarih: 27 Haziran 2008 Cuma 12:52
konu: Sn. hakan akcura (emailiniz)

Original Message:
From: Bedri Baykam bedri.baykam@gmail.com
Date: Fri, 27 Jun 2008 13:17:40 +0300
To: upsd@upsd.org.tr
Subject: hakan akcuraya gonderilecek

Sn Hakan Akçura,


Bize yolladığınız 24/06/08 tarihli iletiyi aldık. Gösterdiğiniz demokratik hassasiyeti tabii ki çok önemli. Öte yandan size hatırlatmamız gereken bazı ülke gerçekleri var:


Taraf Gazetesi’nin yaptığı ve sizin değindiğiniz bu yayın, ortaya atılan bir iddia. Resmi, fiili bir durum değil. Dernek olarakTürkiye’de hergün siyaset ortamında rastladığımız karşılıklı atışmalar, iddialar, suçlamalar ve polemiklerin bir parçası olamayız. Örneğin AKP’nin en üst düzey siyasilerinden biri henüz çok kısa bir süre önce “Atatürk Devrimlerinin bıraktığı ‘travma’”dan söz etti. UPSD olarak neredeyse hergün rastladığımız buna benzer densizliklere de hergün müdahale edemeyiz. Ya da telefon dinleme olaylarına, ya da Ergenekon iddialarına da hergün karışıp muhatap olamayız. Çünkü o zaman işi gücü bırakıp, hergün siyasi parti gibi gündeme göre demeç veriyor olmamız gerekir.


Umarım kendimizi ifade edebildik. Sakın yanlış anlaşılmasın. Polemik veya iddia seviyesini aşıp toplumla ve bizlerle buluşan her fiili durumda, ister AKM yıkılma çabaları olsun, ister sanata getirilen sansür konuları. UPSD olarak tabii ki üzerimize düşeni yapar, müdahale ederiz ve ediyoruz da. Demokrasiyi, özgürlükleri, sanat alanını korumak tabii ki görevimiz. Ama, bazı dozları kaçırırsak, esas varoluş dengelerimiz bozulur.


En iyi dileklerle,


UNESCO AIAP TÜRKİYE ULUSAL KOMİTESİ
Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği
Başkanı
Bedri Baykam

Yönetim Kurulu

Bahri Genç

Safiye Mine Erdurak
Ayşe Erel
Hülya Küpçüoğlu
Melik İskender
Prof. Tülin Onat

Yorumum:

Eğer bu cevap, gerçekten yeni yönetim kurulunun ortak cevabı ise durum vahim. İlk e-mailin Bedri Baykam'ın kişisel adresinden UPSD'ye geldiğini ve oradan bana yönlendirildiğini görünce, diğer yönetim kurulu üyelerini -adresini bulamadığım ikisi hariç - bilgilendirdim ve bu açıklamanın altındaki imzalarına sahip çıkıp çıkmadıklarını sordum. Cevaplarını bekliyorum.

Evet, "durum vahim" diye yazdım yukarda. Çünkü, bu açıklamayı yazan zihin, Taraf'ın bu haberinin sadece bir iddia olduğunu söylemiyor sadece. Böylesi bir haber ve Genelkurmay belgesi varsa, bu belgenin amaç ve içeriğini aslında desteklediğinin de ipuçlarını veriyor.

Nasıl mı?

Deniyor ki: "AKP’nin en üst düzey siyasilerinden birinin" -UPSD yönetimi ya da Baykam'a göre 'densizce'- Atatürk devrimlerinin bıraktığı ‘travma’dan sözedebilmesi, belki de bu zihin açısından UPSD'nin aslında öncelikle tepki göstermesi gerekirken "günlük siyasete dair bir gelişme olduğu için" ne yazık ki gösteremediği bir olay. Anlaşıldığı kadarıyla bu yönetim kurulu ya da Bedri Baykam, Atatürk devrimlerine ve sonuçlarına dair farklı bir düşüncesi ya da iddiası olanlara karşı tahammülsüz ve cansiperane bir karşıkoyuş duygusu taşıyor. Genelkurmay'ın da zaten 'gerçekse' bu "
Türkiye'yi Biçimlendirme Planı"ndaki amacı bu tahammülsüzlüğü yaygınlaştırmak ve her farklı düşünceyi 'densiz' bulacak bu zihni, güdümlü sanatçılarla daha da güçlendirmek değil mi!

Hayır Bedri Baykam ya da UPSD Yönetimi!
Taraf Gazetesi’nin açıkladığı ya da varolduğunu iddia ettiği bu belgeye karşı yorumda ve karşı çıkışta bulunulması için bu belgenin 'fiili bir durum' olması gerekmiyor. 'Fiili bir durum olma' ihtimali öylesine tehlikeli ve özgürlük düşmanı, demokrasi düşmanı bir belge ki bu, tam da bu noktada UPSD'nin, bu belgenin gerçek olması ihtimaline karşı, sanatın özgürlüğü ve her türlü güdümden, özellikle de askeri güdümden uzak niteliği adına açıklama yapması ve "Genelkurmay Başkanlığı'nı bu belgeye ve içeriğine dair net bir yalanlamaya çağırması" hem gerekli, hem de mümkün. Hatta zorunlu.

Ama belki de, Atatürk devrimlerine karşı yapılacak "densizliklere" ve başka bir dizi "densizliğe" karşı da
"Atatürk devrimlerinin koruyucusu" olan ordunun bu tür 'biçimlendirme planları' yapması desteklediğiniz bir şeydir. Ne dersiniz?

Bekliyorum. Siz dediğinizi deyince, eğer gerekiyorsa yüzümü artık UPSD üyelerine döneceğim çünkü!


Hakan Akçura

22.6.08

"Gerçekler bilinsin yeter" (Üç ayrı kimliğiyle Abdülkadir Aygan'ın ya da Türkiye'nin karanlık 22 yılının portresi)

"Gerçekler bilinsin yeter"
(Üç ayrı kimliğiyle Abdülkadir Aygan'ın ya da Türkiye'nin karanlık 22 yılının portresi)
Hakan Akçura
210 dakika
Stockholm, Haziran 2008

Selamlar,

Bu kez, İsveç'te gerçekleştirdiğim ve internetten yaygınlaştırmayı seçtiğim pek alışılmadık türden bir videoyu -
sadece Türkiye'nin sanat ve kültür ortamına değil, on yıllara yayılan acıların ve akan kanın tartışıldığı tüm gündelik yaşam zeminlerine de - sunuyorum. Tüm siyaset, medya, hukuk kimlik ve kurumlarının bir kez daha sorumluluk ve samimiyetlerinin sınanacağı bir döneme bahane olsun, tek tek her türkiyeliye daha aydınlık bir gelecek için, gerçeğin bilgisi, gücü ve yolgöstericiliğini taşısın diye...

Video, ikinci "kayıt" videom. Adı "Gerçekler bilinsin yeter". Süresi 3.5 saat.

Videoda benim sorularıma cevap veren "kimlikler", Abdülkadir Aygan, "Abuzer" ve "Şerif" (Aziz Turan).


Abdülkadir Aygan 1977-1985 yılları arasında PKK militanı, 1985-1991 yılları arasında bir PKK itirafçısı olan, 1991-1999 yılları arasında da Diyarbakır'da JİTEM elemanı olarak çalışan, 5 yıllık bir iç hesaplaşmanın ardından ailesiyle birlikte İsveç'e kaçarak, Türkiye'nin bu 22 yıllık birçok yanı karanlık kalmış, çok kan dökülmüş dönemine dair tüm bildiklerini anlatmaya karar vermiş bir insan.


Şimdiye kadar anlattıklarının çoğunun üstü örtüldü. Sadece JİTEM'e dair kimi aktarımları ait olduğu geniş bütün içinden seçilip ayrılarak Özgür Gündem'de yayınlandı. Musa Anter'in nasıl öldürüldüğünü de aktarması üzerine Hürriyet gazetesi sansasyonel bir buluşma organize etti ve Anter'in kızı ile Aygan'ı İsveç'te karşı karşıya getirdi. Attığı "babasının katiliyle buluştu" manşeti, Aygan'ın medyayla ilişkilerini sınırlamasına neden oldu. Çünkü o kabullendiği, ötesi itiraf ettiği, açık ettiği gibi birçok insanın katili olsa da, "Anter'in katili değildi".

Hayatını yazdı. Kitap, küçük bir alman göçmen yayınevince basıldı. Aygan, kitabın önsözünü yargıcı, toplamını özensiz buldu. Elindeki tek kopyayı bile dolaylı yollardan edindi. Kitabın yaygınlaşabilmesi çok şüpheli görünüyor.

Anlattıklarıyla iki toplu mezar açıldı ve JİTEM timlerince öldürülen "faili meçhul"ların kemikleri bulundu.

JİTEM'in de, Aygan'ın -sahte resmi kimliğiyle Aziz Turan'ın- da varlığını baştan inkar eden resmi çevreler, bu gelişmelerin ardından savcılık eliyle JİTEM üyelerine karşı bir dava açmak zorunda kaldı.


Bense uzun süre Aygan'la buluşmaya hazırlandım, binlerce sayfa belge okudum, internetin kolay ulaşılamayan forumlarında hakkında devam eden ya da zamanında yapılmış tartışmaları, kavgaları takip ettim. Ardından farklı bir kimlikle ve İsveç gizli polisinin korumasıyla yaşadığı yerde onu bulup, ikna edip, ardından buluşup, güven verip, bu söyleşiye giden yolu açtım.

Onu ne aklamak ne de yargılamak istemediğime ve gerçek bir "portre" peşinde olmaklığıma inandı. İnandığı şey doğruydu. Bu ikimize de yetti.

Sadece çekinmeden aktardığı bildiklerini ve tanıklıklarını değil, bizzat işlediği suçları, hatta eski aşkına, maruz kaldığını düşündüğü ihanetlere, umutları ve duygularına dair cümlelerini de içeren, İsveç'te gerçekleştirilen bu izleyeceğiniz kayıt, 25 Mayıs 2008 tarihini taşıyor.

Ben bu kayıt sırasında sorularımı karşımdaki insanın kişisel tarihini belirleyen üç ayrı kimliğe, PKK'daki kod ismiyle Abuzer'e, JİTEM'deki kod ismiyle Şerif'e ve Abdülkadir ya da ailesinin seslendiği biçimiyle Kadir'e, bedeni üç ayrı yöne dönük, üç ayrı oturma biriminde ve üç ayrı gömlekle oturmuşken sordum. O ya da onlar da cevapladı.

Ama uyarıyorum, kaydı atlaya atlaya izlerseniz, aktarılan uzun öykünün aralara sıkışmış kimi çok önemli ayrıntılarını öğrenmekten, iki ayrı kimliğe sorulan sorular arasındaki güçlü bağdan ve oluşan portrenin kendi iç mantığını izlemekten geri kalabilirsiniz.


 

Bu linki, ticari olmayan kaygılarla, kişisel izlenme ve yükleme niyetiyle istediğinizce yaygınlaştırabilirsiniz.
Gazeteler, TV kanalları, haber siteleri, bu videonun akan ya da sabit görsellerini, ancak iznimle ve ismimi, eserin ismini ve yayınlandığı bu blog sitesinin linkini vererek yayınlayabilir. Aksine kullanım, cezai yaptırım nedenidir. 
Tabii ki, seyredenlerin yorumlarını bu blogun en altına eklemeleri de beni çok sevindirir.


"Bu kaydı üzerindeki sis perdesi kaldırıldıkça, ne denli kirli olduğu yeniden, yeniden ortaya çıkan kirli savaşın tüm kurbanlarına, onların çocuklarına ve Kadir'in çocuklarına adıyorum."


Hakan Akçura
İsveç, Stockholm, Haziran 2008


Abdülkadir Aygan'ın verdiği resimaltı bilgileriyle, filmin sonunda yeralan fotoğraf ve belgeler:

(Önemli not: Bu fotoğraf ve belgeler sadece yanı sıra "Abdülkadir Aygan arşivi / Hakan Akçura / open-flux.blogspot.com" kaynak bilgisi eksiksiz yeralırsa, yazılı, görsel ve elektronik medyada alıntılanabilir ve yayınlanabilir.)




Abdülkadir Aygan, Adana Motor Meslek Lisesi'nde arkadaşları ve öğretmenleriyle (orta sırada, soldan üçüncü). Yıl 1976.



Abdülkadir Aygan, 1986-1987 yıllarında Adana Kapalı Cezaevi 18 nolu itirafçılar koğuşunda.



Abdülkadir Aygan, 1986-1987 yıllarında Adana Kapalı Cezaevi 18 nolu itirafçılar koğuşunda arkadaşlarıyla (ayakta, soldan üçüncü).



Abdülkadir Aygan, 1990 yaz aylarında Diyarbakır Jandarma Asayiş Komutanlığı karargahı Bölük Er Yatakhanesi'nde. 


"Şerif" ("Aziz Turan" / Abdülkadir Aygan) 1990-1991 yıllarında Diyarbakır'ın Şehitlik semtinde yeralan JİTEM Bölge Grup Komutanlığı'nda. (Fotoğrafı çeken A. Cem Ersever - A. Aygan'ın hatırlaması ve bilgilendirmesi ile eklendi.)


JİTEM elemanları 1990-1991 yıllarında Diyarbakır'ın Şehitlik semtinde yeralan JİTEM Bölge Karargahı'nda toplu halde. Soldan sağa: Hüseyin Tilki, Fethi Çetin, Recep Tiril, İbrahim Babat, Abdülkadir Aygan, Ali Ozansoy. (Fotoğrafı çeken Adil Timurtaş.)


JİTEM elemanları 1990-1991 yıllarında Diyarbakır'ın Şehitlik semtinde yeralan JİTEM Bölge Karargahı'nda toplu halde. Soldan sağa: Abdülkadir Aygan, Adil Timurtaş, Hüseyin Tilki, Recep Tiril, Fethi Çetin, Ali Ozansoy. (Fotoğrafı çeken İbrahim Babat.)


JİTEM elemanı "çevirmen" Şerif /Aziz Turan (Abdülkadir Aygan), KDP lideri Mesut Barzani ile Diyarbakır Orduevi'nde (1992-1994 yılları arasında bir tarih)


JİTEM elemanı "çevirmen" Şerif /Aziz Turan (Abdülkadir Aygan), KDP lideri Mesut Barzani, dönemin Jandarma Asayiş Kolordu Komutanı Korgeneral Necati Özgen ile Diyarbakır Orduevi'nde toplantıda (1992-1994 yılları arasında bir tarih)


JİTEM elemanı "çevirmen" Şerif /Aziz Turan (Abdülkadir Aygan), KDP lideri Mesut Barzani, dönemin Jandarma Asayiş Kolordu Komutanı Korgeneral Necati Özgen ve diğer katılımcılarla Diyarbakır Orduevi'nde toplantıda (1992-1994 yılları arasında bir tarih)


Aziz Turan'ın (Abdülkadir Aygan) JİTEM maaş bordrosu



Aziz Turan'ın (Abdülkadir Aygan) Ordu Yardımlaşma Kurumu daimi üyelik belgesi 


Aziz Turan'ın (Abdülkadir Aygan) Emekli Sandığı belgesi

Bu videoda, bu söyleşide yeralan isimlerin yeralma sırasıyla listesi:
Doğu Perinçek, Mustafa Kemal Atatürk, Bülent Ecevit, Mehmet Ece (Tosun), Mustafa Karakuş, Mustafa Karasu, Abdullah Öcalan, Ali Ömürcan (Terzi Ali), Bozan Aslan (Muhtar Bozan), Kemal Emre, Hasan Kartal, Salman Ömürcan, Halil Ataç (Ebubekir), Mehmet Sait, Selahattin Çelik, Mehmet Aygan, Cemil Efetürk (Abdülkadir), Duran Kalkan (Abbas), Sarı İbrahim (Küçük İbo), Yaser, Mehmet Resul Altınok, Sefir Dizai, Abdülkerim Kırca, Zahit Engin, Harbi Armanlı, Mahmut Yıldırım (Yeşil), Necati Aydın, Ramazan Keskin, Mehmet Ay, İsmet Yedideniz (Yedibela İsmet), Cemil Işık (Hogir), Savaş Gevrekçi, Ünal Erkan, Neval Boz, Şırnaklı Hamit, Musa Anter, Orhan Miroğlu, Tansu Çiller, Özer Çiller, Behçet Cantürk, Mesut Mehmetoğlu, Ali Kaya, Alaattin Kanat, Ethem Akçam (Mehmet Sait), Mardinli Ayten, Baki Karayel, Haydar Altun (Kara Ömer), Halit Hoca, Cemil Bayık, Ali Haydar Kaytan, İbrahim Halil, Rıza Altun, Silvanlı Ramazan, Lamia Baksı, Sabır Cuma, Ramazan Adar (Ramo Şerik), Gözlüklü Ali, Yzb. Hakkı Akyüz, Osman Binbaşı, Hüseyin Yeşiltaş, Murat Kaya, İsmail Çalışkan, Ali Toprak, Mustafa Yıldırım, Kadir Yıldırım, Mustafa Karabacak, Nevzat (Nizip Ülkü Ocakları’ndan), Mehmet Ali Hoca, Sabri Ok, Hasan Şerif, Arif Doğan, A. Cem Ersever, Korgeneral Necati Özgen, Hüseyin Yeşiltaş, Adil Timurtaş, Hüseyin Tilki, Ali Ozansoy, Recep Tiril, Hayrettin Toka, Selahattin Görgülü, Musa Toprak, Zahir Turan, Yüksel Uğur, Kemal Emrük, Saniye Emrük, Mustafa Deniz, Mesut Barzani, Celal Talabani, Eşref Bitlis, Mehmet Ağar, Nurettin Ata, Cahit Aydın, Ahmet Aslan, Murat Aslan, Sıddık Etyemez, Servet Toprak, Hakkı Kaya, Aytekin Özer, Abdülkadir Öztürk, Cemal Kılıç (Hakan), Nuri Ateş (Oğuz), Tuncay Yanardağ, İbrahim Babat, Mahmut Ceylan, Hasan Adak, Cemal Temizöz

19.6.08

Hatadan döndüler: Nefret tünelinde Aşk'a tabii ki devlet desteği yok

Az daha Türkiye'de bunca yıllık köklü gelenek değişip de Kültür Bakanlığı çağdaş sanatı destekleyecek diye düşünüyordum açıkçası ama -iyi ki de- yazmıştım size "bu durum sevindirici ama şaşırtıcı" diye...

Tabii ki vazgeçtiler...

Baştan niye "olmayan olacakmış gibi yaptılar" anlamak pek m
ümkün değil.

Ertuğrul Günay, "açık mektubumun" ardından birilerini memur etti de, onlar sonradan vazgeçti desem, bu mümkün değil bu devletin bürokratik geleneğinde.

Yine Ertuğrul Günay, Atina'daki törende koltuğunda rahat oturmak ve benim töreni basmam
ı engellemek için "bir oyalama süreci organize etti," desem, ben dahil hepimiz "yuh artık!" deriz herhalde... Demeliyiz de!

Neyse, bu tuhaf yazışmalar da böylece sona erdi belli. Oturup Bakan'ın açıklama yapmasını bekleyecek halimiz yok ya!

Son gelişmelerin ve dayanışma çağrımın ardından kentlerinde etkinli
ğin basılması olası Bakanlık destekli duyuru posterlerini asmak ve asılmasını organize etmek için ülkenin her yerinden bana adreslerini yollayanlara çok teşekkür ediyorum.

A
çıkçası bu sanat etkinliğinin gerçekleşmesinin artık suya düştüğünü hep beraber kabullenmenin vaktidir diye düşünüyorum.

kimden: güzelsanatlar
kime: hakan akcura
tarih: 19 Haziran 2008 Perşembe 14:11

Sayın Hakan AKCURA,

Bakanlığımıza e-mail mesajı ile ulaştırılan “Nefret Tünelinde Aşk” isimli üç aşamadan oluşan sanatsal projenize yönelik maddi destek talebinizle ilgili olarak, 23.05.2008 tarihli yazımızla Genel Müdürlüğümüzce verilebilecek destekler tarafınıza bildirilmiş, 06.06.2008 günü yapılan telefon görüşmesi üzerine de gerekli değerlendirmeler yapılmıştır.

Tarafınızca gerçekleştirilmesi planlanan türden münferit sanatsal projelere, Bakanlığımız bütçe imkanları elvermediği ve bütçemizde bu amaçla konulmuş ödenek bulunmadığı için doğrudan parasal destek ve maddi yardım sağlanamamaktadır. Bunun yanı sıra, bu tür etkinliklerin kamu ve meslek kuruluşlarına duyurularının yapılmasına destek verilmekle beraber, projelere yardım çağrısı yapılması mümkün olamamaktadır.

“Nefret Tünelinde Aşk” isimli projenizin hazırlık çalışmalarının tamamlanmasından sonra, serginize uygun salon tahsisi, sergiye ilişkin duyuru afişi ile davetiye basımı konularında yardımcı olunmaya çalışılacaktır.

Bilgilerini rica eder, çalışmalarınızda başarılar dilerim.

Mustafa ATALAR
Genel Müdür V."

6.6.08

"Nefret tünelinde Aşk"ın duyuru afişlerinin Bakanlık tarafından basılması ihtimali ve dayanışma çağrım

Dün, Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü Şube Müdürü Ahmet Fevzi Kaldırım'dan bir e-posta aldım:

"Sayın Hakan Akcura

Destek talebinize yönelik e-maliniz incelenmiştir.

Söz konusu talebinize yönelik olarak detaylı görüşebilmek amacıyla, size ulaşabileceğimiz bir telefon numaranızı Genel Müdürlüğümüze iletmeniz hususunda gereğini rica eder, çalışmalarınızda başarılar dilerim.

Ahmet Fevzi Kaldırım
Şube Müdürü"

Telefon numaramı ilettim ve biraz önce arandım.

Şube Müdürü, olası serginin İstanbul ayağı için İstanbul'da, 2010 Kültür Başkenti etkinlikleri kapsamında Güzel Sanatlar Galeri'sinin Müdürlüğün elinden alındığını, AKM'nin de onarıma gireceğini ileterek, tahsis edebilecekleri bir mekan kalmadığını iletti.

Diyarbakır'daki galerinin ise günü gelip, katılımlar sayesinde sergi gerçekleşebilirse, tahsis edilebileceğini söyledi.

Olası sergilerin katalog, davetiye ve afişlerinin basımının üstlenilebileceği de belirtildi.

Ayrıca, isteğim üzerine, "Çağrı"nın yaygınlaşabilmesini sağlayacak duyuru afişlerinin 35x50 cm. ebadında 5000 adet basılabileceği, bunların 500 kadarının güzel sanatlar fakülteleri, meslek okulları ve kamu kurumlarına dağıtılabileceği, geri kalanların ise dağıtımının ben tarafından örgütlenmesinin sözkonusu olabileceği bildirildi.

Kabul ettim.

Yaklaşık 15 gün sürebilecek bir bürokratik onay sürecinin ardından bana haber verilecek ve onay alınabilmişse afiş tasarımım basılmak üzere istenecek.

Açıkçası şaşırtıcı ve sevindirici bulduğum bu gelişmelerin ardından, 'Nefret tünelinde Aşk" sanat etkinliği çağrıma destek ve gönül veren herkesi benimle dayanışmaya çağırıyorum.

Basılması sözkonusu olan binlerce afişin yaşadığınız kentlerde, özellikle gençlerin gözdesi olan mekanlarda, okullarda, belli başlı meydanlarında
olabildiğince yaygın olarak asılabilmesini diğer arkadaşlarıyla birlikte organize edebilecek herkesten, afişler basılırsa, onlara yollanmasını sağlamak üzere Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü'ne ileteceğim adreslerini rica ediyorum. Adreslerinizi e-posta adresime yazabilirsiniz: hakcura@gmail.com

Belki de çağdaş sanatın Bakanlık tarafından desteklenmesinin ilk örneği olan bu gelişmenin artarak sürmesi, yaygınlaşması dileğimle...

1.6.08

My video by name "Catharsis" at the1st International Roaming Biennial of Tehran

My new video by name "Catharsis" is presented for the first time at the1st International Roaming Biennial of Tehran in Istanbul, Turkey.

This video is first of the works among my new video-creation line "Recording".
I have made serial videos with my identity of only being recorder and maker in this line.

Catharsis from hakan akcura on Vimeo.

Catharsis

(05:25 min.; 2008; Stockholm)

Gamla Stan is the center area of Stockholm.
Oldest and more touristic zone of the city.
Other side of the Gamla Stan subway station is seeing inland sea, have a nice panorama but trashy...
When I recorded some scenes at this area a few young men which were high came up to me and wanted to do "rap" in front of my camera.
I said: "Okay!" and recorded them.
I was only a recorder and a witness.

All big metropols in Europa need this kind of purifications.
Immigrants could help.
I’m sure.


"Urban Jealousy"
the 1st International Roaming Biennial of Tehran
30th May - 6th July 2008


Hafriyat Karakoy, The Realm of Manifold Arts :
Necatibey Cad. No: 79 Karakoy Istanbul, Turkey


Curated by Serhat Köksal and Amirali Ghasemi

The theme of this biennial is URBAN JEALOUSY. A Jalousie (“jealousy” in French) is a window that one can see through but not be seen; barriers that allow us to observe the world without being invited to the table. Iranian artists are given an understanding of what goes on in the world without being offered a single opportunity to communicate their thoughts - outside of our very own jalousie window: a rigid ethnic frame within an extremely politicized context.

Of all the huge urban areas around the world, Tehran stands out as a different kind of Megalopolis. It boasts one of the most dynamic art scenes in the Middle East even as the city itself deals with a rudimentary public transport system, an exploding population crisis, and an ever-increasing sprawl of mass housing; An unsightly city of experimental architecture that swallows entire villages and towns without offering them any sort of public services.

Despite its complicated urban situation - which according to experts has already spiraled out of control - artists’ societies in Tehran continue to hold numerous biennials in semi-tribal fashion. A great number of these events are government-sponsored projects whose outlook and also their premises can shift 180 degrees from one year to the next. Each community has its own set of ceremonies, as a result of which, any sense of solidarity among the artists is lost.

The Tehran Visual Arts Festival, The Calligraphy Biennial, The Sculpture Biennial, The Cartoon Biennial, The Painting Biennial of the Islamic World, The Graphic Design Biennial, The Children’s Books Illustration Biennial, The Painting Biennial, The Poster Biennial, The Poster Biennial of the Islamic World… the list is endless.

Although the legendary "TEHRAN BIENNIAL" goes back 50 years, not a single one of the above-mentioned events can be considered a biennial by prevailing and accepted international standards". An arts society recently published a call to boycott the upcoming Painting Biennial in order to demand a professionally curated exhibition, protesting the open call process and a “jury” they deemed unacceptable.

It seems impossible to have a proper Tehran biennial in Tehran, so our sprawling city and its elitist art scene remain excluded from the highly competitive art market in the region despite being surrounded from all sides by lucrative biennials and auctions. We may have great artists living and working in Iran, but we don’t have a chance to share the profits.

Tehran, as one may suppose, does not seem interested in presenting itself as a desirable destination for cultural tourism, by playing it ‘cool’ like other global cities, or scramble to be hip by coughing up the membership dues to be in the international art market.

So, to jumpstart the process, and after a long discussion with my friend, Serhat Koksal - a critic of the global biennialization process - we decided to curate a ‘mini’, on the move, Tehran biennial. To not only stop complaining about the current situation but to benefit from the advantages of it. An independent, low- budget, traveling exhibition which can be presented almost anywhere. We will travel like nomads, carrying artwork, objects, texts, and whatever, in a package no bigger than a medium-sized suitcase, preferably weighing less than 20 Kg., so it can be carried on any cheap flight.

Urban Jealousy will end its journey in May 2010, but Tehran’s Roaming Biennial will carry on. Feb 2008

Amirali Ghasemi
Biennial Tehran in Istanbul 10.06.2008 ntv